BALLICA'YA AZ KALDI

Tokat’tan Ballıca Mağarası’na 33 km. Şöyle böyle yarım saat, kırk dakika sonra oradayız inşallah.
Aracın sürücü koltuğunda Ali Rıza, yanında Mehmet Bey, arkada Erdoğan Bey’le ben, rahmetli Abdurrahim ağabeyin deyişiyle “can özümüzden besmeleyi çekip” yola çıkıyoruz.
Kaptanımız Ali Rıza mutlu. Bize meşhur Ballıca Mağarası’nı gezdirecek. Bol oksijene mi ihtiyacımız var? Herkesin olduğu kadar... KOAH hastası mıyız? Hayır! Yani bir şifa turizmi değil bizimki. Sadece merak. Hani namını duyduk, görelim hesabı.
Gelmeden önce Tokat Valiliğinin sitesine bakmıştım. (Eski huyumdur. Bir yere gideceğim zaman, oturur ciddi ciddi araştırır, notlar alırım. Neresinde ne var? Nesi meşhurdur? Gezilmeye, görülmeye değer neleri var? Ve tabii mutfak kültürü nasıl? Nerede, ne yenir, ne içilir? Hepsini bir bir listeler, sağlam bir gezi planı yaparım. Anlayacağınız, dersime çalışır, yola öyle çıkarım.)
Ballıca dünyanın en büyük ve en görkemli mağaralarından biriymiş. 95 m yüksekliğinde ve 680 m uzunluğundaymış. 8 salonu varmış. (Salonlara Havuzlu Salon, Büyük Damlataşlar Salonu, Çamurlu Salon, Fosil Salon, Yarasalı Salon, Çöküntü Salon, Sütunlar Salonu, Mantarlı Salon diye adlar koymuşlar.)
Evet, sekiz salon… Henüz keşfedilmemiş ve ziyarete açılmamış bölümleri hariç tabii. Yaşı tahminen 3.4 milyon yıl kadarmış.
Kaptan Ali Rıza yol boyu turist rehberliği yapıyor bize. Güzergâhımızı anlatıyor, gittiğimiz yerde karşılaşacağımız görüntülerle ilgili ön bilgiler aktarıyor. Bir süre suskunluk oluyor.
Erdoğan Bey:
“Olmaz, diyor, bu yol böyle sessiz sedasız bitmez, en iyisi ben bir türkü söyleyeyim, ister misiniz?”
“İsteriz, isteriz!” diye tempo tutuyoruz.
Elini kulağına atıyor Erdoğan Bey. En gözde türküsünü söylüyor:


Ben melamet hırkasını kendim giydim eğnime
Ar u namus şişesini taşa çaldım kime ne?
Haydar Haydar / Taşa çaldım kime ne?
Kul Nesimî’den… Sesim ve nefesim yettiğince eşlik ediyorum. Arada detone oluyorum, notaları kaçırıyorum ama kimin umurunda?
Neşemiz yerinde. Ne var ki, kaptanımız boynuna yabancı bir cisim değmiş gibi omuzlarını kaldırıp indirmeye başlıyor. Bu havalar onun havaları değil belli ki.
Erdoğan Bey devam ediyor:
Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni Haydar Haydar / Seyreder âlem beni.
Kaptanda aynı rahatsızlık emareleri…
Erdoğan Bey, türkünün en tehlikeli bölümüne geliyor:
Sofular haram demişler bu aşkın şarabına
Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne? / Haydar Haydar / Günah benim kime ne?
Kaptan iyice huysuzlanıyor. Direksiyon titremeye başlıyor. Araba sağa sola geziyor, basbayağı s harfi çiziyor. Allah korusun, şarampole yuvarlanmamız işten değil.
Allah bilir, zihninden neler geçiyordur.
Yahu ben ne belaya çattım. Kim bu adamlar? Ne tehlikeli sözler bunlar! Sofular aşkın şarabına haram demişlermiş de, ben doldurup içermişim de, kime neymiş de… Tövbe tövbe! Aslında öyle adamlara pek benzemiyorlar ama… Demek ki dış görünüşe aldanmamak lazım.
Erdoğan Bey’in “Günah benim kime ne?” tekrarı sırasında kaptan bize dönüp iki koltuğun arasından sesleniyor:
“Hocam, sağda bir cami var. Öğle namazını kılsak mı?”
Mesajı alıyoruz.
“Beğendin mi yaptığını?” diyorum Erdoğan Bey’e. “Bak, kaptanı korkuttun. Dur, ben biraz yatıştırayım.”
İlk aklıma gelen Yunus Emre ilahisine başlıyorum:

 

Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyu deyu
Çıkmış İslam bülbülleri
Öter Allah deyu deyu.

Kaptana bakıyorum. Tedirginliği biraz azalıyor. Öyleyse devam!

Aydan aydındır yüzleri
Şekerden tatlı sözleri
Cennette huri kızları
Gezer Allah deyu deyu.

Kaptan biraz daha sakinleşiyor. Vay köftehor! Huri kızlarını duyunca yelkenleri suya indiriyor. Ama hâlâ arabamız düz çizgi çizemiyor.
Erdoğan Bey:
“Dur, dur, diyor, ben bu işi kökünden halledecek bir yol biliyorum.”
“Nedir?” diyorum.
Duha suresine başlıyor.
“Vedduhâ ve’l leyli izâ secâ…”
Aman Allah’ım! Mısırlı meşhur hafız bizim arabada. Hocam, Abdülbâsıt 1988’de Kahire’de vefat etmemiş miydi? Yoksa şu reenkarnasyon dedikleri efsanenin gerçeklik payı var mı? Nasıl yani? Erdoğan Bey, bundan önceki hayatında Abdülbâsıt Abdüssamed olarak yaşamış olabilir mi?
Kaptan derin bir nefes alıyor. Bu kez de kendinden geçip bizi şarampole yuvarlaması an meselesi.
Bereket versin, korktuğumuz başımıza gelmiyor. Nihayet kırılmadan dökülmeden, bölünmeden, parçalanmadan, sağ salim, Ballıca’ya varıyoruz.
Araçtan güle oynaya iniyoruz.
Bir ilahi ve bir sure sayesinde hayatımız kurtuluyor.


Yorumlar - Yorum Yaz