Sevgili Yeğenim, Sayın İnsan Mulla Kâzım,
Evvela selam eder gözlerinden öperim diyesim geliyor ama içimden atmıyor.
Ulen, bayramda Bergama’ya gittiğini söyleyerek ağzımızı ol dem sulandırmanın ne âlemi vardı. Bergama deyince incir aklıma geldiğini, incir deyince aklımın yağının eridiğini bilmemişlikten geliyorsan tuu yüzüne! Zaten bu yaz karnımın doyası, töhmelen olana kadar (motoru dağıtana kadar) incir yiyemedim. İnsan Allah’tan korkar, benim gibi tek tabanca mısın, paran mı çıkışmadı da beş kiloluk incir kolisini göndermeye gücün yetmedi?
İnsan kargo ücretini karşı tarafa yükler yine gönderirdi be! Yazıklar olsun! Şunun şurasında incir yetimlerine ne kaldı ki? Ağaçlar burç dökmeye başladı. İlk patlama incirlerde olacak, kozalakları bakarak yetireceğim amma gel gör ki bu yaz bir yiğitlik yapıp yaylaya çıkmayı düşünüyorum. Yani anlayacağın bu yıl da incire gani garrah olamayacağım. Hani Bergama’da bir arkadaş vardı adı Kemal miydi neydi ha işte o arkadaş hâlâ hayatta ise bir telefon aç, bir mesaj gönderiver yiğitlik öldü mü be!
İş yerinde henüz bir mekânım olmadığı gibi F klavyeli bilgisayar da yok. Evde bilgisayarın olduğu yerde ise soba yok.
Televizyonda “Harman Yeri” diye bir programa takıldım. Hani:
“Harman yeri bıtırak
Gelin kızlar oturak
Oturmaktan ne çıkar
Arasına yatırak” diye türkü söylenecek zannettim. Yok öyle bir şey. Yöresel kıyafette bir erkek türkücü bir uzun hava kaptırdı. Türküde kara saçlardan bahsediyor, yanındaki türkücü karı ise sarı saçlı. Karı bir de türkünün ritmine göre kıvırmaz mı? Canın ne ister, hem yöresel kıyafeti yok hem sıktırma bir pontil giymiş arka Isparta semeri gibi. De gel de bu türkülerle efkâr dağıt. Daha fazla dayanamadım, hava soğuk da olsa Mulla yeğenle iki salkım söz edelim diye bilgisayarın başına geçtim. Ula hırpo, tembellikten bitleriniz ölmüş. Elinizin altında F klavyeli üstelik internetli bilgisayar olduğu halde Osman da sen de ne halt karıştırıyorsunuz? Üstelik Osman Efendi daha ne zaman “Sıkma tatlı canını, oku patlıcanını” diyecek? Atalar boşuna dememişler: “Çocuğa iş buyur arkası sıra kendin git.” diye. Bana bu sinden sonra vip sitesi nasıl hazırlanır diye kafa yordurmaktan utanmıyor musunuz?
Ağzı açık ayran budalaları! Parayla kardeş mi olacaksınız bu işi sponsora yükleyelim diye iki aydır hiçbir halt yapmıyorsunuz. Pintiliği bu kadar ileri götürmeye niyetli iseniz, helaya da haftada bir gidin bari. Kafamı daha fazla bozmaya çalışıp da tek başıma dergiyi çıkarmaya zorlamayın beni. Ben parmaklarımı klavyenin üzerine koydum muydu kelimeler parmaklarımdan akar gider, öyle ıkına sıkına yazmam bilirsin. Hem ağzımın freni patlar da Kartal’da arabaların hışını çıkartan tır gibi ezer geçerim.
Daryerekon Destanı ile ilgili düşüncelerinizi belirtecektiniz hani ne oldu tık yok! Bu ağızla mı patlıcan satacaksınız? Bu kafayla “Patlıcanı soyamadım/ Tadına da doyamadım/ Dört dolandım yatakta/ Uludağ’da kayamadım” mı diyeceksiniz? Diyemezsiniz. Dedim ya bitiniz ölmüş. Birkaç yavşak bulsanız da bit yetiştirseniz. Sonra bitiniz kanlansa... Aziz Nesin’in ruhu için bit yarışmaları düzenleseniz. Ulan nerden aklıma geldi bu toprağı bol olasıca?
Herif işi gücü bırakmış mapushanede koltuğunun altında bit yetiştiriyor sonra da yarışmalar tertip ettiriyor. Koltuğunun altında bit yetiştirenler mezarında yılan çıyan yarıştırır değil mi Mulla yeğenim?
“Ne bileyim dayı? Sen ne duyduysan ne yazdıysan öyledir.”
“Ula yeğenim şimdi aklıma geldi, bu Sivas olayları otelde olmuştu değil mi?”
“Dayıma bak be zehir gibi zeka var, hayran olmamaktan başka ne halt yiyebilirim?”
“Aziz yarıştırdığı bitlere sinirlenip de izmaritini rastgele fırlatıp yorganın birisini yakmasın?”
“Dayı önce çarşaf yanmıştır değil mi?”
“Yeğenim kafayı erkenden bulup yatacaksın her halde.
“Ne kafası dayı?”
“La yavrum çarşaf mı üstte olur yorgan mı?”
“Yazın yorgansız yatılır.”
“Sen herkesi senin gibi ateşi burnundan çıkan ejderha mı sanıyorsun? Hem siz bizden daha iyi bilirsiniz, yangın sürtünmeyle de çıkabiliyor.”
