Fındık faresi Kıtır, ormanların kralı aslanı düştüğü tuzaktan kurtardıktan sonra hayvanlar âleminde mühim bir dokunulmazlık elde etmişti. Artık tilki ve kurt yanına bile yaklaşmıyordu. Tüm alıcı kuşlar da onu av listelerinden çoktan çıkarmışlardı. O da bu emniyet ile ormanda kendine ait bir ağaç kovuğunda ailesiyle beraber yaşamaya devam ediyordu. Ormanda fındık ve ceviz toplayarak günlük ihtiyaçlarını giderdiği gibi ağaç kovuğunda stokladığı bu erzakla kışı da rahatça geçiriyordu. Yine de bu durumuna fazla güvenmemeye ve tedbiri elden bırakmamaya özen gösteriyordu. Bu yüzden gündüzleri pek ortalıkta gözükmüyor, dışarı gece yarısı çıkıp günlük ceviz ve fındık stoklama işini hallediyordu.
O gece Kıtır tam evinin gizli çıkışından kafasını uzatmıştı ki bir de ne görsün? Kurnaz tilki evlerinin kapısında pusu kurmuş, oradan çıkacak birisini bekliyordu. Kıtır hemen usulca içeri girip eşini ve çocuklarını uyardı ve onları hemen kovuğun en güvenli yerine yaptığı sığınağa gönderdi. Kendisi de sessizce dışarı çıktı ve karşıdaki bir ağaca tırmandı ve etrafı gözlemeye başladı. Bu esnada akbaba ani bir hareketle Kıtır’ın bulunduğu ağaçtaki bir kuş yuvasına saldırdı ve iki yavruyu kaptığı gibi gökyüzüne yükseldi. Az ileride de bir kurt, tavşan Ponpon’u yakalamış bir halde şimşek gibi dereye doğru koşmaya başlamıştı. Bir şeyler tersine gidiyordu. Ortalık nasıl da bir anda bu kadar karışabilirdi? Kıtır ağaçların üzerinden daldan dala geçerek dereye doğru koşmaya başladı. O esnada kurt da zavallı tavşan Ponpon’u kendi yuvasına getirmişti. Hemen kurda seslendi:
“Hey azgın kurt! Utanmıyor musun karnında yavrularını taşıyan bir tavşanı avlamaya? Aslan kral bunu yasaklamadı mı?”
Kurt bir anda karşıdaki ağaçta kendisine bağıran küçük Kıtır’ı görünce şaşırdı.
“Hey, sen kim oluyorsun da bana kafa tutuyorsun? Duymadın mı aslan kral yeni bir genelge yayımladı. Bundan sonra herkes başının çaresine bakacak!”
Kıtır bu söz üzerine afallamıştı. Nasıl olur da aslan kral böyle bir genelge yayımlayabilirdi? Bir türlü aklı ermedi. Kıtır kendini toparlayıp tekrar bağırdı:
“Peki diyelim ki kral böyle bir şey yaptı. Peki senin vicdanın bunu kabul ediyor mu? Birisi senin eşin hamile iken gelip onu avlasa sen ne düşünürdün? Hamile bir hayvanı avlamak vicdanını kanatmıyor mu? Bir de adalet bakanlığı yaptın, utan utan!”
Kurt, bu sözler üzerine tavşanı bıraktı. Zavallı hayvan korkusundan tek bir adım dahi atamıyordu. Kurdun gözlerinden yaşlar dökülmeye başlamıştı. Eliyle tavşanın başını okşayıp özür diledi ve Kıtır’ın olduğu ağacın önüne geldi:
“Hey Kıtır! Senden çok özür dilerim. Ayrıca bu sözlerin ile aklımı başıma getirdiğin için çok teşekkür ederim. Elbette yaptığım çok hatalı idi. Yine bu küçücük cüssen ile bana karşı gelip gerçeği korkmadan yüzüme haykırdığın için seni cesaretinden dolayı tebrik ediyorum. İyiler de en az kötüler kadar cesur olmalı. Sen çok iyi bir hayvansın. Ancak şu anda ormanda bir kargaşa var. Bu hayra alamet değil. Bence de aslan kral, böyle saçma sapan bir genelge yayımlayamaz. Gidip beraber bu işi bir araştıralım, ne dersin?”
Kıtır, karşısında diz çöküp özür dileyen kurdun samimiyetine inanmıştı. Hemen daldan aşağıya indi ve kurdun karşısına dikildi.
“Kurt kardeş, bence de bu işte bir alavere dalavere var. Aslan kral böyle bir şey yapmaz. Gidip bakalım.”
Kurt, Kıtır’ı omzuna aldığı gibi aslan kralın yaşadığı yere doğru koşmaya başladı. Birkaç dere tepe aştıktan sonra ulu ağaçların olduğu, önünde buz gibi suların aktığı bir yere geldiler. Kurt, olanları önce uzaktan takip etmek istediğini söyledi. Kıtır da bunu onayladı. Uzaktan bakıldığında durum hiç de iç açıcı değildi. Aslan kralın evinin önü pislikten görünmüyordu. Ortalıkta hayvan leşleri vardı, onları didikleyen kargalar ve diğer hayvanların çığlıkları kulakları tırmalıyordu. Kralın kapısında iki tane tilki muhafızlık ediyordu.
