Mahkeme edilmek üzere Kadı’nın huzuruna çıkarılan Nasreddin Hoca neye uğradığını şaşırmıştı. Kadı, Hoca’yı mütemadiyen süzüyor, elini arada bir önündeki rahleye vuruyor ve sadece:
“Cık cık cık, yazık!” diye bir ses çıkarıyordu.
Hoca, Kadı’nın bakışına da çıkardığı seslere de elini ikide bir rahlesine vurmasına da iyice sinir olmuştu. Tam ağzını açacak oldu ki kadı gürledi:
“Şu koskoca adamın düştüğü duruma bak, yazık hem de çok yazık” dedi. Hoca bu sözleri kendi masumiyetine yorumlayarak:
“Haklısınız Kadı Efendi, acınacak haldeyim.” dedi. Kadı hiç istifini bozmadan:
“Evet acınacak bir haldesiniz Hoca Efendi.” dedi.
O esnada mübaşir Hoca’dan şikâyetçi olanları da Kadı’nın huzuruna aldı. Kadı şikâyetçileri tek tek dinledi. Ev sahibi ödenmeyen kirasını, esnaf ödenmeyen borçlarını, talebe de şiirinin yayınlanmayan şiiri için verdiği parayı geri istiyordu.
O esnada Kadı, kenarda bekleyen genç bir adama sordu:
“Efendi senin şikâyetin nedir?” Hoca’nın yüreği pır pır ediyordu. Bu adamı hiç tanımıyordu. Ona ne yaptım acaba diye düşünürken adam:
“Kadı Efendi, ben üdeba ve şuara namzediyim. Duydum ki Mecmua-yı Nasreddin Ser Muharriri Hace Nasreddin mecmua neşrederken milleti dolandırmış. Ben de gelip davayı izleyeyim de az tecrübe edineyim, dedim. Mâlum-ı âliniz artık devir bozuldu. İnsanın yaşına, dişine, kavuğuna, cübbesine bakıp aldanmak da var. Ben mahkemeyi izleyeceğim. Ders olsun babından.”
Nasreddin Hoca kıpkırmızı olmuştu. Kadı da bir yandan Nasreddin Hoca’yı diğer yandan da müştekileri izliyordu. Sonra genç adama döndü:
“Otur bakalım namzet efendi, sessizce izle bakalım ne çıkacak bu işten?” Kadı, Nasreddin Hoca’ya döndü:
“Eeee Hoca Efendi şikâyetleri duydun söyleyecek bir sözün vardır herhalde. Söyle bakalım şimdi de seni dinleyelim.”
Nasreddin Hoca, derin bir nefes aldı, yutkundu ve söze başladı:
“Efendim, bendeniz Akşehir Medresesinde dersiam iken yazdığım eş’arın neşri için Konya’daki bazı mecmualara müracaat ettim. Mecmuaların neşriyat eminlerinin her biri benimle alay eder gibi bir bahane uydurdu ve eş’arım neşredilmedi. Ben de kızdım bir mecmua çıkarmaya karar verdim. Akşehir’den kalkıp buraya geldim ve burada bu işleri yapan Nasih Efendi nam birisiyle anlaştım. O da arkadaşı Behlül Efendi nam birisiyle bana yardım etti. Mecmua neşredildi hatta bayağı ses getirdi.” O sırada orada hazır bekleyen Subaşı devreye girdi.
“Kadı Efendi, Nasih Efendi dediği üçkâğıtçı Köse Behlül’ün ortağı Gâvur Nesim’dir.”
Kadı bu sözleri duyunca baştan ayağa kıpkırmızı oldu:
“Bre Hoca bula bula koca Konya’da bu ikisini mi buldun? Desene sen yanmışsın! Şimdi gerisini ben anlatayım. Bu ikisi esnaftan malzeme aldı ve senden parasını peşin aldığı halde ödemedi. Evi satın aldım dedi ama evi satın almayıp kiraladı. Bu talebeden bile para aldı ama şiirlerini neşretmedi. İla ahir…” Hoca’nın gözleri fal taşı gibi açılmıştı:
“Evet, aynen öyle oldu Kadı Efendi, nasıl bildiniz?” Kadı arkasına yaslandı ve sakalını sıvazlayarak:
“Eee Hoca Efendi biz de bu şehr-i Konya’nın kadısıyız, balkabağı değiliz. Şimdi bu duruma göre sen haklısın.” Bu söz kadının ağzından çıkar çıkmaz tüm mağdurlar bağrıştılar:
“Kadı Efendi o haklı ise biz neyiz? Biz de saçına sakalına bakıp buna güvendik ve dolandırıldık.” Kadı onlara da döndü ve sakin bir eda ile:
“Siz de haklısınız!” dedi. O esnada kenarda duran genç birden araya girdi.
