Şirket yetkilisinin anlatımına göre olay şöyleydi. Davacı işyerinde, yayvan metal saç paneli dört kişi ile birlikte taşırken dikkatsizliği sebebiyle parmağını vida yeri için açılan boşluğa sokmuş, malzeme kaide üzerine bırakılıp iteklendiğinde kaza geçirmiş. Olayda işçinin sağ elinin işaret parmağı birinci eklemden kopmuş. Davacı, avukatı aracılığıyla iş kazası sebebiyle uzuv kaybına dayalı olarak açtığı maddi ve manevi tazminat davası devam ederken de halen aynı iş yerinde çalışmaya devam ediyordu.
Hazırladığımız cevap dilekçesini katıldığımız ilk duruşmada (ki bu duruşma davanın 3. duruşmasıydı) mahkemeye sunduk.
Hâkim isim ve adreslerini bildirdiğimiz tanıkların bir sonraki celsede dinlenmesine ve sair hususlara dair ara kararını zabıt katibine tane tane söyleyerek yazdırdı. Avukatlar olarak yeni duruşma gününün söylenmesini beklerken ani bir gelişme oldu. Hâkim, duruşmaya sunduğum davaya cevap dilekçesiyle ekindeki vekâletnameyi sol elinde tutuyorken bir anda hışımla buruşturup âdeta topaç haline getirdi.
Mübaşir Hasan’a doğru “Ne oluyor böyle?” dercesine baktım. Mübaşir:
“Bizde olur böyle vakalar.” der gibi başıyla işarette bulundu.
Yaşadığım şoku henüz üzerimden atamamıştım. Sanki duruşma salonunda zaman durmuş ve her şey taş kesilmişti. Yaklaşık bir dakika kadar salonda kimseden çıt bile çıkmadı. Sürenin sonunda salondaki sessizliği bozan yine ben oldum ve hâkime:
“Hâkime Hanım, elinizdeki dilekçe galiba biraz kırıştı. Biz orada şu taleplerde bulunmuştuk.” dedim. Dilekçenin dosyamda bulunan kopyasından ilk paragrafı okudum. Hâkim, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranarak mahkeme kürsüsüne koyduğu dilekçeyi iki eliyle düzelttikten sonra normal hâlinden de ciddi bir tavırla:
“Avukat Bey, dilekçenin okunmayan hiçbir yeri yok ki!” dedi ve az önce okuduğum paragrafı o da önündeki kağıttan tane tane okudu.
Duruşmadan çıkınca hâkimi şikâyet için mahkemeyle aynı katta bulunan Adli Yargı Adalet Komisyonuna âdeta koşarcasına gittim. Komisyon başkanının, başsavcı ve ağır ceza mahkemesi başkanıyla toplantıda olduğunu öğrenince oradan ayrıldım. Kızgınlığım geçince bir daha konuyla ilgilenmedim.
Bir sonraki celse için duruşma salonunun bulunduğu koridora ulaştığımda, mübaşir Hasan: “Sabit Bey, haberiniz olsun sizin cevap dilekçeniz ve vekaletiniz dosyada yok. Benden duymuş olmayınız.” dedi.
Hemen kendi dosyamdaki duruşma zaptını kontrol ettim. Zabıtta, cevap dilekçesi ve ekinde vekâletnameyi mahkemeye sunduğum yazılıydı. Duruşmadan sonra dava dosyasını mahkeme kalemine getirtip kontrol ettiğimde gerçekten içerisinde cevap dilekçem ve vekâletnamem yoktu.
Bir sonraki duruşmada da evraklar dosyaya geri gelmemişti. Anladığım kadarıyla hâkim kendisini şikâyet edeceğim düşüncesiyle dosyadan cevap dilekçesi ve vekâletnameyi çıkartıp saklamıştı. Nitekim süreç içerisinde herhangi bir şikâyet olmadığına kani olmalı ki olaydan yaklaşık altı ay sonra dava dosyasına önce davalı şirket vekaletnamesi, iki ay kadar sonra da cevap dilekçesi eklendi.
Dilekçe buruşturulması hadisesi sonrasında iki duruşma daha yapıldı. Bu arada herhangi bir sorunla karşılaşmadık. Sanırım dosyanın 26 Haziran’da yapılacak altıncı celsesiydi. O sabah İstanbul’da âdeta bardaktan boşanırcasına yağmur yağdığı için tüm yollarda trafik felç olmuştu. Güç bela adliyeye ulaştım. Duruşma salonunun önüne geldiğimde bizim dosyanın 4. sırada olduğunu gördüm. Mübaşir Hasan, beni fark edince:
“Avukat Bey, davacı vekili adliyeye gelmek üzereymiş. Kısa süre sonra burada olacağını ve kendisi gelinceye kadar dosyanın duruşmasını bekletmenizi rica etti.” dedi.