“La yavrum saçmalama!”
“Ne saçmalaması dayı? Bu ihtimalleri de göz önünde bulundur demek istedim. Çeşitli memleketlerde yazın orman yangınları illa ki kundaklama sonucunda çıkmıyor, bilginiz olsun diye söylemek istemiştim.”
“Gereksiz bilgilerle kuş beyni kadar aklını doldurma, sonra gerekli bilgiler bulursun da bir mega baytlık yerin kalmaz.”
“Dayı formatlattırırım.”
“Lan ben yer kalmamış diyorum sen format arttırmaktan bahsediyorsun. Hem konuşmamızın arasına böyle zırp pırt girme. Ben o mezkur olay hakkında derin bilgilere erişmişken bir daha araya girme. Nerde kalmıştık?”
“Yatakta...”
“Hay aklını önüne bağlayayım. Yatak dendi mi aklına densizlik gelmese şaşardım zaten.”
“Özür dilerim.”
“Ulan dilediğin özür kabahatinden büyük olmayacaksa kabul edeyim.”
“Söz, kabahat işlemem.”
“Bak yine kafamı karıştırdın. Ulan bu bit yavşak işine nereden girmiştik.”
“Siz, bitimizin öldüğünü, yavşak beslememizi salık verdiniz.”
“Mulla yeğen siz bize ne zaman siz demeye başladınız? Bak alırım ayağımın altına çiğne Allah çiğne!”
“Dayı, hazır ağzınız açılmışken, şu yavşağa bir açıklık getirseniz. Osman Selvi bazen bana yavşak diyor, ben de ona yavşak diyorum. Niye bit, pire demiyoruz da böyle diyoruz?”
“Mullacığım saat 23:15 olmuş yatacağız işimiz var gücümüz var, gerçi bu gün çarşamba ama bu işlerin çarşambası perşembesi olmaz, hem sabah işe gideceğiz. Beni lafa tuttun. Lan yavrum kafanda boş yer kaldı mı da ha bire beni konuşturuyorsun?”
“Dayı ağzını yiyim ne güzel muhabbet ediyoruz. Sanki sabah işe gittiğinde evrakların üst üste yığılıyor mu? Ne zamandır böyle muhabbet etmiyorduk.”
“Hakkaten yahu yeğenim konuşmaya konuşmaya dilim şişmiş. Şeytan, kalk şu zevzeği ara, canlı yayına bağlan dediyse de, dayın öyle şeytana papuç bırakacak kadar akıl zaafına uğramadı. Yeğenim gençtir peşrev faslını geçirmiş, tam kündeye atarken zırrrr diye arayıp da ha yeğenim ha demenin bir anlamı yok diye düşündüm.”
“Hay aklına kurban!”
“Yavrum bizde akıl mı koydun, damdan girdik mertekten çıktık?”
“Dayı ben damsız ve merteksiz yetiştim bu kelimeler Dulkadiroğlu Beyliği’nin sözlüklerinde geçmeli demeye kalkışma sakın. TDK Tarama Sözlüğü var. Tam tamına sekiz cilt. Yine de seni bu saatten sonra yormayayım. Dam: Üzeri toprakla örtülü ev. Argoda; kodes, cezaevi. Bir de son zamanlarda diskoteğe filan giderken yanında götüreceğin karşı cinsin anlamına da geliyormuş. Mertek: Uzun lata. Lata: Genellikle toprak damlarda kiriş ve direk yerine kullanılan en az 3 metrelik ardıç ağacı.”
“Can dayım, ağzını öpeyim, bak ne güzel ağzını açtın, kelimeler inci gibi akıl ipine dizilmişken ve hazır aklına da düşürmüşken şu yavşaklık hakkındaki bilgilerinizden de faydalansak diyorum.”
“Ulan aslanım bilmiyor musun ki insanın başına iki şeyden bela gelir. La belanın üstüne gitme. Ağzımın frenini mi patlatmaya çalışıyorsun?”
“Yahu dayı, kıyısından köşesinden bahsetsen de faydalansak diyorum.”
“Bak Mullacan, yavşak kelimesi gereksiz yerlerde gerekliymiş gibi kullana kullana asliyetlerinden uzaklaştırmışlar. Yavşağın asliyeti bit yavrusudur. Bunun meydana geliş şekli ise iki kişi konuşurken birisi bir şeye sinirlenip “Bu ne yav?” demiş, arkadaşı da sinirlenerek enseye şak diye tokadı basmış. Birisi “Yav” demiş diğeri şak indirmiş. Aha sana yavşak kelimesinin Türk diline kazanım şekli. Bu kelimeyi farklı anlamlarda kullananlar da var. Sizin kalbiniz temiz olduğundan şüphem yok. Birbirinize halkın anladığı dilden söylemediğinize kalbiniz mutmain oluyorsa ki olduğunu sanıyorum, baş başa kaldığınızda birbirinize bu kelimeyle iltifat etmenizde bir beis yoktur. Ama yine siz siz olun toplumun içinde bu kelimeyi kullanmayın.
Mulla yeğenim ne yapayım, yazmaya geç başladım vakit daralıyor, şansına küs. İşyerinde F klavyeli bir bilgisayarımız olsaydı da sabah yazmaya başlasaydık; aklının en uzak köşesindeki uyuyan meselelere girer seni bir güzel aydınlatırdım. Olmadı. Bu arada inciri de unutmuş değilim.