Uzayın dört bir yanından getirilmiş kesme taşlarla yapımı tamamlanan şato, Kafdağı’nın kuzey yamaçlarına hakim bir tepeye kurulmuştu. Terasında kaplan derisi koltuğunda oturup boşluğu izleyerek sonsuzluğu içselleştiren Tuğrul Tigin, düşünceli bir halde orta şekerli Türk kahvesini yudumluyordu.
Alışılmış bir gürültüyle destursuz bir şekilde içeri giren Şahmurat Çılgısız:
“Selam yüce Tigin.” dedi.
“Selam Çılgısız, hoş geldin. Yine eteğinde neler var?”
Çılgısız: “Bugün Müzeyyen Senar takıldı dilime.
‘Ben melamet hırkasını
Kendim giydim eynime
Ar ve namus şişesini
Taşa çaldım kime ne hey, haydar haydar
Taşa çaldım kime ne’
Haydar dedim de bir de İran’dan Şehriyar, Haydar Baba’ya Selam söylüyordu. Bu güzel şiir Türkiye’de pek bilinir. Nedense Azerbaycan ve diğer Türk devletlerinin yazarları ne yazsa heyecanlandırıyor Anadolu’daki Türkçüleri. Dışarıdaki, dışarıdan gelen makbul. Onların en basit şiir, roman, öyküleri haddinden fazla yüceltiliyor. Anadolu’da ağzından kuş tutsan yaranamıyorsun. ‘Evdeki danadan boğa olmaz.’ derdi eskiler.”
Tuğrul Tigin: “Bizim meşhur Türkçülerimiz de Anadolu dışından...”
Çılgısız: “Bilirim. Ben yine de Ziya Gökalp derim.
Bu arada düşündüm de, şiir kursu olur mu? Öğretebilir bir şey midir şiir?”
Tuğrul Tigin: “Yapma şiir dedikleri şey öğretilebilir diye düşünüyorum.”
Çılgısız: “Evet, şiir makinası icat olunca bu kaçınılmaz oldu. Sözcükleri doldurup makinanın ayarını yaptığın zaman istediğin şiirler ardı ardına çıkıyor. Fuzuli şiirler, yara şiirleri, anne şiirleri gibi temalı şiirler de çıkabiliyor. Aşk şiiri mi yazacaksın? Topla sözlüklerden güllü bülbüllü sözcükler, bir tutam Fuzuli at ahh etsin, yol ver ateş denizinden mumdan gemiler geçirsin Galip.”
Tuğrul Tigin: “Bir ülkenin gelişmişliği neyle ölçülür?”
Çılgısız: “Tabii ki şiir kurslarıyla. Şiir nasıl yazılır, şiir nasıl yapılır? Bunu öğrenmek için birileri para ödüyorsa orası gelişmiş bir ülkedir artık.”
Tuğrul Tigin: “Peki, şiir ağaçta yetişir mi?”
Çılgısız: “Ah keşke! Şiir ağaçta yetişse çocuklar ağaçlara dadanır bir mısra koparmak için.”
Tuğrul Tigin: “Başka neler yaptın?”
Çılgısız: “Çarşıdan aldım bir Nar, eve geldim kırk beş kitap. On beş şiir, otuz deneme.
Bugün gezintiye çıktım. Arabayı boşa aldım. Hangi yüzyıl olsa fark etmez. Dilimden, ‘Ben melamet hırkasını/ Kendim giydim eynime.’ nağmesi hiç düşmedi. Tabii, ‘Haydar Haydar’ demem bütün zamanlarda yankı buldu.
Az gittim, uz gittim; dere tepe düz gittim. Nihayet göl kıyısında bir ziyafet gördüm. Yemekler iştahla yeniyordu bu eşsiz manzara karşısında.
‘Biraz sonra şiir dinletisi olacak.’ dedi liseden terk bir şiir sever. Bir kalabalık var ki sorma gitsin. Yirmi kişi kadar has şiir dinleyicisi merakla bekliyordu şiir okuyacak on beş şairi.
Ayakkabılarının bağcıkları çözülmüş bir kadın, ‘Bu adama solcu diyorlardı? Burası sağcı-muhafazakâr bir belediyenin organizasyonu, bu nasıl olur? Belediye muhafazakâr olduğundan soldan kimseyi çağırmaz. Haydi diyelim ki çağırdı, solcu olan muhafazakâr bir ortamda şiir okumaz.” dedi hayretini dile getirerek.
Başında sarı şapkası olan adam: ‘İki şık da gerçekleşmiş. Demek ki burada bu işten nemalanan birileri var, onlar ayarlamıştır bu buluşmayı.’ dedi bilmiş bilmiş.
Çocuğunu kucağında taşıyan kadın, ‘İyi de olmuş, ne güzel şiir dinleyeceğiz.’ dedi.
Esmer güzeli kadın, ‘Gürültü etmeyin abe! Sanata saygılı olun.’ dedi ciddi ciddi.
Başı üç numara traşlı Erzurumlu bir genç, ‘Az müsaade.’ diyerek ilerlemeye çalışıyordu.
Orta yaşlı bir amca ince kravatını düzelterek, ‘Ne acelen var delikanlı, birazdan başlayacak program, otur bekle.’ dedi.
‘Ya ben şu sakallı ağabeyin elini öpmeye gideceğim. Sakalına gurban olim, Alvarlı Efe’nin müridi mi ne?’ dedi Erzurumlu genç adam.
İnce kravatını düzelten orta yaşlı adam, ‘Otur be delikanlı, o dediğin programdan sonra olur.’ dedi biraz da kızarak.
Mavi gömleğinin düğmeleriyle oynayan orta yaşlı adam: ‘Sakallı adam var ya işte o imgelerle oynayan bir çocuk. Şiirlerini bir imgenin etrafında örüyor. Çağrışımları insanı zengin edecek cinsten, bilmem kaç dolar ediyor. Şiirleri denemesiz ama denemeleri şiir. Gerçekçiliği bile ironik.’ dedi kendini kasarak.
‘Ben de biliyorum.’ dedi saçı biryantinli genç. ‘Varoluşçuluk tadındadır yabancılaşması, kalabalığın içindedir bir yere sığdıramadığı yalnızlığı ve kimsenin kendine yakıştıramadığı ölüm. Sevgi, hüzün ve dostane ilişkiler. Solcu ama kimseyle kavgası yok. İlgi çekici değil mi?’ dedi.
O sakallı olan şair şiir okuduğunda herkes sustu. Keşke fonda ney olsaydı, daha uhrevi olurdu. Hem iyi hem de bir üretken şair. Herhalde Tarık Buğra’nın ‘Düşman Kazanma Sanatı’ kitabını okumuş. O yüzden düşmanı yok. Herkesle dost, herkesle iyi. Oysaki, ‘Düşmanı olmayandan kork.’ derdi koca pir.”
Tuğrul Tiğin: “Dudu Sultan, koy bunu da Türkiye dosyasına.”