Ne zaman rahmetli Erdem Beyazıt’ın “Kadınlar bilirim ülkeme ait/Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak/Göğüsleri Çukurova gibi münbit/Dağ gibi otururlar evlerinde/Limanlar gemileri nasıl beklerse/Öyle beklerler erkeklerini/Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.”diye devam eden şiiri aklıma gelse ve içimden bu şiiri mırıldanmaya başlasam bir taraftan da ayağımda cızlevet ayakkabılarla dolaştığım çocukluk günlerime gider anama çıtırık ceviz gibi kupkuru odunlar topladığımı hatırlarım, bir taraftan da onu sıcaktan şerha şerha yarılan toprak gibi yüzü gelir gözlerimin önüne.
Ararım, halini hatırını sorarım anamın, fırsat buldukça da ziyaretine giderim. Bilirim ki cennet onun ayakları altındadır. Onun duaları yazın sıcaktan kışın yağmurdan korunak olur. Yetimliğimi hissettirmez. Kardeşlerimizle aramızda seksen yıllık bir köprü olarak dimdik ayakta duruyor çok şükür. Ah bu köprü bir yıkılırsa kardeşi kardeşe bağlayan son bağ da kopacak ve herkes kendi gemisini kurtarmaya çalışacak!
Yazıyı okumaya başlamadan önce gözünüz fotoğrafa takılmadı “Bunu bu hale getiren insan mı?” diye içinizden geçirip annenizi hatırlamadıysanız insan damarlarınızda tıkanmalar olmuş ve yavaş yavaş insanlıktan çıkıyorsunuz demektir.
Bu fotoğrafı zamanın bir kavşağında hasta ziyaretinde eşim çekmiş ve gözyaşları içinde bana göstermişti. O anda dilimin altına ambalajından açılmamış küfürler geldi ama kendimi tuttum. Sinirim biraz yatıştıktan sonra “Ulan şerefini göğsünü kabartarak göstermeye çalışan, hayvan ağılında yatıp kalkan, ot yemeyen ama hayvansal içgüdüleriyle hareket eden, ayağının tekini kaldırarak bevleden yaratık, seni hayvanlara benzetirsem de hayvanlara haksızlık etmiş olurum.” dedim. Yine sinirim yatışmadı. Kemal abi gibi laf ağzıma geldi “Aa...” dedim hanım ağzımı kapattı.
İnsanın konuşarak ya da koklaşarak anlaşmasının her çağ için geçerli olduğunu bu vesile ile birlikte öğrenmiş olduk. Hani “Cennet anaların ayakları altında”ydı. “Ana gibi yar Bağdat gibi diyar” olmazdı. Kadına şiddet için ne kadar yasalar çıkarırsanız çıkarın adam öküz olduktan sonra ölürken postunun ineğin üstüne serilmesini vasiyet eder.
Ey ‘Tosun Paşa’ sen yatakta yatıyorsun, bu kadın ahırda mı yatıyor yoksa? Çocukların ne halt yiyor bu kadının tabanlarındaki nasırı görmüyorlar mı? Şeytan jelatini açılmamış küfürleri dolaşıma sokmak için dürtüp duruyor ama buna ne terbiyem müsaade eder ne de dergi yönetmeni.
Yıllar önce yoksulluğun diz boyu olduğu zamanlar Nazım Hikmet “ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle/ anamız, avradımız, yarimiz/ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen/ve soframızdaki yeri/öküzümüzden sonra gelen” diye anlatmıştı Anadolu kadınını.
Evet o zamanlar öküz önemliydi. Öküzün yoksa tarlan meradan başka bir şey değildi.
Bahse konu öküzler belki Anadolu’nun üç beş ücra köyünde hâlâ çifte koşulmaya devam ediyordur.
Şehirlerde yaşayan öküzler ise artık “Kutsal Öküz” gibi dokunulmazlık peşindeler.