Uzun yılları Antep’te geçmişti ve kendi becerileriyle öğrendiği ustalığı onu araba tamiratından, jeneratöre, motordan elektrik santrallerine hemen hemen her alanda söz sahibi yapmıştı. Bunlardan dolayı kendisine Antepli Usta denirdi. Şimdi de aylardan beri uğraştığı hidroelektrik santralinin yapımı tamamlanmıştı. İlk defa bölgedeki evleri elektrikle tanıştırmanın mutluluğunu yaşıyordu.
Ustanın elleri kadar dili de nükte yapmada maharetliydi. İşte böyle tüm neşesinin ve nüktedan tavrının üzerinde olduğu bir gündü. Ortalık sessiz ve sakindi. Mangalı getirip ceviz ağacının altına koydu koydu, masa ve sandalyeleri ayarladı. Arkasından içeri girip:
“Hanım bugün güzel bir kebap yapalım. Ne dersin?” dedi.
Hanımı hafif dudağını bükerek:
“Etleri hazırla diyorsun yani!” diye cevap verdi. Usta:
“Şu senin anlayışına hayranım.” diyerek dışarı çıktı, mangalın başına geçti.
Şişler yavaş yavaş pişmeye başlarken kadının gözleri ceviz ağacında beliren sincaba takıldı. Ustaya dönüp:
“Bak biz uç dallardaki cevizleri çırpamadık. Sincap orada, iş başında. Allah onun rızkını da öyle vermiş.” dedi. Usta: “Doğru” diyecekti ki bir şangırtıyla laf ağzında kaldı. Kafasını çevirince bir kedinin ete saldırdığını gördü. Antepli’nin azarlamasıyla kedi, ağzına aldığı şişi bırakarak hızlıca oradan uzaklaştı. Antepli yerdeki şişi eline aldı; evirdi çevirdi: “Bu rızktan çıkmış.” dedi. Oturdukları yerden biraz uzakta etleri şişten çıkardı:
“Al, aha sana et. Bir daha da yaklaşmayasın ha! Bak külahları değişiriz.” diyerek yerine oturdu. Kedilerin miyavlama sesleri ortalığı çınlatıyordu. Ne oluyor diye bakmak için yerinden kalktı. Hayretler içinde kaldı. Bir kedi on kedi olmuştu. Büyük siyah olanı, etin başına geçmiş, öbürlerini yaklaştırmıyordu. Arada bir et parçasının birini alıyor ve öbürlerine gözdağı veriyordu.
“Şuna bak be hanım, öbürleri çok ama yok! Siyah kedi gözdağı vererek işi götürüyor. Demek ki bu sistem her yerde aynı. Büyük balık küçük balığı yutar hesabı. Ben dinamoların ustalığını iyi bilirim, elektriğin artısını, eksisini, topraklamasını iyi bilirim. Kebabın en güzelini ben yaparım amma bu insan ilişkilerine pek aklım ermez.” dedi. Kadın manzaraya göz ucuyla bakıp:
“Ben salata yapmaya gidiyorum. Kebapları yakmayasın ha!” deyince usta hemen yerinden fırladı, şişleri çevirdi. Bir süre sonra pişenleri koymak için tabak lazım oldu. Yerinden kalkıp eve doğru yönelmişti ki ikinci bir şangırtıyla irkildi, kara kedi etli şişi kaptığı gibi sıçradı. Usta ne kadar bağırıp çağırsa da fayda etmedi. Kara kedi, gözden kayboldu. Usta kafasını sağa sola çevirdi:
“Ulan ben de Antepliysem, senin hesabını sorarım.” dedi. Hamını mangalın başında bırakıp evin arkasında top oynayan çocukların yanına gittti. Çocukları karşısına alıp:
“Kedilerin iyi para ettiğini biliyor musunuz?” dedi.
Kimisi “Yok!” dedi, kimisi “cık” diye bir ses çıkardı. Usta:
“Çin pazarı kurulmuş, iyi de para veriyorlar kedilere.” dedi. Çocuklardan birisi:
“Kediyi ne yapıyorlar ki?” diye sordu. Ustadan önce başka bir çocuk:
“Yiyorlarmış oğlum.” dedi.
“Kedi yenir mi?” dedi birisi. Öteki:
“Bizim öğretmen anlattı, onlar daha neleri yerlermiş.” diye cevapladı. Usta:
“Haydi, etraftaki kedileri toplayın, satalım.” dedi. Çocuklar peş peşe sorular sormaya başladılar:
“Kime satacağız, nerede bu pazar, kaç kira?” Usta:
“Siz toplayın ben götürür Çin pazarında satarım. Kaç liraya alırlarsa paranızı veririm.” dedi.
Çocuklar biraz düşündükten sonra “Tamam, gidiyoruz.” dediler. Koşarak uzaklaştılar.
Antepli eve döndüğünde sofra hazırdı. Kebapları afiyetle yediler. Sofrayı toplarken kapı çalındı çocuklar ellerinde torbalarla gelmişti.
Antepli, çocukların ismini sırayla bir kâğıda yazdıktan sonra torbaları numaralandırdı. Derken on kadar oldu. On numaralı kedi ağırdı. Torbanın sahibine:
“Bunda iki kedi mi var?” diye sordu. Torbayı getiren çocuk:
“Hayır, benim kedim kedilerin kralı.” dedi. Usta:
“Kara kedi mi yoksa?” diye sordu.
“Evet.” dedi çocuk. Usta imalı imalı gülümseyerek:
“Kara kedi gerçekten kral. Bakalım Çin’de de krallığı sökecek mi?” dedikten sonra torbaları arabanın bagajına doldurdu. Hanımına:
“Sen çayı koy, benim küçük bir işim var.” deyip gaza bastı. Çocuklar arkadan bakakaldılar. Değirmendere’nin hizasına gelince bagajı açarak torbaları çıkardı. Tek tek ağızlarını çözerek kedileri serbest bıraktı. Sıra kara kediye gelince:
“Seni tek başına Göksun’a bırakmam lazım ama neyse” dedi ve onu da bıraktı. Arabayı eve doğru sürdü. Eve geldiğinde çay hazırdı. Bir bardak doldurup ceviz ağacının altındaki sandalyeye kuruldu. Tam ilk yudumu almıştı ki “miyav” sesiyle geri püskürttü. Önde kara kedi, arkada diğerleri koşarak bahçeye girdi.