Antepli, oturduğu sandalyede fazla kalmış olmalı ki ellerini kenetledi, yukarıya doğru kaldırarak, belini geriye doğru germeye çalıştı. Lokantacıya dönerek:
“Gaz lambası var mı?” diye sordu. Lokantacı cevap vermeden muhtar:
“Hayırdır Antepli, ne iş gaz lambası?” dedi.
Antepli, zevkten dört köşe olmuş gibi gülüyordu. Muhtar duramadı:
“De hele Antepli, gene senin aklına bir muziplik düştü, söyle hele.” diye ısrar etti.
“Yahu muhtarım işi tadında bırak söyleyeceğim.” Lokantacıya döndü: “Lamba var mı yiğidim?” diye tekrarladı. Lokantacı kalktı, süs olmaktan başka işe yaramayan lambayı duvarda asılı çividen çıkarıp, getirdi ve Antepli’ye uzattı. Antepli gazı var mı diye kontrol ettikten sonra “Tamam, bu işimizi görür.” dedi.
“Antepli” dedi muhtar.
Antepli, tam kapıdan çıkarken geri döndü:
“Yahu muhtarım sürpriz olsa olmaz mı?” diye sordu. Kafalar yavaş yavaş alafirik olmaya başlamıştı. Muhtar biraz da sesini yükselterek:
“Kesinlikle olmaz!” dedi. Devamla: “Bak söylemezsen, kalkar eve giderim ayıp olmasın sonra?” Antepli baktı kurtuluşu yok, hafifçe sırıtarak:
“Sır falan yok ortada muhtarım. Hem biraz eğlenelim hem de şu gerekmeze bir ders vereyim diyorum.” dedi.
“Kim o gerekmez dediğin?”
“Kasap yahu anlamadın mı hâlâ. Ne zaman bir yerde kırmızı basma görse bakmaz halına kılığına, salınır kıza geline.” Bu defa muhtar gülmeye başladı. Sonra gülmeyi keserek:
“Geçen yaptığını unutamıyon herhalde?” dedi.
“Yahu muhtarım sen olsan unutabilin mi? Adam gibi hep beraber yıkanıyoruz. Bahar mevsiminde gezmeye gelenlerin çok olduğu zamanlarda sen tut beraber girdiğimiz barajdan elbiselerimi kaçır. Üç kilometre kadının kızın arasından yayan yürüdüm. Rezil oldum etrafa. Hatta yolda bir kız çocuğu, ‘Amca elbisen yok mu senin?’ deyince yerin dibine geçtim. Bana da Antepli derlerse, ben bunun sıngını çıkarırım dedim.”
Arabaya bindi, yola koyuldu. Yolda frene hafifçe dokunup saatine baktı. “İyi daha vakit erkenmiş.” dedi kendi kendine. Hafiften müziği açtı. Neşet Ertaş söylüyordu. Eşlik etti, Ertaş’a. Keskin virajı geçtikten sonra yavaş yavaş mağaraların yolunda ilerlemeye başladı. Türkü bitmeden mağaraların önüne gelmişti. Lambayı aldı, arabanın farları ışığında biraz yüksekteki binaya doğru ilerledi. Bina bakımsız bir haldeydi ve kullanılmıyordu. Kapılar kırık, camlar dökük bir harabeye dönmüştü. Kırık kapıdan içeri girdi, lambayı aşağıdan görünecek şekilde yerleştirdi ve arabaya doğru yürüdü.
Ana yola çıktığında gaza tam yüklendi. Lokantanın önünden geçerken lokantanın pencerelerinden muhtarın masada oturduğunu gördü. Hafifçe kornaya bastı ve yoluna devam etti. Saatine yeniden baktı, bayağı zaman geçirmişim diye düşündü. Araba köy yoluna saptı. Çok geçmeden kasabın evinin önüne gelmişti. Arabayı gören kasabın köpeği, arabaya hücum etti. Arabanın etrafında dört dönüyordu, yukarıdan kasabın sesi duyuldu: “Oşt oşt, gel it oğlu it!” diye. Köpek kuyruğunu sallayarak evin alt katına girdi. Antepli, hafifçe kornaya bastı, kasap dikkatlice bakınca arabayı tanıdı. Yukardan seslendi:
“Hayırdır Antepli, gece gece nedir derdin?” Antepli:
“Hani sen akşamüstü bir gövde et bırakacaktın?” dedi bozuk atarcasına.