Kıtır:
“Hey kurt kardeş, ben görünmeden aslan kralın yanına gideyim. Sen burada pusuda bekle. Bakayım içeride neler dönüyor?”
Kurt:
“Valla ben de sana bunu teklif edecektim. Sen görünmeden içeri gir ve ortama bak. İçeri de neler oluyor bir öğren. Ben de hem seni gözlerim hem de ortalığı bir kolaçan ederim.”
Kıtır hemen aslan kralın otağına doğru gizlice yürümeye başladı. Otağın arkasında bulduğu bir delikten aslan kralın tahtının altına girmeyi başardı. Aslan kral o esnada divanı toplamış ve görev dağılımı yapıyordu. Birden oturumuna geldi ve başladı nutuk çekmeye:
“Değerli vezirlerim! Artık yeni bir dönem başlamıştır. Bugünden itibaren güvenlik işlerini tilkiye bıraktım. Benim avlarımı da akbaba yakalayıp getirecek. Timsah adalet bakanı olacak. Karga da eğitim bakanı olacak. Domuzu da kendi hizmetlerim için ayırdım. Bundan böyle isteyen istediği vakit elini kolunu sallaya sallaya huzuruma giremeyecek. Randevu almadan kimseyle görüşmeyeceğim. Ben koskoca kralım, bundan böyle her elini kolunu sallayan huzuruma giremez. Randevular için de katırı görevlendirdim.”
Kıtır duyduklarına inanamıyordu. Birden kendini kaybedip bulunduğu yerden bağırdı.
“Bunlara devlet işleri teslim edilir mi? Siz kafayı mı yediniz? Tilkiye kümesi mi devrediyorsunuz? Akbaba size leşten başka ne getirir? Ya domuz gibi pis bir hayvan size nasıl hizmet eder? Oysa aslan yattığı yerden belli olur derler. Hele timsahtan adalet bakanı mı olur? Eğitim işleri de kargaya kaldıysa vay halimize!”
Aslan kral sesin nereden ve kimden geldiğine aldırmadan bağırdı:
“Bana işi bilen değil, ben şunu yap deyince onu şak diye yapacak hayvanlar lazım. Benim arkamda kimlerin olduğunu bilseniz böyle konuşmazsınız. Bundan sonra işler bu şekilde yürüyecek. Eski günler bitti. Herkes başının çaresine baksın. Bir daha huzurumda söz vermeden konuşan olursa onu parçalarım, bilmiş olun!”
Kralın tam arkasında akbaba kanatlarını düşürmüş, pis pis sırıtıyordu. O esnada yılan, akrep ve bukalemun da çılgınca alkış tutuyorlar “Yaşasın kral!” diye bas bas bağırıyorlardı. Hele kalabalığın arkasından koşarak gelen eşek yerinde duramıyordu:
“Kralım size minnettarız. Her türlü emrinize amadeyim.” diye anırıp duruyordu.
Kıtır, hemen geldiği yerden geri dönerek kurdun yanına koştu ve olanı biteni anlattı. Kurt da şaşırmıştı. Nasıl olurdu daha geçen yıl aslan kral onu üçüncü kez adalet işleri ile görevlendirmişken şimdi hiçbir şey söylemeden timsahı yerine atamıştı. Timsahın adaleti mi olurdu?
“Bak Kıtır, bu işte başka bir şey var. Aslan kral böyle bir şey yapmaz. Emin misin onun aslan kral olduğuna!”
Kıtır gördüklerini, duyduklarını bir daha hafızasından geçirdi.
“Aslında sesi birazcık inceydi sanki. Bir de hiç kükremedi. Onun haricinde aslan kraldı işte.”
Kurt bu işten iyice işkillendi.
“Yahu sen ne diyorsun? Aslan kral hep “Bana işten anlayan hayvan getirin. İşten anlamayan fil olsa neye yarar?” derdi. Hem o sürekli kükrerdi. Sesi de toktu. Şimdi tekrar gidip onu yakından takip et. Bak bakalım aslan kral mı, yoksa ona benzer birisi mi?”
Kıtır tekrar aslan kralın otağına gitti. Sessizce otağın üzerine çıktı. Baktı otağda yatan bir aslan vardı ama sanki biraz zayıflamış gibiydi. Oysa aslan kral çok iriydi. Sessizce kuyruğunun altına saklandı. O esnada bir de ne görsün üstte bir aslan postu, altında dört tane cılız bacak vardı. O esnada tilki de yaklaşıp ona:
“Artık şu hayvanları dağıt, foyamız ortaya çıkmadan def et gitsinler. Saçma sapan konuşuyorsun. Develer bile senin çakal olduğunu anlayacak neredeyse.” dedi.