Bir ya da iki dakika geçmeden isimlerimiz okundu ve duruşmaya çağrıldık. Duruşma salonuna girdiğimde hâkim bir avukatla tartışıyordu. Konunun ne olduğunu anlayamadan davalı tarafa ait yere doğru ilerledim. Bu esnada mübaşir, hâkime karşı tarafın avukatının gecikeceğini söyledi.
Ben hâkimin bir şey demesini beklemeden:
“Bekleyelim o zaman Hâkime Hanım.” dedim.
Hâkim bana doğru gözlüklerinin üstünden dik dik bakarak:
“Bekleriz ama davacı vekili buraya gelir gelmez, hemen dosyamızın duruşmasına başlayın demeyin, başlamam!” dedi. Ben de hâkime:
“10.30’da Beyoğlu Adliyesinde duruşmam var oraya yetişecek vakte kadar bekleyebilirim.” diye cevap verip duruşma salonundan koridora çıktım.
Koridorda öğrendiğime göre bizden önceki dosyanın da davacı vekili duruşmaya saatinde yetişemediği için mahkeme kalemine telefon ederek celsesinin bekletilmesini rica ettiği için davalı avukatı hâkime, “Biraz bekleyelim.” demiş. Hâkim de muhatabına, “Ya duruşmanızı şimdi yaparız ya da öğleden sonra saat 14.00’te...” dediği için aralarında tartışma çıkmış. İçerideki tartışmanın sebebi anlaşılmıştı.
Bu arada zaman ilerledi, 09.50 sularında davacı şahıs mahkemeye geldi ama avukatı hâlâ gelmemişti.
Saat 10.00 oldu. Salonda devam eden duruşma bitmiş, sonraki dosyanın tarafları henüz çağrılmamıştı. Hâkime:
“Davacı vekili gelmedi ama davacı şahıs burada. Bizim dosyamızı alır mısınız?” diye rica ettiysem de hâkim hiçbir tepki vermedi. Kısa aralıklarla dört ayrı dosyanın duruşması daha yapıldı.
Nihayet saat 10.15 gibi karşı tarafın avukatı Mustafa Bey de duruşma salonuna geldi. O esnada duruşması devam eden dosya bitip bir sonrakinin taraflarını mübaşir çağırırken davacı vekiliyle birlikte hâkimden, dosyamızın duruşmasının yapılmasını istedik. Lakin hâkim pek oralı olmadı.
Saat 10.20 sularında, Beyoğlu Asliye Ticaret Mahkemesi yazı işleri müdürüne telefonla ulaşıp “Aslında tam vaktinde mahkemenizde hazır olurdum. Lakin iş mahkemesi hâkimi bizi rehin aldı bu nedenle gecikeceğim” diye takıldım.
Bu arada saat 10.30’u gösterirken hâkim iki dosyanın daha duruşması tamamlamış ve sıradaki davanın tarafları çağrılmış ve onlar da salondaki yerlerini yeni almışlardı. Duruşma salonu dosyalarının sırasını bekleyen taraflarla vekillerinin hazır bulunması sebebiyle bir hayli kalabalıktı. Bulunduğum yerden mahkeme kürsüsüne doğru bir iki adım atarak:
“Hâkime Hanım eğer şimdi dosyamızın duruşmasını başlatmazsanız ben Beyoğlu Asliye Ticaret Mahkemesindeki davam için ayrılacağım.” dedim.
Hâkim bir an sessiz kaldıktan sonra zabit kâtibesine:
“Yaz kızım, mahkememizin 2009/506 esas sayılı dosyasının duruşması devam ederken...” Hâkim bu esnada başını bana doğru çevirerek “Dosya numaranız neydi sizin?” diye sordu. Ben ne olduğunu henüz anlayamadığım için cevap bile veremeden, “Dosya numarasını ve ismini söylemeyen bir avukat, ‘Bu dosyanın duruşmasına ara verip bizim dosyamızın celsesini başlatın.’ dedi.”
Daha fazla kendimi tutamadım ve hâkime âdeta çıkışırcasına:
“Hâkime Hanım, dosyamın numarasını ve ismimi vermiyor değilim. Dosya numaram 2008/1125. Adım da Sabit Eymen. Daha önce de dilekçemizi buruşturup âdeta topaç yapmıştınız. Şimdi ben Beyoğlu Adliyesindeki duruşmam için buradan ayrılıyorum. Siz istediğiniz şekilde tutanak tutabilirsiniz.” deyip salonundan arkama bakmadan hızlıca çıktım.
Ertesi gün duruşma zaptını almak için uğradım. Duruşma zaptı aynen şu şekilde idi.
“….
...
Belirli gün ve saatte celse açıldı.
Davacı/Vekili Av. Mustafa …. hazır. Açık yargılamaya devam olundu.
Bu dosyanın duruşma saatinde mübaşir vasıtasıyla dosyanın tarafları seslenildi davacı vekili duruşma saatinde hazır olmadığından, davalı vekili de davacı vekilini beklemek istediğini beyan ettiğinden ve sırası gelen duruşmaların da yapılması gerektiğinden bu saate kadar beklenildi.
