Küçük pencereden bir baş uzandı: “Beş kalıp, Kaplanlar Tekstil!” Bunun üzerine Hasan Usta:
“Hadi Şıh, beş kalıp buz ver” dedi. Şıh hırslıca ayağa kalktı: “Hadi Şıh, kalk Şıh, buz ver Şıh, şunu yap Şıh, beyefendiler oh! Gel keyfim gel!” diye söylenerek buzu vermeye gitti. İşi bitince gelip Hasan Usta ile Hacali Usta’nın yanına oturdu. Hacali Usta tabakasını çıkardı, bir Hasan Usta’ya bir de Şıh’a sigara uzattı. Çakmağı çakmadan Hasan Usta’nın gözüne bakarak:
“Yahu Hasan Usta’m ben hep merak etmişimdir, bu muhterem zata niye Şıh demişler?” diye sorunca, Şıh oradan kükredi:
“Verdiğin bir yumurta, canım aldın dürte dürte!” Hasan Usta:
“Hele şu sigaraları yak da ben anlatayım” dedi. Hacali Usta sigaraları yaktı. Hasan Usta:
“Karnımız da acıktı ama biraz daha bekleyelim” dedi. Şıh:
“Beklemesi batsın, açlıktan öleceğiz. Doğru dürüst bir şey yemeye yemeye dirgene döndük zaten!” diye ekledi.
Hacali Usta durdu duramadı:
“Gerçekten niye Şıh demişler?” diye sorusunu tekrarlardı. “Şıh’ın bir kerameti olmalı. Şıh’sa biz de gereğini yapalım.” Hasan Usta:
“Bunun işi karışık”
“Çok mu karışık?”
“Kendi ölü değil sağ, aha kendine sor!” Şıh la havle çekerek başını çevirdi. Hasan Usta imalı imalı gülümseyerek:
“Bu, mahallede avratların kahve falına bakarmış, bir iki dediği de çıkınca bayağı ünlenmiş, zorla para da veriyorlarmış, oradan adı Şıh kalmış.” dedi. Hacali Usta, Şıh’ın üzerine gidip onu kızdırmak için:
“Tövbe Yarabbi tövbe! Niye erkeklere bakmıyor da kadınlara bakıyor Hasan Usta? Varsa öyle bize de göndersin bir bakışta değil kızın, tüm sülalesinin gelmişini, geçmişini anında sayarım ben. Bulmuş fidan boylu, ceylan bakışlı kızları yutturuyor demek ki.” dedi. Hasan Usta da Hacali Usta’dan geri kalmıyordu, Şıh’ı göstererek:
“Senin haberin yok Hacali Usta, bu avradı bile kaçırırken kadın elbisesi giymiş.” dedi bu defa. Hacali Usta:
“Deme yahu! Erkekliği nereye bırakmış da kadın elbisesi giymiş? Tuh tuh tuh, şanımıza getirdiği lekeye bak!” diyerek Şıh’ın damarına bastı. Şıh daha fazla dayanamadı:
“Vay şanınıza boh olsun aha ben gidiyom!” diyerek yerinden hızlıca kalkmak istedi, Hasan Usta onu kolundan yakaladı:
“Otur hele seninle işimiz var” diyerek geri çekti. Bu orada bir müşteri iki buz istedi. Şıh, kolunu Hasan Usta’dan kurtarıp buzu vermeye gitti. Şıh buzhaneye girdikten sonra Hasan Usta, usulca yerinden kalkıp kapıyı kapatıverdi. Kapının içeriden açma kolu yoktu. Kısa süre sonra Şıh, kapıyı tıklatmaya başladı. Kapı açılmadı, çok geçmeden içeriden tak diye yüksekçe bir ses geldi. Hasan usta, kapıyı yarım araladı, sesini yükselterek:
“Ne o tavuk cücüğüne dönmüşsün, zingir zingir zingirdiyon, ne yaptın sen, buzu da kırdın be Şıh!” diye çıkıştı.