“Kadı Efendi, hem mağdurlar hem de suçlu nasıl aynı anda haklı olabilir? Bu kabulü gayri mümkün bir durum değil mi?” Kadı ona döndü ve yine aynı sakin üslupla:
“Sen de haklısın evlat!” dedi.
Hoca’nın kafası allak bullak olmuştu. Hemen o da itiraz etti:
“Kadı Efendi, az evvel benim beraatime kanaat edip bana haklı dediniz, şimdi de onlara haklı diyorsunuz, böyle şey olur mu?”
Kadı bu defa ciddileşti ve adetâ gürlercesine haykırdı.
“Eee Hoca Efendi sen yapınca oluyor da ben yapınca mı olmuyor? Vaktiyle Akşehir Kadılığını deruhte ettiğiniz günlerde sizin şöhretinizi duyup ben de mahkeme usulü hakkında bir şeyler öğreneyim, sizin yanınızda bir müddet kalıp tecrübe edineyim diye yanınıza gelmiş bir davanızı izlemiştim. Siz de o zaman aynı şeyi yaptınız. Ben bu davadan sonra size meramımı anlatmadan bu nasıl kadı diye çıkıp Konya’ya geri dönmüştüm.”
Hoca, bu söze verecek cevap bulamadı.
Kadı devam etti.
“Ey koca Nasreddin Hoca! Sen ünlü bir kadı iken dersiamlığa geri döndün. Ünün buraları salladı. Birçok talebe yetiştirdin. Biz de sana gıpta ettik. Adam veballi bir işi bıraktı ve hocalığa geri döndü diye. Senin neyineydi be adam şairlik, ediplik? Hocalığını yapıp oturamadın mı yerinde? Adama sorarlar, madem yüzme bilmiyordun ne işin vardı kavak başında? Koca Konya’da bula bula en üçkâğıtçı iki adama kapılıyorsun. Şimdi seni ben nasıl aklayacağım, bu adamların mağduriyetini nasıl gidereceğiz?”
O esnada Subaşı devreye girdi:
“Efendim tahkikat başlattım. O ikisinin girdiği inleri bildiğimiz için çok yakında huzurunuza getiririz.” dedi. Kadı diğerlerine döndü:
“Ağalar sizi ve Hoca’yı dolandıranları duydunuz. Onlar yakalanınca sizi yine çağıracağım. Şimdi işinize geri dönün ve Hoca’ya da ilişmeyin. Sizin paranız gitti ama onun hem parası hem de itibarı gitti. Para gelir ama itibar geri gelmez. Az sabırlı olun. Adalet yerini bulacaktır.”
Kadı’nın huzurundakiler tam dışarı çıkmaya niyetlenmişti ki iki adam paldır küldür içeriye girdi. Adamlardan birisinin elleri bağlıydı ve boynunda da bir ip vardı. Diğeri de bu ipi elinde tutuyor, elindeki kamçı ile de arada bir adama vuruyordu. Her ikisi de bağıra çağıra birbirlerinden şikâyetçi olduklarını söylüyorlardı. Kadının korumaları hemen araya girdi ve diğer adamı öbürünün elinde kurtardılar. Bu esnada Kadı Efendi ayağa fırladı ve adeta gürledi:
“Bu ne densizliktir! Kadının huzuruna ahıra girer gibi girilir mi?” Adamlar hiç etraflarına bakmadan daha hâlâ birbirlerini itekliyorlar ve münakaşa ediyorlardı. Bu esnada Nasreddin Hoca bağırdı:
“Kadı Efendi, bunlar beni dolandıran Nasih ve Behlül Efendilerdir.” O esnada Subaşı da adamların karşısına geçip dikkatlice bakınca Kadı’ya:
“Kadı Efendi, Hoca doğru söyler. Bunlar Gâvur Nesim ile Köse Behlül’dür.” dedi.
