“Acılar paylaşa paylaşa azalır.” demiş rahmetli Yılmaz Güney. Bilmem yalanta bilmem essah. Gamı gaseveti nasıl atacağımızı bilmediğimizden... En iri taşlara kafamızı yaslayıp kepkepi çıkıyor gibi tık tık vurmayla da gasevetten bir çinke kopacağı yok. O hâlde sıkıntının üstüne üstüne gidip onu ürkütmeye çalışmaktan başka çıkar yol da görünmüyor.
Nostalji olsun diye bu hafta sonu Kırmacılı eyaletine gittim. Eyaletin Amerikan Büyükelçisi Selim telefon etti. Eve vardık. O Coşkun’lara has ve hocaya rahmet okutacak bekleyişten sonra nihayet arabaya atlayıp Ahmet A’yı da alarak yola koyulduk. Az gittik, uz gittik; dere tepe düz gittik. Yazın şiddetli yağışlar ve bir kaç camızın Yeniköy civarında Ceyhan Nehri’ne girmesi sonucunda taşan nehir köprünün iki bacağını kepittiğinden yol güzergâhı sizin eyaletten geçmeye başlamış ve uluslararası statü kazanmış. Kadirli’yi Osmaniye’ye bağlayan yol, eski ham yolu bir İtalyan şirketine ihale etmişler. Katıran dökülen yerlerin bir kısmına asfalt dökülmüş, geri kalan kısımları ise süratle yapılmaya çalışılıyor.
Hediören aşireti uluslararası yolun kendi kıyılarında geçtiğini belgelendirdiğinden, Kırmacılı’nın hemen alt geçesinde asfalt bitiyor. Neymiş efendim; Hemite’ye kadar olan yol tarla yolu olarak gözüktüğünden bu yolla uğraşmanın devleti boşa zarara sokmaktan başka bir işe yaramadığına devlet erkânını kandırarak karar verdirtmişler. Coşkun kardeşlerin mini istişare toplantısında kulaklarıma şu kelimeler misafir olmuştur. “Bizim burada adam yok, elini uzatsan tutabileceğin kadar yakın bir mesafeyi asfaltlatmamak adamsızlıktan kaynaklanıyor.” gibi efli püflü kelimelerle vakti öldürmekte pek mahirler. İşte eyaletinizin ahval ve şeriatı bu durum üzerinde olmasına rağmen hiç kimsenin damarlarındaki asil bozdoğan kanı gürp gürp atmayarak bu olayın üzerine gitmiyorlar.
Gelelim bizim konumuza. Köye ne için gittiğimi biliyorsun. Ya evkaftaki memuriyetimizden arka cephemize bir depik yeyip şutlanacaksınız ya da bir hafta sonuna getirip adam gibi incire yumulacaksınız. Coşkunlar mahallesine gelir gelmez ilk işimiz babayın diktiği incire dalmak oldu. Selim bir taraftan ben bir taraftan ve dahi babanızın uzun boy avantajını kullanarak yeten bölümün incirlerini midemize indirerek birazcık olsun incirsememizi gidermeye çalıştık. Öyle yemeğine kadar o incir senin bu incir benim ye Allah ye... Öyle yemeğinde canım bulgur pilavı, yanında hıyar cacığı ve kuru fasulye ve acılı turşu. Bir ölmüşüz bir ölmüşüz ki sorma gitsin. Coşkunların sünnetini uygulamak zorunda olduğumu hissettim.
Sizin evin çardağının üstüne hayma yapılmış. Onun altında bir güzel öyle uykusuna yattım. Kalktığımızda gözümüzü yine incirle açtık. Vakit ikindi olduğunda, sülalenize has o hele “gidersin zahar, gittiğin yerde ne var” gibi klasik söylemlerle misafiri yerine mıhlamak yok mu? Mıhlandık kaldık işte. Yata yata yanımız delinmeden bir incir faslı daha yaptık. Bu arada Süleyman emmin, bıldırcın avlamak için bizi yazıya götürdü. İçimden inşallah bir tane dahi vuramadan döneriz diye geçiriyordum, bir yandan da bu Süleyman emmin nasıl uçarı kaçarı vuruyormuş diye de merak ediyordum. Tam bu esnada iki tanesi önümüzden porttu. Bir kez ateş etti. Tık yok. Bir müddet motorla yazıda tur attık. Biraz turladıktan sonra önümüzden iki tanesi fırlamaz mı? Sülemen emmin yaradana sığınıp tetiğe dokunduğunda ikiciğini de birden yere düşürdü. Bir saat içinde yedi bıldırcın vurdu. Selim’le ben her bıldırcın vurduğunda seyirtip bıldırcınları topladık. Bereket versin mermimiz bitti, yoksa yazıda bıldırcın koymayacaktık herhalde.