Soğuktan üşüyen Şıh:
“Buzunuz batsın beni öldürüceniz mi? Evden kaçtım zaten burdan da mı kaçıyım?” diye ağlamaklı bir şekilde serzenişte bulundu. Hasan Usta:
“Bak Şıh, evden niye kaçtığını, bir de yengeyi nasıl kaçırdığını anlatırsan, kapıyı açacağım” dedi. Şıh tir tir titreyerek:
“Tamam, tamam be gardaşım, anlatacağım, aç kapıyı!” dedi.
Hasan usta kapıyı açınca, Şıh gelip bir köşeye oturdu, derin bir “offff!” çektikten sonra Hacali Usta’dan bir sigara alıp yaktı. Dumanını Hasan Usta’ya doğru üflüyordu. Hacali Usta, Şıh’a anlat dercesine:
“Hadi bakalım” dedi.
Şıh kafasını evirdi, çevirdi:
“Belli, sizden kaçış yok.” dedi, anlatmaya başladı. “Ablamın kocası ölünce şehre göçtük. Faho diye bir adamın alt katında oturuyoruz. Adam da sonradan şehre gelenlerden. Kilis’in kaçak basmalarından zengin olmuş, parası çok. Üç katlı bir evi var. Üst katta avradın biri, öbür katta biri, bizi de el altı gibi kiracı aldı. Bana da dedi ki: ‘Oğlum evin ihtiyaçlarını karşıla, ben sizden kira mira istemiyom.’ Benim de canıma minnet, gül gibi geçinip gidiyoruz. Bir gün bacım evi temizleyince küçük avrat demiş ki ‘Delikanlı da gelsin, yemeği bizde yiyelim.’ Küçük avradın bir kızı var ki, bir içim su. Çıktık yukarı, elinizin artığı ne güzel bir sofra… Yemekler yendi, çaylar içildi, arkasından o selvi boylu kız kahve getirmez mi! Kahveyi, hele Türk kahvesini çok severim. Kahveyi uzatırken hafif bir gülmesi, ah ölem ben! Duvar halılarının üstünde kahve içen Acem kızlarının resimleri geldi aklıma. Abla kahvesini ters çevirdi, meğer ablam: ‘Bizim oğlan kahve falından iyi anlar.’ demiş.”
Anlatılanları keyifle dinleyen Hacali Usta bir sigara daha yaktı, üç tane çay doldurdu:
“Görüyon mu Hasan usta, adam tam Ferhat olmuş canım!” dedi gülerek. Hasan Usta:
”Boşuna mı Şıh demişler? Devamını da dinle hele.” dedi. Şıh:
“Neyse fincanı çevirmeden önce bir bardak su istedim, ela gözlerine yakından bir bakayım, bir de elinden su içeyim diye. Suyu verirken parmağımı eline hafif değdiriverdim. Şimdi elektrik diyorlar ya, öyle bir şey olacak mı diye! Aman Yarabbi, sanki ceryana çarpıldım. Hacali Usta, benim cahallığıma bakman! Ben hayatın içinde ene kalka, ezile büzüle cinin yattığı yeri bilir oldum. Ahacıma getirin şu tahsillileri, cebimden çıharayım!” Olayın devamını merak eden Hacali Usta:
“Cebini boş ver hele, sonra?” dedi. Şıh:
“Kız da bana karşı boş değil amma fazla düşkün de değil. Fincana bir baktım, bir tarafta bir göç olmuş, uzak bir yere yolculuk var, o da aile büyüklerinden biri.” dedim.
“Nereden biliyon?” dedi Hasan Usta. Şıh:
“Yahu nereden bilecem, ablam birkaç gün önce, ‘Senin Faho Umre’ye gidecekmiş.’ dedi. Ben de bunun üstüne verdim veriştirdim. Aradan zaman geçti, geçmedi, kadın bizim öyle bir reklamımızı yapmış ki ev ziyarete döndü. Kahve alan geliyor, alan geliyor! Hem kahve getiriyor hem de zorla para bırakıp gidiyorlar, dediğimiz de çıkıyor.”
