GAVUR GELMİŞ

Mustafa, borazan gibi sesiyle duvar üstünden bağırdı:
“Gâvur geliyor, gâvur geliyor!” Hemen yanı başındaki İbrahim merakla sordu:
“Oğlum gâvur ne?” Mustafa bilgiç bir havaya girerek:
“Sen gâvurun ney olduğunu bilmiyon mu lan İbo?” diye karşılık verdi. İbrahim, mahcup; bilmiyorum dercesine omuzlarını silkti. Aslında Mustafa da gâvurun ne olduğunu bilmiyordu. Kahvenin önünden geçerken muhtarın, bir arkadaşına: “Köyümüze ilk defa bir gâvur gelecek.” dediğini duymuştu o kadar.
Mustafa’nın sesini duyan tam on çocuk hemen duvarın dibinde toplandı. Mustafa hepsinden daha iriydi ve gruba liderlik yapıyordu. Grubun en küçüğü olan İsmet’e Galli lakabını takmıştı. Fazla dikkat çekmediği için istihbarat ve kontrol işlerini ona gördürüyordu. Gruptan sadece Ali eksikti. Galli, Ali’ye “Hemen duvarın dibine gel” diye haber verdi. Duvarın dibi dendiği zaman, Mustafagilin evinin yanı anlaşılıyordu. Ali koşarak geldi, soluk soluğa kalmıştı. Mustafa’ya:
“Hayırdır Mustafa, okul saatinde niye toplandık?” diye çıkıştı. Mustafa’nın cevap vermesine zaman kalmadan Galli:
“Gâvur geliyormuş! Gâvur ne ki?” dedi. Hepsi birbirlerinin gözlerine baktılar. Biraz düşündükten sonra Ali:
“Gâvur ne olabilir ki? Bence anama soralım.” dedi.
“Niye ki?” dedi Galli. Ali:
“Anam kafası bozulduğu zaman hep ‘Gâvurun eniği, gâvur oğlu gâvur’ diye bağırır durur. Ne olduğunu bilmese niye desin ki!”
Çocuklar bu fikri beğendiler.
“Yalnız bu çantaları ne yapalım?” diye sordu Galli. Mustafa:
“Çaktırmadan bizim odunluğa koyalım. Ama hepimiz gitmeyelim, dört kişi yeter. Diğerleri burada beklesin” dedi. Hemen Galli’ye dönerek: “Ortalığı kontrol et, kimse yoksa ayı ıslığı çal!” dedi.
On bir kişi soluklarını tuttu, Galli’nin ıslığını bekliyordu. Birkaç dakika sonra ayı ıslığı geldi. Dört kişi duvarların dibine yaslanarak yavaş yavaş ilerlediler. Aligilin evine vardıklarında Ali’nin anası kovayla su dökerek çardağı yıkıyordu. Çocuklar sofanın altına saklandı. Ali, babasının evde olmasından korkuyordu. Bu yüzden anasına eliyle bir iki işaret etti, kadın farkına varmadı. Bir iki defa da “Şişt şiiişt!” dedi, yine sesini duyuramadı. Bu defa hem uzatarak hem de sesini yükselterek “Şiiiişt, şiiiiiiiişt” dedi, yok.
Sonra içten gelen bir sesle: “Anaaa! Gız anaaaa!” dedi, olmadı. “Kapandı kulakları!” diye sinirlendi anasına. Bu defa yerden bir taş alarak betonun üstüne attı. “Şak” diye bir ses çıkardı taş. Ali’nin anası doğruldu, taşın nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu; o arada Ali yeniden: “Şiiişt!” dedi. Kadın sesin geldiği tarafa bakınca oğlunu gördü:
“Sen gene ağzını mı sürüyon sağda solda, ne geziyon burada?” dedi sinirli bir şekilde. Ali afalladı, önemli bir şey soracağını anlatma telaşıyla:
“Ana, ana gâvur demek, gâvur gâvur?” dedi. Kadın öfkeyle:
“Elinin körü demek!” diye bağırarak elindeki süpürgeyi oğluna fırlattı. Süpürge oğlanın bacaklarını sıyırıp geçti. Arkadaşlarına karşı mahcup olan Ali, ağlamaklı bir sesle:
“Sana adam gibi bir soru soruyok be! Gâvur kime denir?” dedi. Kadının cinleri iyice tepesine çıkmıştı. Etrafına bakındı ve kovayı kaptığı gibi Ali’nin üstüne yürüdü:
“Senin gibi dersten kaçana gâvur denir.” diye bağırarak kovanın içindeki suyu Ali’nin üstüne doğru serpiverdi. Neye uğradığını şaşıran Ali, sudan çıkmış sıçana döndü. Kadın hırsını alamamıştı, boş kovayla Ali’nin peşine düştü. Ali arkadaşlarının yanına gitmeye fırsat bulamadan:
“Duvar dibiii!” diye bağırarak evden uzaklaştı. Kısa süre sonra duvar dibinde toplanmışlardı. Çocuklar merak içindeydiler. Galli, Ali’ye:
“Ne dedi anan, neymiş gâvur?” diye sordu. Ali başı önünde üzgün bir sesle:
“Duymadınız mı? Bizim gibi okuldan kaçanlara gâvur derlermiş.” dedi. Mustafa güldü:
“Biz okuldan ilk defa mı kaçıyoruz oğlum? Öğretmen de müdür de bize hiç gâvur demedi.” dedi. Hep beraber gülüştüler.
