Evde Şiir
Kahramanmaraş Belediyesi’nin düzenlediği Şiir Festivali’ne, Türkiye’nin dört bir yanından ünlü şairler davet edildi. Festivalin ikinci günü, altmış küsur şair şiirlerini Kalede okuyacaklardı. Şairin, dinleyiciden daha fazla olduğu bir programda yüze yakın katılımcı vardı. Bunların da atmış küsuru zaten misafir şairlerdi. Diğer misafirler de şairlerin yakın arkadaşlarıydı. Sahneye davet ettiğim şairler, şöyle bir seyircilere bakıp, şairlerin dinleyicilerden daha fazla olduğunu görünce, yüz ifadeleri değişiveriyordu. Şairlerden biri, sahneye çıktı ve şiirini okumaya başlamadan önce bir sitemde bulundu:
“Kusura bakmayın ama şiirin başkenti olan bir yerde bu kadar az dinleyici olması beni ve diğer şair arkadaşlarımı çok üzdü. Hani, bu şehrin hangi sokağında rastgele bir kapı çalsanız, size bir şair kapı açar, diyordunuz, sahi nerede bu şairler?” diye sitem edince diğer şairler, onu destekler mahiyette alkışladılar. Ben bir Maraşlı refleksiyle sahneye fırlayıp mikrofonu aldım:
“Zannetmeyin ki Maraşlı şiir dinlemeyi sevmez! Her namaz kılan camide mi kılıyor? Şiir Festivali’ne gelmeyen Maraşlılar da şiir sevmiyor, diyemeyiz, deyince şair mikrofonu elimden alarak:
“Şu anda, Türkiye’nin en güçlü şairleri, şiirlerini okurken sizin Maraşlı şairleriniz nerde peki?” dedi. Kendimden emin bir şekilde:
“Beyler! Aramızda olmayan Maraşlı şairler, şu an hepsi evlerinde oturmuş şiir yazıyorlardır.” deyince bütün şairlerin yüzü güldü ve program devam etti.
Önce Hanımın Kaynanası
Öğretmenler odasında, hocanımlar bir köşeye, erkek öğretmenler de diğer bir köşeye toplanarak sohbet ederler.
Bir bayram sonrasıydı hocanımlar, birbirleriyle oturmuş dertleşiyorlar:
“Bu bayramda da bizim bey, önce kendi annesiyle başladı. Yahu bir bayram da benim anne, babama önce gidelim, ne olur yani?
“Ay eşim götürmezler, ben de bizimkine, geçen bayram senin anne babana gittik, bu bayram da benimkine gidelim.” dedim.
Kocasının taklidini yaparak:
“Ben arkamdan laf söyletmem, hanım elli dedirtmem dedi. Ben de yarı mutlu yarı mutsuz gittim, ne yapayım?”
“Hepsinin boynu altında kalsın, bunların hepsi böyle, bizimkinin de sizinkinden farkı yok.”
Beni fark eden hocanımın biri:
“İşte biri de burada duruyor. Bana dönerek, Salman Bey sizin bayramlar nasıl geçiyor, önce kimin anne babasına gittiniz?”
Biraz da abartarak:
“Kusura bakmayın hocanımlar ama kocalarınızda da hiç iş yokmuş. Çok kaba insanlarmış. Biz, önce hanımın kaynanasına ve kayınbabasına gideriz.
Hepsi birden sözümü keserek:
“Allah razı olsun senden Salman Bey, insan böyle olmalı. Siz gerçekten çok düşünceli ve farklısınız.” gibi iltifatların bini bir para.
Şunlar uyanmadan şuradan bir kurtulsam derken, hocanımlardan biri birdenbire:
“Kızlar durun hele! Salman Bey, önce hanımın kaynanasına, kayınbabasına gideriz, demedi mi?”
Saf saf:
“Evet!”
“Hanımının kaynanası, kayınbabası kendi anne babası değil mi?”
Her Şeye Burnunu Sokanlar
Pazarcık Endüstri Meslek Lisesi’nin açılışı için, Pazarcık’a gitmiştim. Millî Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel, okulun kurdelesini kesecek. Bakan’dan önce Teknik Okullar Genel Müdürü beraberindeki on beş kişilik heyetle binayı kontrole çıktı.
Yangın köşesinde bütün aksesuarlar tamam fakat kovadaki su simsiyah olmuş. Genel Müdür durdu, kovaya parmağının ucunu soktu; parmağı simsiyah oldu. Parmağına bir baktı, pişman olmuştu aslında. Oradaki müdürlerin hepsi, beyaz mendillerini çıkarıp uzattılar.
Genel Müdür, parmağına tekrar baktı, nerden bulaştık der gibi, ben söze giriverdim:
“Efendim, siz bir parmağınızı soktunuz böyle oldu. Ya her şeye burnunu sokanlar, ne çekiyordur kim bilir?” dedim.
Gülüşmeler arasında Genel Müdür:
“Doğru söylüyorsun!” dedi.
Genel Müdür kendisine söylediğimi bildi de mi doğru söylüyorsun dedi, bilmedi de mi, bilemedim.