“Nasıl çıkıyor?” dedi Hacali şaşkınlıkla. Şıh gülümsedi:
“Yahu ev küçük, ablam önce beklemeye alıyor, sonra orada biraz sohbet ediyorlar. Tabii sohbet içerden duyuluyor. Kahveyi içip ters çevirince sayıyorum ben duyduklarımı. Nasıl bildi diye konuşarak gidiyorlar. Kadınlar, kızlar doluyor eve. Bu defa ev sahibinin kızı bizim üstümüze düşmeye başladı. Niye düşmesin ki, gözel gözel kızlar geliyor. Bir gün bana dünürcü geliyor diye beni kıstırdı. ‘Ya istet ya da ben başkasına gideceğim.’ dedi. Baktım olmadı, ablamın yanına birini kattım, dünürcü gönderdim. Faho ne dese beğenin? ‘Ulan Şıh mıdır nedir çorapsızın teki! Benim ona verecek kızım mızım yok. Evi de acele boşaltsınlar’” demiş.”
“Ne yaptın peki?” dedi Hasan Usta. Şıh:
“Bayağı paramız olmuştu. Sistem böyle çalışıyor ya, namuslu olmaya ne gerek var! Evden çıktık, daha kenar bir yerden şimdiki gecekonduvari evi aldık. Kimse bakmazdı o zaman buraların yüzüne.” Hacali Usta merakla:
“Peki kız ne oldu?” diye sordu. Şıh:
“Kızdan durmadan haber geliyor. Bir gün bir Murat 131 araba ayarladık. Ben bir kadın elbisesi giydim. Yoksa erkek olarak içeri girmem mümkün değil. O saatte kızı da dışarı bırakmazlar. Aldık kızı çıktık dışarı. Kaçtık göçtük olmadı. Kızın yaşının dolmasına bir ay var. Köy köy dolaşıyok. Sonunda kızın yaşı doldu da bir köşede evleniverdik.”
“Sonra?” dedi Hacali.
“Sonra Faho haber göndermiş o kızı orda bırakmam diye! Ben de mektup yazdım, hangi paralarınan o mübarek yere gidecen diye. Beni rahat bırakmazsan ben de seni rahat bırakmam. Miden haramınan dolu.” dedim.
“Peki dönünce ne yaptı?”
“O işi bıraktı. Aradan zaman geçince de barıştırdılar bizi.” Ustalar Şıh’ın anlattıklarına epeyce güldüler. Hasan Usta aklına bir şey gelmiş gibi:
“Bugün niye evden kaçtın, daha dün gelmedin mi zaten?” dedi. Şıh içinde ne varsa dökmeye niyetliydi:
“Yahu Hasan Usta, biliyon iki aylığına mercimeğe gettim. Tabii avradı da göresimiz geldi. Dün akşamüzeri geldim eve. Geldiğimi duyan komşular hemen hoş geldine geldiler. Çaylarını verdik, tam yolcu ettik, derken bizim bacanak geldiğimi duymuş “Selamünaleyküm” diyerek ailecek çıka geldi. Eyvallah, onları da ağırladık, gönderdik. Saat gecenin on ikisi. Tam onlar kapıdan çıkarken, bir de baktık köyden bizim dayıoğlu arabasını kapıya çekti. Dayıoğlu bir, hanımı iki, bir kızı bir oğlu etti mi dört. Dört de biziz sekiz. İki oda sekiz kişi. De ne halt edersen et! Gelene get demek bizim töremizde yok!”
Hasan Usta:
“Ne yaptın peki?” diye sordu. Şıh:
“Yahu ne yapacam, oğlak ağılı gibi dolduk üst üste. Sabahı zor ettim. Sabahleyin kimse uyanmadan erkenden kalktım:
“Avrat şu ekmek parasını al! Ben gidiyorum dedim.”
“Nereye?” dedi.
“Neresi yok hatun, azan Şıh’ın evine, tezen Şıh’ın evine! Danayı büvelek tutmuş o da Şıh’ın evine!” dedim ve çıktım.