“Lan oğlum” dedi Kasap “Acele bir işim çıktı, uğrayamadım. N’oldu ki?”
“Bir otobüs geldi, üç tane de peşinden geliyormuş. Et namına bir şey yok! Çabuk çabuk!”
“Üstümü giyip geliyom hemen. Az bekle!” dedi. Antepli yeniden:
“Oğlum üstün batsın. Düğüne mi gidiyon!”
Antepli, arabayı geldiği yöne döndürdü, kasap acele ile ayağındaki çizgili pijamayla geldi. Uzanarak kapıyı açan Antepli:
“Oğlum acele et hele perişan olacağız.” dedi.
“Niye hiç et kalmamış mı?” dedi kasap mahcup mahcup. Kurduğu planın tıkır tıkır işlemesinden memnun olan Antepli:
“Türkçe konuşuyok herhalde, gâvurca konuşmuyok değil mi?” diye sesini yapay bir şekilde yükselterek çıkıştı.
“Lan” dedi “Bizi böyle yalpırdak yollara düşürdün, gören ne der?” Antepli biraz da ağzına öykünerek:
“Vay kibar vay! Gören ne dermiş ne diyecek gören; Hacı Aslan’ın delisi der.” dedi. Başını sağa sola çeviren kasap:
“Ulan Antepli suç sende değil suç bende ki sennen yola gidiyom.” dedi.
“Vay anasını ya!” dedi Antepli” senin anan bu kadar güzel miydi? Beyefendiyi evinden al, etini para et sonra da geri evine bırak! Nerde bu yoğurdun bolluğu! Yoksa sen ceylan eti mi satıyon?”
“Tamam, tamam anladık, uzatma” dedi kasap.
Lokantaları çoktan geçmişler, araba rampaya tırmanmıştı. Tam mezarlığın yanından geçerken kasap farkına vardı. Bir telaş kapladı ve heyecanla:
“Lan oğlum sen beni nereye götürüyon?” dedi. Antepli gülerek:
“Oğlum, seni bedava gezdiriyorum işte. Bak ne güzel, para yok, pul yok. Oh gel keyfim, gel!”
“Bak oğlum, bunun altında bir pislik var. Sen beni doğru yere götürmen, hakkaten nereye götürüyon?” diye üsteledi. Antepli:
“Beyefendinin teybini de açalım. Ağır misafir ne de olsa.” diyerek elini teybe uzattı. Kasap, Antepli’nin elini tuttu ve geriye itti. Hırslı bir şekilde:
“Bak oğlum Antepli, beni nereye götürdüğünü söylemezsen kapıyı açar, atlarım.” dedi. Antepli:
“Zor!” diye karşılık verdi.
“Vallahi de atlarım, billahi de atlarım” diye bastırdı kasap. Arabayı bir kenara çekip, durdurdu. Cebinden bir sigara paketi çıkardı, Kasaba:
“Al hele bir cığara yak da aklın başına gelsin. Dumanın dağılsın.”
“Cığaran batsın! Ben ne diyom, sen ne anlatıyon!” Üzgün ve kırgın bir ses tonuyla söylemişti kasap bunu. Marşa basıp, tekrar geldiği yöne döndü.
“Bak Kasap, seni evine geri götürüyom, yarın bana kahretme. Duyduğun zaman çok pişman olacaksın.” Kasap iyice yumuşamış, meraklanmaya başlamıştı. Ses tonunu daha da yumuşatarak:
“Yahu gözünü sevdiğim, ne olduğunu demiyon ki ben de bir şey diyeyim?” dedi.
“Yahu kasap, sana bir şey diyeceğim ama inanmayacaksın” dedi. Kasap:
“Hele bir söyle de ondan sonra karar verelim, inanıp inanmayacağımıza.”
“Bak küsmeyeceksin ha?”
“Kime?”
“Muhtara”
“Yahu Antepli, amma da hikâyesin ha! Verdiğin bir yumurta, canımızı aldın dürte dürte. Neyse şu anlatacanı anlat da rahatlıyalım. N’olmuş, ne halt etmiş ki muhtar kızmayacaksın diyon?”
