Korona virüs salgını nedeniyle alınan tedbirler kapsamında kapanan kıraathanenin kira meselesi gündem olmuştu. Müdavimlerinin çoğu 65 yaş üstü risk grubuna dâhil olduğundan birbirleri ile görüşemiyorlardı. Korsan olarak yapılan ilk denemenin de maliyeti pahalı olmuş ve üstüne üstlük kıraathane mühürlenmişti. Sokağa çıkma kısıtlaması ve hafta sonu sokağa çıkma yasakları mütekaid mebuslar için bir ev hapsine dönmüştü.
Her ne kadar alınan tedbirler, vatandaşın sağlığı için önemli ve uygun tedbirler olsa da işin diğer tarafında evde oturmaya alışmamış, hayatı sürekli dışarıda, iş yerinde, toplantı, görüşme gibi sosyal aktivitelerle geçen bizim emekliler için bu yeni hayat tarzı pek kolay olmuyordu.
Siyasi geçmişleri olan bu zevat, evde olduğu müddet içinde sürekli haber programları ve açık oturumları izlemek istiyorlar, bu da evlerin gerçek hâkimleri olan eşleri tarafından şiddetle engelleniyordu. Zira evde yaşamaya alışık olan hanımlar kendilerince bir ev hayat normu oluşturmuşlardı.
Onlar sabah televizyonlardaki sağlıklı yaşam programlarını izleyerek güne başlıyorlardı. Hangi sebze hangi derde deva, hangi bitkisel kür yağları yakar, hangi fizik hareketleri bel ve eklem ağrılarına iyi gelir onları öğreniyorlardı. Öğleye doğru peş peşe devam eden pembe dizilerini mukabele takip eder gibi gözlerini kekitmeden izliyorlar, sonra telefonlara sarılıp kendileri gibi bu dizilerin müdavimi olan arkadaşları ile diziler hakkında kritikler yapıyorlardı. Sonra cilt bakımı ile ilgili programları da büyük bir titizlikle ve uygulamalı olarak izledikten sonra sıra geliyordu izdivaç programlarına… Tabii bu programlar sonunda da yine telefonlara sarılıp:
-“Kız Vasfiye, gördün mü kör olasıca keltoşu? Yaşına başına bakmadan iki daireye kaptı ya gül gibi kızı.”
-“Ay Şaziye sorma, sorma… Ya o haspaya ne demeli? Her tarafı ayrı oynuyordu haspanın. O karı bu adamın iki dairesini yer ama ona da bir çift boynuz takar. Bana Şaziye dediydi dersin!”
-“Ay kız essah mı? Benim gözümden kaçmış, demek ki ben adama takıldım kaldım.”
-“Ay Vasfiye, ben kaçın kurasıyım, benden kaçar mı hiç? O karı kısa zamanda bu herifi sepetler başından. Hem dairelere hem de herifin paralarına ortak olur. O enayi de kapı iti gibi kendini sokakta bulur. Şimdiki kanunlar da buna münasip ay kız. Bana şiddet uyguluyor der, bir de bakmışın herif altı ay uzaklaştırma almış. Bu karının kırıkları da vardır zaten. Oh altı ay vur patlasın, çal oynasın. Sonra bir altı ay daha yapıştırır. Sonra da ver elini mahkeme. Yandı gülüm keten helva!”
Tabii bu seanstan sonra akşama ne yenilecek sorusuna cevap aramak üzere Yemekteyiz programları ne güne duruyor? Oradan da yemek menüsü apardın mı tamam... Gerçi yemek yapma programları da var. Oralardan da tarifleri aldın mı, al sana ne pişireyim derdinin çaresi... Unutmadan ekleyelim malumunuz her akşam da don lastiği gibi sünen dizileri var.