Akşam yemeğini yeyip yola koyulacağız düşüncesiyle arkadaşlara bakıyorum arkadaşlarda tık yok. Yine aynı teraneler “Gidip de ne yapacaksın. Yarın Pazar...” gibi klasik söylemleri tekrar etmeye başladılar. Selim en kelli fellileri diye düşünüp birkaç kez ışmar ettim. Sonunda dayamayıp yarım ağızla hadi gidek deyince içime sinmedi. O gece orada kaldık. Düşümde evlendim ama gerdeğe girmedim. Sabah on sularında dönüş hazırlığı yapacağız, millette yine aynı uyuşukluk... Akşama giderik diyorlar. Akşam olunca sabah giderik diyeceklerini adım gibi bildiğimden otostop yaparak gitmenin en hayırlısı olacağını Selim’e anıştırmak zorunda kaldım. Selim baktı ki niyetim ciddi. Gidek diye ayağını sizin o koca çama dayadı. Ahmet A ve diğer emmilerinle vedalaştık. Tam yola çıkacağımız zaman Ahmet A “Nereye gidiyorsunuz ben de gidecektim?” demez mi? Sinirlerim iyice gerilmeye başladı. Altına bir sandalye çekti bizi seyrediyor. Ula Ahmet A bin de gidelim diyoruz. “Ne aceleniz var? İncir toplattırıyorum giderik zahar.” diyor. Yarım saat Ahmet A’nın incir toplatmasını bekledik. Neticede yola koyulduk amma bir daha Coşkunların arabası ile gitmemeye yemin ettim.
En temizi ya bisikletle gitmek ya da Ali Ataş’ı kandırıp onunla gitmek... Bundan sonra öyle yapacağım. Sülemen emmin dört adet bıldırcını Selim’le bana verdi. Gaza basıp Osmaniye‘ye geldik. Akşam bıldırcın kömbesi yemek için anandan söz aldık. Evinizden güç bela ayrıldıktan sonra tekkeyi açtım. İkindiye doğru Selim geldi ve akşama doğru size gittik. Vardığımızda bıldırcın kömbesi hazırdı. Yanında yüzük mü burma mı adını bilmediğim bir çorba da var. Yumulmayıp da ne yapalım? Yumulduk elbette. Yemekten sonra evden yine zor ayrıldım. Tekkeye geldiğimde Ali Ataş gelmiş, gelirken de ayva getirmişti. Ayvayı yiyince şeklim şemalım değişmeye başladı. Muhabbet ediyoruz ama keyfim yok. Derken ihtiyaç hâsıl oldu. Büyük caminin VeCe’sine zor attım arkamı. Arka tarafımız elden çıkmış. Gidişat iyi değil. Ali Ataş izin isteyip gitti, biz kaldık tek başımıza.
Arı Sineması’nın oradan dikin aşağı inerken körolası ihtiyaç birden nüksetmez mi? Bereket versin Ünalların mağazasının yanında bir çeşme var, oraya zor attım kendimi. Baktım ki ön tarafımız da elden çıkmış. Önü tutsak arka, arkayı tutsak ön gidecek. En temizi arkayı sağlama, önü boşa almak dedim ve öyle yaptım. Ayaklarım zangır zangır titriyor. Çeşmenin havuzu biraz geniş olsa içine girip çimeceğim amma saplıcan olurum endişesinden bundan da vazgeçiyorum.
İncir komasına girmişim. Şu anda her iki cephemde de bir rahatsızlığım yok ama devamlı karnımın içinden faks sinyalleri geliyor. Ayaklarımın zangırsıtı biraz da olsa devam ediyor. Bu rahatsızlığım birkaç gün böyle devam ederse bu yılki incir sezonunu kapatmış olacağım. Vaziyetimde herhangi bir değişme yok, marolumun dağınıklığı aynı şekilde devam ediyor. Ötede rahat ederiz inşallah. Bu dünya hürüleri bize göre değil emmolu, inşaallah ötedeki hürülerle sefa süreriz.
Muhtemelen 1996’nın bir yazında