“Biz arkadaş değil miyiz bu muhtarla?” dedi Antepli.
“Eee?”
“Arkadaş mıyız değil miyiz? Sen bunu söyle bana.”
“Arkadaşız tabi.”
“İşte o yüzden zoruma gidiyor kasap.”
“Allah Allah! Lan ne yapmış bu ki böyle sorun ettin. Desene şunu?”
“Bekle o zaman kasap, büyük habere hazır ol. Hazır mısın?”
Kasap yavaşça, alaylı bir şekilde güldü,
“Yahu beni 23 Nisan talebesi ettin. Hazırım, hazırım!”
Bir sigara daha yaktı Antepli. Kasabın suratına doğru üfledi:
“Sen evde horul horul yat. En ufak bir şey olduğu zaman, vay benim canım ciğerim muhtarım dersin. Onsuz hiçbir şey olmaz dersin, amma o sensiz zevk ü sefa içinde.”
“Neyyy?”
“Adam âlem yapıyor oğlum. Hemi de tek başına”
“Nerede?”
“Mağaraların terkedilmiş binasında.”
“Vay gâvur vay! Yaktım seni Muhtar. Hadi hadi Antepli… Sür bakalım şu arabayı.”
Araba yavaş yavaş yol alırken ‘Süt içtim dilim yandı’ müziği çalıyordu. Kasap ve Antepli kendi âlemlerine dalmışlardı. Böyle bir sessizlik içinde araba mağaraların önüne yanaştı. Kasap arabadan indi, Antepli’ye haydi insene diye işaret etti. Antepli:
“Sen git, ben biraz nevale alıp geleyim, geç kalmam” dedi.
“Tamam” dedi Kasap. Binanın yolunu tuttu. Antepli hafif bir manevrayla arabayı geri çevirdi. Gaza basarak, hızlı bir şekilde lokantanın yolunu tuttu. Araba rüzgâr gibi uçarken, Antepli’nin keyfine diyecek yoktu. Kasap yavaş adımlarla binaya doğru yürüdü. Bu bina turistik amaçla yedi köyün ortak malı olarak çok büyük ümitlerle yapılmıştı. Değerlendirilebilseydi, sırtını yasladığı Döngel Mağaraları’nın önünde özellikle yabancı pazarcıların uğrak merkezi durumuna gelecekti. Daha sonra spor müdürlüğüne tahsis edilen bu güzel bina, amaçlarına uygun olarak kullanılamamış ve kendi haline bırakılmıştı. Kilolu oluşu kasabı biraz zorluyordu. “Vay gâvur vay” dedi. Kırık kapıyı itti, ayaklarının ucuna basa basa ilerledi. Karanlıkta kısık bir gaz lambasından başka bir şey yoktu. İlerledi, orada yalnız lamba vardı. Sağa sola baktı, kimse yoktu. Diğer odalara baktı, yine kimse yoktu. “Muhtar, muhtar!” diye gittikçe yükselen ses tonuyla bağırdı ama ses yoktu. Pencerenin kenarına az oturdu, bunlar nerede olur diye düşünürken o zaman oynanan oyunun farkına vardı.
Ağır adımlarla binadan çıktı. Kafasından bir kazan kaynar su dökülmüş gibiydi. Terliyordu. “Vay be Antepli, ben bunu anlamalıydım. Yaptığımın intikamı bu! Ama neden? Ya kızım, oğlum sorsa; ‘Baba sabaha karşı mağaralarda ne geziyordun?’ diye!” gibi sorgulamaların içinde tam bir boşlukta yürürken ani bir sesle irkildi. Hiç beklemediği anda bu tür sesler insanı korkutur ya! Kasap da korktu. Yaşlı birisi:
“Hayırdır kasabım, bu saatte bu kılıkla nerden böyle?” diye telaşlı telaşlı sordu adam. Kasap: “Uyku tutmaz ki bu ihtiyarları da…” diye mırıldandı içinden. Hiç bozuntuya vermedi.
“Yahu Emmi, şu bizim akraba Hacı emmi ölmüş dediler. Biz de Hacı emmiyi çok severiz. O yüzden nasıl geldiğimi bilmiyom. Apar topar çıkmışım. Allaha şükür ki o da ölmemiş.” dedi.