Mahkememizin 2009/506 esas sayılı duruşması yapılırken, mahkememizin 2008/1125 esas sayılı dosyasının tarafı olan bir vekilin, duruşma saatinde mahkememiz heyeti hazır olduğu ve bu vekil de hazır olduğu halde karşı taraf vekilini beklediğinden duruşma yapılamadığından ve bu avukatın duruşmanın talep ettiği saat itibariyle duruşma yapılmasını istediği, ancak bu avukatın duruşmanın yapılmasını istediği anda mahkememizin sırası gelen duruşması yapılıyor olduğundan ve yapılmakta olan bir duruşmanın yarıda kesilip bir başka dosyanın duruşmasına geçilmesi kanunen mümkün olmadığından, mahkememizin 2008/1125 esas sayılı dosyasının tarafı olan bu avukatın talep ettiği anda duruşma yapılması bu sebeplerle mümkün olmadığından bu avukatın talep ettiği anda duruşma yapılamadı.
Mahkememizin 2009/506 esas sayılı duruşmasına başlanmadan önce, mahkememizin 2008/1125 esas sayılı dosyasının tarafı olan ve sorulduğunda adını söylemeyen bir avukatın, duruşma saatinde mahkememiz hazır olduğu ve kendisi de hazır olduğu halde karşı taraf vekilini beklemek istediğinden duruşma tam saatinde yapılamadığı, ancak bu avukatın, kendi istediği saatte duruşma yapılmasını talep ettiği saat itibariyle mahkememizin sırası gelen ve duruşma yapılacağı günler öncesinden kendilerine bildirilen bir dosyanın duruşmasının yapılıyor olması sebebiyle sözlü olarak serzenişte bulunduğu taraf vekillerine söylenerek bu dosyanın duruşmasından önce böyle bir talebi olan bu avukat beyin duruşmasının yapılmasına muvafakatleri olup olmadığı soruldu.
Davalı vekilinin, bu avukatın işi acil ise sıramızı verebiliriz demesi üzerine mahkememizin 2008/1125 esas sayılı dosyasının taraf vekillerine seslenildi, duruşma saatinde mahkememiz hazır olduğu ve kendisi de hazır olduğu halde karşı taraf vekilini beklemek istediğinden duruşma tam saatinde yapılamaması nedeniyle serzenişte bulunan avukatın hazır olmadığı diğer taraf vekilinin de, 2009/506 esas sayılı dosyanın duruşması yapıldıktan sonra duruşmanın yapılmasını talep ettiği görüldü.
Davalı vekilinin rapora itiraz dilekçesi sunduğu görüldü. Örneği elden davacı vekiline verildi.
Davacı vekilinden soruldu: Bu celse aldığımız davalı vekilinin ek rapora karşı beyan dilekçesini kabul etmiyoruz, meslektaşımız nezaket gösterip beni beklemiş, mazeretli sayılmasını talep ediyorum, masrafını da ben vereceğim, yeni duruşma günü verilmesini talep ediyorum, ben kendisine telefonla da haber vereceğim dedi.”
Bu sırada Mübaşir Hasan’la karşılaştık. Hasan:
“Avukat Bey, sen dün duruşmadan ayrıldıktan sonra hâkim, öğleye kadar baktığı tüm dosyaların duruşma zabıtlarına, ‘Bu davanın duruşması devam ederken, ismini ve dosya numarasını vermeyen bir avukat mahkememize gelerek bu dosyanın duruşmasına ara verip bizim dosyamızın duruşmasına başlayın dedi.’ şeklinde yazı yazdırdı” dedi.
“Hadi canım sen de, hiç böyle zabıt düzenlenir mi?” dedim. Hasan gayet kendinden emin şekilde:
“İsterseniz o gün saat 11.00’den sonra duruşması yapılan dosyalara bakın” diyerek duruşma listesini uzattı.
Birkaç dosyaya baktığımda gerçekten de tüm tutanaklara Hasan’ın dediği gibi aynı ifadelerin yazıldığını gördüm. Hatta bizim sevgili hâkimimiz aynı gün öğleden sonra yapılan dosyaların taraflarına da, sabahleyin bir avukat böyle böyle yaptı diye olayı ayrı ayrı anlatmış!
Olan olmuştu artık. Bu tutanakları gördükten sonra ayrıntılı bir dilekçe ile hâkim hakkında, “reddi hâkim” talep ettim. “reddi hâkim” talebimiz reddedildi.
Tabii sayın hâkimin psikolojik sorunlar yaşadığı, önceki yıllarda başka bir adliyede görevli iken uzun bir süre tedavi olduktan sonra mesleğe geri döndüğü, bilmem nerede “dayısı” olduğu (annesinin kardeşi) için dokunulmadığı(!) da kulağımıza geldi.
Sayın hâkimin bir iki yıl sonra iş mahkemesinden alındığını duydum. Nihayet bir gün kendilerini aynı adliyedeki bir ağır ceza mahkemesinde üye olarak görev yaparken gördüm.
Hayat böyle işte, bir o mahkemedesiniz, bir bu mahkemede...