Kıtır usulca hemen geldiği yerden geri kurdun yanına koştu.
“Kurt kardeş sen haklı çıktın. Bu alçak aslan postuna bürünmüş çakaldan başkası değil. Tilki ile kafa kafaya vermişler böyle bir oyun oynamışlar.”
Kurt öfkeden bir anda ulumaya başlamıştı. Öfkesi yatışınca:
“İyi de Kıtır kardeş, aslan kralı nereye tıktı bu alçaklar? Yoksa ölmüş olmasın. Ben her yerde onu arayacağım. Sen de bu tilkinin etrafında dolan bakalım ağzından bir şey kaçıracak mı? Aman ha dikkat et seni fark ederlerse öldürürler. Akşam burada buluşalım.”
Kurt o esnada otağdan çıkan ve sinsice aşağı dereye doğru giden tilkiyi gördü. Hemen sessizce peşine düştü. Tilki, dereyi geçince bir ağacın altında durdu. Oradaki bir ağaç dalını çekti ve başını içeriye doğru uzattı. O esnada artık gökyüzünde dolunay da çıkmış ve ortalık aydınlanmıştı. Tilki:
“Hey kral, daha ölmedin mi?” diye bağırdı.
Aslan kral, bitkin ve yorgun bir hâlde çukurda yatıyordu. Tilki’ye inleyerek cevap verdi.
“Henüz ölmedim ama buradan çıkarsam sana bu yaptıklarının hesabını soracağım.”
Tilki kahkahalarla gülmeye başlamıştı ki ensesine yediği sert bir şamarla bir anda kendini aslan kralın önünde buluverdi. Aslan kral bir kükredi ve pençesini tilkiye öyle bir indirdi ki tilki orada can verdi. Aslan kral onunla bir güzel karnını doyurdu. Başını yukarıya doğru kaldırdığında kurt ve Kıtır’ı gördü.
“Gerçek dostlarım, biliyordum sizin bana yardıma geleceğinizi. Beni buradan çıkarın.”
Kurt hemen çukurun ağzındaki dalları çekince çukurun içine düşürdü. Aslan da o dallara tırmanarak çukurun içinden kurtuldu. Şimdi sırada çakal vardı. Aslan kral otağa doğru koşmaya başladı. Peşinden sırtında Kıtır olduğu halde kurt da koşmaya başladı. Tam otağın önüne geldiklerinde onları gören iki muhafız tilki hemen oradan toz oldular. Kurt, Aslan Kral’a:
“Efendim, şu çakal ile önce ben bir görüşsem...”
Aslan Kral bu teklifi kabul etti. Kurt direk otağa daldı. Aslan postunda bürülü çakal, tilkiyi beklerken karşısında kurdu görünce şaşırmıştı.
“Sen randevu almadan pat diye nasıl karşıma çıkarsın? Densiz! Ben koskoca kralım.” diye çıkıştı. Bu defa da kurt şaşırmıştı:
“Kimden randevu alacakmışım?”
“Katırdan!”
“Ulan sen kimsin de seninle görüşmek için katırdan randevu alacakmışım?”
“Ben koskoca aslan kralım. Seni azlettiğim için benimle tartışacaksan boşuna. Kararlarım tartışılamaz. Randevu al öyle gel.”
O esnada Kıtır çakalın üzerindeki postu sırt hizasından tam ikiye kesmeye başlamıştı. Artık tam da baş kısmına gelmişti.
Kurt:
“Demek timsahı benim yerime atadın ha! Bir de katırdan randevu alacağım öyle mi? Sen bir ayağa kalk da bir boyunu görelim kral bozuntusu. Seni kral olarak tanımıyorum ben artık!”
Bu sözler üzerine sinirlenen çakal birden ayağa fırlayınca tam ikiye bölünmüş postu üzerinden yere düşmüş ve asıl kimliği ortaya çıkmıştı.
Kurt:
“Takke düştü kel göründü. Çakal seni!” diye çakala bir pençe indirdi.
Çakal bir anda tahtın üzerinden yere savruldu ve Aslan Kral’ın ayaklarının dibine düştü. Çakal başını kaldırdığında karşısında Aslan Kral’ı gördü ama dünya gözüyle son gördüğü de bu görüntü oldu. Zira Aslan Kral ona öyle bir darbe indirdi ki çakal cansız bir şekilde yere düştü. Bu esnada gökyüzünde beliren bir akbaba hızla gelip cansız çakalı kaptığı gibi uçup gözden kayboldu. O da çok güvendiği akbabanın nasibi olmuştu.
Ertesi günü tekrar divan kuruldu ve yeniden işi bilen hayvanlar iş başına getirildi. Aslanın otağı da pırıl pırıl edilmişti. İşler ehline verilince hayvanlar âlemi de rahat bir nefes almıştı. Kıtır da eski hayatına kaldığı yerden devam ediyordu.