Evde hegemonyasını kurmuş hanımların kıta sahanlığına müdahale demek ateşle oynamakla eşdeğerdedir. Günde üç öğün dırdır bombardımanına maruz kalıp yemek yerine üç öğün surat çorbası yemek istemiyorsanız susarsınız ve araziye ayak uydurursunuz. E bizimkiler de araziye uyum sağlıyorlar şimdi. Öyle ya Cenab-ı Hak, bukalemun nam hayvanı ne diye yaratmış? Görüp ibret al, azcık hayat dersi öğren; değil mi? Bununla kalınsa sadece öp başına koy.
“Ragıp, çorbayı karıştır.” “Kemal evi süpür.” “Cahit halıya basma, yeni silindi.” “Ahmet, perdeleri tak.” “Hüdai, ölür müsün şu patatesleri soysan? Kamile Yetiş’te Kamile şimdi katili bulacak? Seyredip geliyorum.”
Tabii sonunda ikinci televizyonlar devreye girer ve herkes ayrı bir odada kendi özel hayatını idame ettirmeye karar verir. Bu da arkasından kavgaları…
İşte bu minval üzere evde iyice daralan ve darlanan bizim vekiller birbirlerini o kadar özlerler ki sormayın gitsin. Ne yapmalı da eskiden olduğu gibi birbirleri ile dalaşsalar, muhabbet etseler, birbirlerine nutuk atsalar?
Sonunda Instagram üzerinden ilk canlı yayın denemeleri başlar. Bu işin mucidi ise eski sanayi ve teknoloji bakanlarından Mucit Hendese Beydir. İlk canlı yayın programını Emekli Mebuslar Derneği Başkanı Zeydan Bey ile yapar.
Programa katılanlar bu tek taraflı sohbetten pek bir şey anlamazlar. Bir dizi araştırma sonucunda TUM diye bir uygulama bulurlar. Kırk kişinin aynı anda sohbete iştirak ettiği bu program uygulamasını herkes telefonuna indirir.
İlk program denemesi ağır aksak, kör topal gerçekleştirilse de ikinci ve üçüncü denemelerde acemilik atılır ve gerçek bir meclis ortamı oluşur. Gündem önceden belirlenerek gündem hakkında müthiş tartışmaların olduğu sohbetler başlar. İçişleri Bakanı’nın istifasından, korona tedbirlerine, darbe söylentilerinden üniversite sınavlarına kadar her mesele hakkında canlı olarak tartışılır. Hem de ne tartışma... İşler bazen öyle ateşlenir ki Seyit Ali Biryemin’in 42. Gün’ündeki Derinçek ile Postçuoğlu arasında puştlu muştlu hakaretler içeren tartışma programına bile rahmet okunacak cinsten. Hızını alamayan bazılarının da muhataplarıyla: “Ulan bu yasaklar kalkınca Sıhhıye Köprüsü’nün altına gelmeyen ne olsun?”lu tehdit ve düello randevulaşmalarına kadar iş ciddileşir.
Allah’tan sohbet moderatörleri mecliste olduğu gibi birleşime hemen ara verirler de iş daha fazla büyümeden kapatılır.
Sonuçta bir karar alınır ve tartışmalarda hakaret ve muhatabı rencide edecek sözler ile el hareketleri (bazı hızını alamayan iştirakçiler birbirlerine el hareketi, bilek ve ayak sallama gibi uygunsuz davranışlarda bulunmuşlardı.) gibi nahoş fiillerde bulunduklarında bir hafta boyunca sohbetlerden men ediliyorlardı. Yani internet literatürüne göre “ban”lanıyorlardı. Bu kurallar ve cezalar caydırıcı da olmuştu.
