Nasreddin Hoca ve Konya kadısının yaptığı son şiir müsabakasıyla ifşa olan Selçuklu matbuatının madrabazları sahtekârlıktan bir bir hapishaneyi boylamıştı. Günlerce bu olay hem yazılı matbuatta hem de Konya’daki tüm sohbet meclislerinde gündemden düşmedi.
Efsuni Baba, Fakızade Dursun ve Cihangir Efendi’nin Kardelen Ayşe Hatun olarak arzıendam etmesi milletin diline düşmüştü ve artık herkes ona “Zenne Dursun” adını takmıştı.
Farklı mecmualarda Nasih Efendi, Muasır Efendi, Celal Cahit Efendi, Kadim Efendi isimleriyle adeta Konya matbuatını tek başına idare eden Nukud Efendi’ye de “Bin Bir Surat Nukud” ismi takılmıştı.
Nasreddin Hoca ise halkın gözünde bir evliya olarak şöhret bulmuştu. Bu kadar şeytanlığı ancak bir evliyanın ortaya çıkarabileceği, bunun Nasreddin Hoca’nın bir kerameti olduğu dilden dile dolaşıyordu. Hoca ise bu durumdan rahatsızdı. Nasreddin Hoca bu işten aklanıp çıkmıştı ama bunda en büyük emek Cafer Efendi’nindi. Onun bir hafiye gibi çalışması birçok olayı aydınlatmıştı.
Hoca mecmuadaki işlerini Cafer Efendi’ye devretmişti. Kendisi artık Selçuklu sultanının hususi meclisinde gerçek ediplerle edebi sohbetlere katılıyordu. Ancak burada da yağcılık, birbirinin önüne geçmek için yapılan ayak oyunları da Hoca’nın midesini bulandırmıştı. Koca koca adamlar Allah’ın verdiği bir yeteneği dünyalık menfaat elde etmek için kullanmaktan hiç mi hiç çekinmiyorlardı. Hatta kimisi de Arap ve Fars şairlerinin şiirlerinden apardıkları beyitleri, mazmunları kendi öz mallarıymış gibi sunmaktan da çekinmiyorlardı.
Ayrıca daha dün Nukud Efendi’nin farklı isimlerde açmış olduğu mecmualarda birbirlerine salya sümük saldıran erbab-ı kalem şimdi kuzu sarması olmuş hep bir ağızdan Nukud Efendi ve Zenne Cihangir’e saydırıyorlardı. Kardelen Ayşe Hatun’a âşık olan ve ona gazeller, kasideler yazan birçok kerli felli şair de şimdi onun bir kadın olsa ne kadar hafif meşrep bir aşüfte olacağından dem vurarak mecmualarındaki köşelerinde ahlak dersleri vermeye başlamıştı.
Bu olayların üzerinden iki ay geçmemişti ki Bin Bir Surat Nukud Efendi ve Zenne Cihangir, araya hatırı sayılır adamlar koyarak yaşlarının geçmişliğinden bahisle hapisten çıkmışlardı. Bu son durum da Hoca’nın adalete olan inancını zedelemişti. Daha dün onlara hakaretler eden kalemler bir anda ağız değiştirmişler ve “adalet yerini buldu, hatadan dönüldü, adalet bir kez daha vicdanları güldürdü” manşetleri atarak altına da methiyeler düzmeye başlamışlardı.
Hele hele Zenne Cihangir diye dalga geçtikleri Cihangir Efendi’ye ve onun müstearı olan Kardelen Ayşe Hatun’a da sahip çıkılmış, onun bir ahlak abidesi ve ahlak muallimi olduğundan dem vurulmaya başlanmıştı. Güya o insanlara bir ders vermişti. Bu arada Hoca’yı “evliya” olarak niteleyip bu şeytani planları ancak Nasreddin Hoca gibi bir evliyanın kerameti bozabilirdi diyenler şimdi Hoca’ya selam dahi vermekten imtina ediyorlardı. Hatta birkaç erbab-ı kalem Hoca’ya:
“Aman Hoca Efendi, sana saygımız sonsuzdur ama bu adamlar dışarı çıktıktan sonra şerlerinden emin olabilmek için senden uzak durmamız lazım. Sen evliya meşrep bir adamsın bunlar sana değil bir, bin tuzak daha kursalar sen yine kurtulursun. Bizim böyle bir meziyetimiz yok, kimse bize gaipten haber getirmez. Aman bizi mazur gör.” diye maruzat bildirip hemen onun yanından uzaklaşıyorlardı. Artık Hoca’yı saraydaki şuara meclislerine de çağırmıyorlardı.