O ana kadar sessiz kalan Ejder söze karıştı:
“Yahu arkadaşlar, geçen hafta cuma günü anam babama bağırıyordu: ‘Allah’tan da mı korkmuyon Cuma namazına getmez mi adam? Gâvur gimi yattın galdın!’ diye. Babam evde yoksa anama bir soralım.” dedi. Hep beraber “Olur” dediler. Eve yaklaştıklarında Ejder’in babasını namaz kılarken gördüler. Büyük bir hayal kırıklığı içerisinde gerisin geri kaçtılar duvar dibine.
Mustafa:
“Arkadaşlar, gâvuru başka duyan var mı?” dedi.
Galli:
“Vallahi sünnet ettirecekleri zaman kaçmıştım da abim beni yakalayıp iyi bir dövmüştü. Demişti ki: ‘Sünnet olmayıp da gâvur mu olacan?”
Mustafa:
“O zaman ona ben sorabilirim. Abin beni çok sever. Ben bir koşu gidip geleyim.” dedi. Beş on dakika sonra Mustafa oflayarak geldi. Galli’nin abisini evde bulamamıştı.
İlk defa konuşan Remzi:
“Yahu arkadaşlar şu Süleyman emmi bir kamyon aldı ya.” Herkes bakışlarını Remzi’ye çevirerek “Eeee!” dediler,
“Kurbanın kanından arabanın tekerine çalarken dedi ki: ‘Şu gâvura bak, ne gözel yapmış.”
Galli yeniden ileriye atıldı:
“Ona soralım o zaman.”
“Manyak!” dedi Ejder, “Dünyadan haberin yok, Süleyman emmi Umre’ye getti.”
Galli durdu:
”Araba da getmedi ya!”
Hepsi birden arabayı incelemeye koştular. Mustafa:
“Herkes bulduğu yazıyı yüksek sesle okusun.” dedi. İlk ses Remzi’den geldi:
“Man yazıyor”
“Başka?”
“Altında da diesel yazıyor.”
Ardından Ali’nin sesi duyuldu:
“Lassa yazıyor.”
Mustafa:
“Gâvur falan yazan yer var mı?”
“Yok yok”
Galli’nin sesi yükseldi:
“Dünya’da Man, ahirette iman yazılı.”
Mustafa gülerek:
“Ulan oğlum, o sözler dedeme ait.” dedi.
Son ses Ejder’dendi:
“Bir de maşallah var alnının çatında!”
“Ulan oğlum siz adam olmazsınız!” dedi Galli “O söz de anamın sözü.”
Çocuklar burada da umduklarını bulamamışlardı.
“Yürüyün!” dedi Mustafa “Galli sen okulun yan yolunu kontrol et! Öğretmene falan enselenmeyelim. Kimse yoksa ıslık çal. Okulu iki yüz metre geçince hep beraber bağıracağız ‘Gâvur gelmiş!’ diye”. Hemen sıçradı Galli, çok geçmeden ıslık sesi geldi.
“Bir, iki, üç... Koşun!” dedi Mustafa. Herkes var gücüyle koşuyordu. Dedikleri yere geldiklerinde soluk soluğa kalmışlardı. Beş dakika kadar soluklandılar. Sonra yine Mustafa’nın komutuyla: “Gâvur gelmiş, gâvur gelmiş, gâvur gelmiş!” diye tempo tutarak ilerlemeye başladılar. Grup gittikçe kalabalıklaşıyordu. Yirmi, otuz, kırk, elli çocuk… Çocuklara gençler de katıldı, grup daha da kalabalıklaştı.
“Gâvur gelmiş, gâvur gelmiş!” sesleri yeri göğü inletiyordu. Etraftakiler kalabalığı seyrediyordu. Bu sırada bir kadın başka bir kadına sordu:
“Bacım gâvur nereye gelmiş?” Yaşlı olan soruya soruyla karşılık verdi:
“Az mı çektik bunlardan, gene mi gelmiş batasıcalar?”
Kulağı az duyan bir ihtiyar, yanındaki gence sordu:
“Oğlum savaş mı başladı yoksa?”
Gruptakiler meydana vardıklarında köylülerin halka olmuş halde bir yere baktıklarını gördüler. Mustafa, Galli, Ejder ve Remzi kalabalığın arasından sıyrılıp en öne geldiler. Galli yanında duran birine:
“Abi nerede gâvur?” diye sordu. Orta yaşlı adam:
“Oğlum görmüyon mu ortada duruyor işte, kör mü gözün?” dedi.
Galli ortaya baktığında sarı saçlı, kısa kollu, kısa pantolonlu bir adam gördü. Adamın sırtında çanta, elinde bir makine... İkide bir makineyi köylülere çevirip çıt diye bir düğmeye basıyordu.
Galli şaşkındı:
“Abi” dedi “O da bizim gibi adam!”
Galli bu defa da Mustafa’ya döndü:
“İyi güzel de erkeğin bacakları çıplak olur mu? Ne kadar ayıp!” Remzi:
“Galli bu aynı bizim öğretmene benziyor. Kuşadası’ndan bizim köye geldiğinde onun da kıyafetleri tıpkı bu gâvur gibiydi!” Galli:
“Bizim öğretmen de mi gâvur yoksa?” demişti ki sol kulağında bir acı hissetti. Can acısıyla arkasına döndüğünde kulağını çekenin öğretmen olduğunu gördü. Öğretmen diğer eliyle de Mustafa’nın kulağını yakalamıştı. Kalabalığın bakışları gâvurun üzerinden kulakları çekilen öğrencilere çevrilmişti. Öğretmen:
“Sizi gidi keratalar, bu yaşta okuldan kaçarsınız ha! Düşün önüme kimmiş gâvur okulda gösteririm ben size.” derken kalabalık alkış tutuyordu.


Yorumlar - Yorum Yaz