ALACA KARANLIKTA GÖLGE OYUNU

/Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr/ Tevfik Fikret

I/
Kent blok çemberi ben çelik çomak
Dört yanım boşluğun göz kapakları
Heybemde azık yok, yollar çok ırak
Kırdım, kem küm eden taş plakları
Mezarlar üstünde, mezarsız gezdim
Ufukta batmayan bir gün görmedim
Giden yere çalmış, gelen çiğnemiş
Reklam alanında yüzüm gülmemiş
Yaşam boyu vergi, harçlar ödedim
Klonlanmış taksit, borçlar ödedim

Aşınmış sözcükler, merhamet ayıp
Hak: mevsim kırığı, dilsiz ve kayıp

II/
Bir yanda dijital, polyester bir düş
Kolonlar kum mantar taşıyıcı yok
Bir yanda kuyruklu topal at ölmüş
Çürümüş vaadler, kör-kütük stok
Çala çakır kuşlar, tedirgin, ürkek
Ödünç bir neyle raks eder zerzek
Muhabbet bir efekt, vefa bir hayal
Boş keşkül baş tacı, vefa bir masal
Yargılar med-cezir; kavisli, öksüz
Temyizler sır olmuş; itidal dümdüz

Şu felçli dünyanın kulpunu bulsam
Tam orta merkeze bir kilit vursam

III/
Nevrotik vakadır gamzesi güzün
Kıraç tarla bir çöl, köyler boşaldı
Maskesi tüy acun, esrik yüzsüzün
Hesaplar, şimdiden mahşere kaldı
Sahne; ‘orta oyun’ ve dilsiz suflör
Soğuk kulislerde bekler baş dublör
Onur, kipli replik, sonsuz bir elem
Issız mezatlarda kaybolmuş kalem
Ters dönmüş laleye kırağı düşmüş
Bir morgdan sarkan ele dönüşmüş

Döner sermayeymiş yağım olursa
Büyük makamlarda dayım olursa


IV/
Vicdana yaslanan pas’tan anlayan
Tabip çoktur ama merhemi yoktur
Buruşmuş sisli gök, plastik tavan
Santrallar varsa da termiği yoktur
Etik, erdem, sevi… Yazıyla tura
Mal, padişah olmuş, vezirse çıra
Uçup gitmiş usul, hokkabaz haklı
Aşlar yağsız-tuzsuz, sular çoraklı
İçbükey aynada huysuz bir keder
Ateşîn sularda yanmış semender

Eloğlu her söze bir belge ister
Göstersen yine de genelge ister

V/
Başım dik yokluktan eğridir belim
Kovmuş yelkovanlar canı, cananı
Kavrulmuş toprakta nasırdır elim
Akrepler bir olup sokmuş zamanı
Damda ahraz felek, teyelli varoş
Evler hiyeroglif, pörsümüş sarhoş
Bu barbar çöllerde her vaha pusu
Sarp ejder ağzıdır her su kuyusu
Tüm meta postunu serdim pazara
Köşeyi dönmeden geldim nazara

Kötürüm sevdalar içimde bir ah
Elveda demeden gitti mihrimah

VI/
İlk vatanım beşik, sonum kabirdir
Sahilsiz ummanda daldım sulara
Parseller dokuztaş, insaf birdirbir
Kösnül kuş tünemiş beton yulara
Lokma yedim muhannetin elinden
Kurtulmadım sonra diken dilinden
Yediklerim bir bir samana döndü
Bacadan çıkmayan dumana döndü
Tasam çoğaldıkça ömrüm kısaldı
Bahçemdeki son dalı samyeli kırdı

Deli Dumrul gibi sırt üstü bekler
Kapital, global, tüm köstebekler


VII/
Bir biley taşında, kör paranoyak
Türlü desiseler, düzenler gördüm
Neye yarar böyle yarım yaşamak
Umut levhasını ezenler gördüm
Kimi kendi malın yiyemez salak
Kimisi kör, topal, hasta, yatalak
Solfejler, ritimler, lehçeler bozuk
Dirhemler sikkeler akçeler bozuk
Nasıldır gökyüzü, nasıldır bahar
Kuklalar onların kalbiyle oynar

Bulgur pilavına suni yağ saldık
Pınar başlarında gazoza daldık

VIII/
Bu zaman aşımı, sessiz duvarlar
Faizler yükselmiş sulardan derin
İcra memuruyla terki terk başlar
Beti benzi solmuş iskelet kentin
Faydası olmuyor eczanın, hapın
Kıymeti kalmadı samanın sapın
Umut ikliminin kuşları susmuş
Çeşmibülbüllerin ağzı kurumuş
Mutlu çağlar bizi dışlamış artık
Yalanın hasadı başlamış artık

Döner yıldızların en sık yerinde
İncecik ünlemler ısırgan bende

X/
Gün battı, kuş uçtu, su akıp gitti
Lamba boyun büktü, fitili yasta
Mutluluk, vedasız beni terk etti
Felek zehir sundu hep altın tasta
Ruhuma sığmadı çektiğim azap
Onurum kırıldı, düşlerim harap
Şaklıyor kırbacı, karın boranın
Açılmış kutusu şer pandora’nın
Uzak aynalara vurmuş karanfil
Kırık-dökük eşya farkında değil

Bunlar yaban aksan; yergi otudur
Ve yarım yamalak taş yağmurudur


Yorumlar - Yorum Yaz