Tüm bunlar üst üste gelince Hoca payitahtı terk etmeye karar vermişti. O Akşehir’i ve oradaki sade hayatı özlemişti. Bir gün buradan kimseye haber vermeden çekip gitmeyi kafaya koymuştu. İlk önce bütün işleri ve mecmuasını Cafer Efendi’ye devretti.
Hoca çoktandır “Memleketi özledik!” diye başının etini yiyen eşini ve çocuklarını da Akşehir’e giden bir kervan ile gönderdi.
Bu arada kendisine Akşehir mutasarrıfından bir davetname gelmişti. Mutasarrıf Efendi, Hoca’yı kızı Fadime Hatun’un düğününe davet ediyordu. Bu son davet üzerine Hoca hemen Konya’da edindiği gayrimenkullerini de Cafer Efendi’ye sattı, kendisine bir eşek aldı ve Akşehir’e doğru yola çıktı.
Bu esnada aklına bir muziplik geldi ve eşeğinden inip bu defa ona ters binerek tekrar yola koyuldu.
Hoca yolda kendisini tanıyan bir adamla karşılaştı. Adam, Hoca’nın eşeğe ters binmiş halini görünce merakla sordu:
“Hoca eşeğe ters binmişsin. Nereye böyle?”
Hoca gülerek:
“Arkamı kollayayım dedim.”
Adam şaşkın şaşkın:
“Niye ki?”
Hoca:
“Neden olacak, şairlik hevesiyle buralara geldim. Başıma gelmeyen kalmadı. Şimdi bu entrika dolu memleketi terk ediyorum. Ne olur ne olmaz diyerek ben yine de arkamı kollayayım dedim.”
Adam:
“Peki nereye gidiyorsun?”
Hoca:
“Akşehir’e gidiyorum.”
Adam tebessüm ederek:
“Ben de Akşehirliyim Hoca. Yoksa Akşehir mutasarrıfının kızı Fadime Hatun’un düğününe mi gidiyorsun?” diye sordu.
Hoca biraz düşündü. Sonra o günlerde meşhur olan Tayfurizade Ferdi Efendi’nin bir gazelini kendine uyarlayarak başladı gazel atmaya:
“Hey hey! Ne ümitle geldik koca şehire
Rastlamadık bir vicdan-ı tahire
Allah sonumuzu hayır getire
Abooo!
Hadi gel karyemize avdet edelim
Fadime Hatun’un düğününe icabet edelim
Hey hey! Dursun zenne olup bir fistan giymiş
Alavereyi bir uyanıklık saymış
Verdiği er sözünden hemencik caymış
Aboooo!
Hadi gel karyemize avdet edelim
Fadime Hatun’un düğününe icabet edelim
Hey Hey! Nukud derler bin bir surat bir âdem
Bazen ceviz, bazen armut, bazen de badem
Bu cıfıtın olduğu yerden bırakın gidem
Abooooo!
Hadi gel karyemize avdet edelim
Fadime Hatun’un düğününe icabet edelim
Erbab-ı kalem birbirine durmuşlar
Kalemleri silah edip vurmuşlar
Menfaat için bir birini kırmışlar
Abooo!
Hadi gel karyemize avdet edelim
Edepsiz, hikmetsiz edipliği nidelim
Bir başkadır Akşehir’in havası
Gözümde tütüyor isli tavası
Bize göre değil şu payitahtın ovası
Aboooo!
Hadi gel Akşehir’e kaçalım
Akşehir gölüne yoğurt çalalım
Adam, Hoca kafayı yedi diyerek oradan uzaklaşmaya çalışırken bir yandan da Hoca’nın gazelini dinleyip ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Hoca artık gazelin son beytini tekrarlamaya başlamıştı. Adamcağız birden olduğu yerde durdu. Hoca’nın sözlerini düşündü. Evet, sonuna kadar haklıydı. Birden kararını değiştirdi ve Hoca’ya doğru koşmaya başladı. Bir yandan da Hoca’ya bağırıyordu:
“Hoca, beni de bekle. Akşehir’e beni de götür! Ya beni de götür ya sen de gitme!”