O esnada iki adam birbirleriyle didişmeyi bırakıp etraflarına bakınınca Hoca’yı ve diğer insanları fark ettiler. Gavur Nesim hemen söze girdi:
“Kadı Efendi, benim adım Subaşı’nın dediği gibi Nesim’dir. Ben Nasih değilim. Hoca sanırım beni birine benzetti.”dedi. Bu sırada Köse Behlül:
“Kadı Efendi evet Nesim Efendi doğru söyler de eksik söyler. Bu Gâvur Nesim, Hoca Efendi’yi de beni de dolandıran Nasih Efendi’nin ta kendisidir.” diye bağırdı. Oradakiler ne olup bittiğini anlamaya çalışırken Kadı:
“Bu adam seni de mi dolandırdı? Siz ortak değil miydiniz?”
Köse Behlül:
“Evet Kadı Efendi, biz ortaktık bununla ama bu açgözlü herif benim istihkakıma düşen parayı da cebine indirmeye kalkınca kavga ettik. Ben de onu yaka paça tutup size getirdim. Hoca’yı da beni de bu adam dolandırdı. Hatta amacı Hoca’yı batırmaktı. Mecmuayı kapattırması için buradaki birkaç mecmua sahibi buna gözümün önünde para bile verdiler. Ben de “Bu işte madem ortağız bu paranın yarısı benim olacak.” dedim. “Tamam.” dedi. Ama dün foyamız ortaya çıkınca tam kaçıyorduk ki benim bağ evinde hesaba oturduk. Adam Hoca’dan çarptığı ve diğer muharrir efendilerden aldığı paraların yarısını vermeyi reddetti. Bana üçte birini teklif etti. Biz de kavga ettik. Bana hançer çekince bunun elinden hançeri aldım ve iyice benzettim. Elini ayağını bağlayıp zorla huzurunuza getirdim. Meselenin özü budur.”
Kadı Efendi:
“Paralar nerede?”
Köse Behlül:
“Kuruşu kuruşuna heybemdedir Kadı Efendi.”
Kadı Subaşı’na:
“Bu ikisini hemen nezarete tıkın. Onlara birer sene hapis cezası verdim. Ancak Köse Behlül’ün cezasını iyi halinden dolayı yarıya indirdim. Bunları götürün.” dedi.
Sonra bir adam çağırdı ve oradakilerin zararlarını bu paradan ödetti. Onları Hoca ile helalleştirip barıştırdı. Hoca artık temize çıkmış ve rahatlamıştı.
Adamlar Allah razı olsun diyerek işlerine döndüler. Muhasebe görevlisi de kalan akçeleri sayıp Kadı’ya teslim ederek odadan çıktı. Bu paralar da Hoca’nın mecmuasını kapattırmak için rakiplerin Gâvur Nesim’e ödedikleri paraydı. Kadı ve Hoca içeride tek başlarına kalmıştı. Kadı önündeki akçelere bakıp derin derin düşündü. Hoca’ya:
“Hoca Efendi şimdi temize çıktın. Mağdurların da zararı tanzim edildi. Geriye iki bin akçe kadar bir para kaldı. Şimdi bunu ne yapacağız?”
Hoca düşündü, düşündü. Gülerek:
“Kadı Efendi benim aklıma bir fikir geldi. Bu para şimdilik sizde dursun. Ben bir şiir müsabakası tertip edeyim ve Selçuklu ülkesindeki tüm şuarayı bu müsabakaya davet edeyim. Ayrıca bana bu tuzağı kuran kalem ağalarını da heyet-i mümeyyizeye çağırayım. Bu parayı da birinci, ikinci, üçüncü ile üç adet de teşvik akçesi şeklinde usulüne münasip taksim edeyim. Heyet-i mümeyyize azalarına da hizmetlerine münasip telifiye akçesi ayırayım. Müsabaka tamamlanınca bir merasim tertip edelim ve o merasimde siz herkesin ücretini bizzat kendiniz takdim edin.”
Kadı bu teklifi çok münasip buldu ve Hoca hazırlıkları yapmak üzere huzurdan ayrıldı.
-devam edecek-