“Tank Çavuş Tahsin Çiçek, Gümüşhane. Emret komutanım!” Kısa künye bu. Uzun künyeye aklım ermez. Henüz nöbetçi çavuş olmadım. Laf arasında çavuş olduğumu söyledim mi? Söyledim. Bakın, askere er olarak gitmişseniz, eğitiminiz yeterliyse önce onbaşı olursunuz, ardından çavuşluğa terfi edersiniz. Çavuş olunca ne olur peki? Ayrıcalıklı olursunuz. Yeri gelince bölük komutanına vekâlet bile edersiniz. Büyük onur.
Askerleri nöbet yerlerine götürme, nöbet bitiminde de gidip getirme göreviniz var. İlle de 1-3, 3-5 nöbetlerine askerlerinizi götürürken ne yalan söyleyelim, işiniz biraz zor. Neden zor? Elinizde nöbet listesi, koğuşları dolaşıp askerleri tek tek uyandırmalı ve en kısa sürede hazırlanmalarını sağlamalısınız.
“Üç dakikan var!” sık kullanılan bir uyarıdır. O üç dakika beş dakikaya, yedi dakikaya, hatta on dakikaya da çıkar. Ama siz işi sıkı tutmalı, erken harekete geçmeli, hızlı davranmalısınız. On beş asker… Tam teçhizat hazır olacak, doldur boşalt istasyonuna gidilip mermi alınacak, sonra tek tek nöbet yerlerine bırakılacaklar. En az yarım saat sürüyor. Herkesi nöbet yerine sağ salim, kazasız belasız bıraktın mı? Derin bir nefes alabilir ve bölüğe avdet edebilirsin. Bu işin ikinci ayağı var. İki saatin dolmasına yakın gitmeli, en uzaktakinden en yakındakine askerleri nöbet yerlerinden toplamalı; yine doldur boşalt istasyonuna uğrayıp mermileri teslim ettikten sonra hep birlikte bölüğe dönmelisiniz.
Hepsi iyi çocuklar aslında. Ama özellikle 3-5 nöbetinde çok zorlanıyorlar.
“Hadi koçum, hadi aslanım, hadi yiğidim, hadi kardeşim!” hitapları çok yumuşak kalıyor. Biraz ve bazen savsaklıyorlar.
“Asker! Kalk! Çabuk! Hemen! Derhâl!” gibi sert komutlara ihtiyaç var. E, ne de olsa asker milletiz. Emir komuta zinciri genlerimize işlemiş.
Askerlerimden biri dünya tatlısı bir delikanlı. Adı, Seğdağ. Kimliğine bakmak aklıma gelmedi. Onun yalancısıyım. Hem ondan iyi mi bileceğim? Çocuk yirmi yıldır bu adla dolaşıyor dünyada.
Biz de, “Gel Seğdağ!”, “Git Seğdağ!”… “Otur Seğdağ!”, “Kalk Seğdağ!”… “Seğdağ aşağı, Seğdağ yukarı”… Devam edip gidiyoruz.
Herkes mutlu, Seğdağ da memnun.
Bu gece yine askerlerimi derledim toparladım, doldur boşalt istasyonuna götürdüm. Mermileri alıp istasyonun dışına çıktılar. Nöbetçi subaydan parola ve işareti aldım, askerlerimin yanına vardım. Önce en yakın nöbet yerine uğrayacağız, ilk nöbetçimizi oraya bıraktıktan sonra sırayla diğer nöbetçilerimizi nöbet yerlerine dağıtacağız. En uzak nöbet yeri Seğdağ’ınki.
İlk nöbet yerine yaklaşırken parola ve işareti söylemem gerekiyor.
Şeytan kaburgama giriyor ve beni dürtüveriyor.
“Arkadaşlar,” diyorum, “parola nöroşirürji, işareti reenkarnasyon.”
Askerlerim şaşkın. Kimi isyanlarda:
“Bu ne ya çavuş! Böyle parola mı olur? Böyle işaret mi olur?”
“Ne yapalım? Bugün böyle.” diyorum.
İçlerinden biri,
“Bunların anlamı ne?” diye soruyor.
Genel kültürümü konuşturmam lazım.
“Nöroşirürji, beyin cerrahisi; reenkarnasyon, ruh göçü demek.”
Seğdağ’a bakıyorum.
“Parola neydi çavuş?” diyor.
“Çok kolay.” diyorum. Nöroşirürji.
Seğdağ başlıyor hecelemeye:
“Nöğo.. nöğoş… neğoşi… şiğü… ğüğ… şiğüğ… ji... nöğoşi… ğüğji…”
Kan ter içinde kalıyor. Her biri elli kiloluk beş torba çimentoyu beş dakikada inşaatın beşinci katına taşımış gibi, nefes nefese…
Askerler gülmekten yürüyemiyorlar.
Kızıyorum onlara:
“Gülmeyin!” diyorum. “Bak, arkadaşımız ne güzel parolayı tekrarlıyor. Siz de tekrarlayın. Ezberleyin çabuk.”
Onlar da tekrarlamaya başlıyorlar.
Seğdağ, parolayı öğrendiğine kanaat getirince bu kez işareti soruyor.
“Reenkarnasyon.” diyorum.
Başlıyor Seğdağ:
“Ğe,.. ğee… ğeen… ğeeenk… Neydi çavuş?”
“Reenkarnasyon.” diye tekrarlıyorum.
Devam ediyor Seğdağ:
“Ğeenk… ğeenkağ… kağ… ğeenkağ… kağ… nas… kağnas… yon… ğeenkağ… nasyon. Ohhh!”
Hamama girip çıkmış gibi oluyor.
Ne yapsın Seğdağ? Onun dilinin kıvrımlarında ‘r’ yok ki, ‘ğ’ var. Ve Seğdağ, Beyaz kadar şanslı değil.
Bu arada ilk nöbet yerimize varıyoruz. Ama bütün askerler işaret ve parolayı öğrenmiş, ezberlemiş oluyorlar. İlk nöbetçiyi nöbet yerine bırakıp,
“Hadi koçum, iyi nöbetler!” derken sürprizi açıklıyorum:
“Parola ‘balta’, işareti ‘ağaç’.
Herkes derin bir nefes alıyor ama en derin nefesi Seğdağ alıyor.
“Hakkını helal et Seğdağ, diyorum. Bunlar da olmasa vakit geçmez.”