Vekillerin kendi aralarında böyle bir program üzerinden canlı olarak sohbet ettikleri Temel’in de kulağına gitmişti. Hemen o da torunu İsmail’in yardımıyla telefonuna TUM programını indirdi. Program moderatörüne de kendisini sohbete katması için telefonla müracaat etmişti. Temel programa kabul edilir edilmez hemen söz aldı:
-“Değerlu ve çok gıymatlu arkadaşlar! Oncelukle ha pöyle pir sohbete zatımi geç haberdar ettuğunuz içun teessüf edeyrum. Haçan pen sizun kaç yıldur kahrinizu çekeyrum. Ha bu yaptiğinuz reva mıdır bağa? Çelelum asil meseleye. Son ceza olayundan sonra pir da kahve muhurlenmiştur. Mülk sahibu para isteyi. Penum çira ödeyecak turumim yoktir. Ha bu kira meselesi ne olacaktur? Ayrıca iki defa sizun yuzunuzdan ceza yemuşum. Ha onlar da mi bağa cirecak? Ha pu meselayi çözamezsenuz pen da kahveyu tamamen kapatup başka bir iş çevuracağum. Ha bunu böyla pilun. Ula uşaklar penum parayu ödasenuza da!”
O esnada para lafını duyan vekiller tek tek “ofline” oluyordu, ta ki sohbette bir tek Temel kalana kadar. Temel sürekli ekrana düşen: “Ahmet ofline oldu.” “Mehmet ofline oldu.” yazılarını görünce torunu İsmail’i çağırdı:
-“Ula Sımayıl cel de bak şuna. Ha bu bizum veçiller Of’a mi cideyu ki iki de pir “Ahmet ofline, Mehmet ofline” yazayi?”
İsmail telefona baktığında sadece dedesinin sohbette kaldığını ve diğerlerinin sohbetten çıktığını gördü.
-“Dede, ne dedin de adamları kaçırdın? Senden başka kimse kalmamış. Hepsi çevrimdışı olmuş.” dedi. Bu duruma sinirlenen Temel açtı ağzını yumdu gözünü. Kafaya koymuştu artık kıraathaneyi kapatacaktı.
Aradan on gün geçmişti. Temel’e yüklü bir telefon faturası geldi. Temel hemen GSM firmasının telefonuna sarıldı. Epey bir uğraşıdan sonra operatör ile görüşmeyi başardı.
-“Buyrun Temel Bey ben operatörünüz Duygu, size nasıl yardmcı olabilirim?”
-“Haçan kizım ha penum bu poh yiyen fatura çok yüksek celmiştur. Ha pu nedandur? Be buğa itiraz edeyrum.”
Operatör kız bu konuşmadan bir şey anlamayınca:
-“Temel Bey sizi diğer operatöre bağlıyorum. Lütfen hatta kalın.” dedi. Bir müddet daha müzik yayınından sonra yeni operatör konuştu:
-“Haçan pen Fadime, Temel emice sağa nassi yardimci olapilurum?” Temel bu ses karşısında önce afalladı sonra da:
-“Ula haşşöyle! Ha oraya pir kiz koymuşlar, Türkçe bilmeyi. Kizum Fadime ha sağa diyrum ki ha penüm bu fatura var ya bildin mu?”
-“He Temel emice pildim oni.”
-“Ha dirum ki o poh yiyen bu ay niye yuksektur da?”
-“Temel emice ha şimci bakayrum oğa.”
Bir müddet sessziliktem sonra:
-“Temel emice orda misun?”
-“Ha Fadime prudayum.”
-“Şimci Temel emice sen TUM diye bir şey indirmişsun telefonuna.”
-“He indirdum. Bizim torun Sımayıl indirmiştur bağa oni.”
-“Eyi de Temel emice sen buğa bayağı bir tummuşsun. Sağa o kot kafali Sımayıl demedu mu ula dede, ha bu poh yiyenun uygulamasi kırk dakikayi geçince çok yazayi diye? Sen ne halt ettiysan bu fatura celmiştur. Ula bağa bak Temel emice, yoksa ha bu mübarek Ramazan ayinda karilarla mi görişeysun da boyla limiti aştun ha! De bakayım bağa?”
Temel şok olmuştu. Önce elleri sonrada dili titredi ve ağzından tek bir kelime döküldü ahizeden öbür tarafa.
-“Nassi?”