SES DÜZENİ

İsmi Mahmut’tu. Kahramanmaraş’ın eski mahallelerinden biri olan Mağralı Mahallesi’nde doğmuştu. Babası kendi küçükken öldüğü için dul annesi ile yaşıyordu. Evin tek erkek çocuğu idi. Üç kızdan sonra doğduğu için evin şımarık küçük çocuğu oydu. Çocukluğu mahallede sokak aralarında batari çalarak geçti. Batari dediysek o zamanlar batariyi kimse bilmezdi. O zamanlar bir “abdal davulu” bilinirdi, bir de belediye bandosunun davulu. Mahmut sabahleyin evden çıkar, bulduğu ilk tenekeyi bir ip ile davul gibi boynuna bağlar, öğleye kadar o sokak senin, bu sokak benim çalarak dolaşırdı. Öğleyin acıkınca eve gider, yemeğini yedikten sonra akşama kadar yine aynı şekilde devam ederdi. Boynundaki teneke ya boş bir gazyağı tenekesiydi ya da boş bir Vita yağı tenekesi. Teneke hırpalanıp yamuk yumuk olunca, başka bir teneke arar bulurdu. Hatta teneke bulamadığı bazı zamanlar, annesi görmeden pencerelerindeki çiçek saksısı olarak kullanılan tenekelerin birinin toprağını boşaltarak mesleğini icra ederdi. Mahmut’tan bir kuşlar şikâyetçiydi, bir de evde küçük bebesi olan anneler. Daha yeni uyuttukları bebesini teneke gürültüsü ile uyandıran Mahmut’a bazı kadınlar pencereden veryansın ederlerdi ama Mahmut hiç oralı olmazdı. Hatta bazen kadınlara:
-“Çocuklarınıza nenni çaliik, gene ikram olmii!” derdi. Anneler de:
-“Eksik olsun senin nennin, Allah’ın çalgını!” derlerdi. Babası olmadığı ve annesi mahallenin en ünlü Kur’an hocası olduğu için de yakın komşuları Mahmut’un gürültüsünden şikâyet etmezlerdi. Hatta: “Ne güzel çalıyorsun!” diye taltif bile edilirdi. “Büyüyünce ne olacaksın Mahmut?” diyenlere kararlı ve kısaca: “Bandocu.” derdi.
Başka hiçbir hayali yoktu. İlkokula başladığında birinci sınıftan itibaren okulun bando takımının davulcusuydu. Ortaokulda yine öyle... Ortaokuldan sonra o sıralar yeni yeni kurulmakta olan düğün orkestralarının birinde bateristlik yaptı ve ilk defa para kazanmaya başladı. Bazen kendisini: “Davulculuk da neymiş, öğreneceksen adam gibi bir meslek öğren.’’ diye aşağılayanlara çok kızardı. “Ne olmuş davulculuğa, yarın, öbür gün sizin hepinizin karısını, kızını karşımda göbek attıracağım. Sizin görmediğiniz oyunlarını, figürlerini ben seyredeceğim. Hem karılarınızı ,kızlarınızı oynatıp hem de paranızı alacağım.’’ diyerek, kendisi de onları kızdırırdı. Dediği gibi de oldu. Kocalarının, babalarının, kardeşlerinin görmediği oyunlar, figürler onun karşısında yapılıyordu, onun davulunun ritmine uygun olarak. Askerde de hem askeri bandonun davulcusu, hem de orduevi orkestrasının bateristi idi. Askerden döndükten sonra Kahramanmaraş Belediye Bandosu’nun kadrolu davulcusu oldu. Bu arada kendi kurduğu orkestra ile de düğünlere gidiyordu. Çok para kazanıyordu. Bu sıralar evlendi. Çoluk çocuğa kavuştu. Belediye ve kendi orkestrasından artan zamanlarını, Mağralı Mahallesi çarşısındaki çay ocaklarının önünde, mahalle sakinleriyle sohbet ederek geçiriyordu. Mahallede kimse onu Mahmut diye bilmezdi. Sanki adı Bandocu, soyadı Mahmut’tu. Bandocu Mahmut adı daha sonra mahalleli tarafından biraz kısaltılarak Bando Mahmut yapıldı.
O sıralar, Mağralı Mahallesi’ndeki Mağralı Camii’nin imamı Ali Hoca idi. Ali Hoca’nın saçları, kaşları ve kirpikleri beyaza yakın sarı idi. Her halde sakalı da öyleydi ama Ali Hoca hiç sakal bırakmadığı ve sürekli traşlı olduğu için bilmezdik. Güneşli havalarda başı hep yerde gezerdi. Bütün yüzü ve boğazı sıvama çil lekelerle dolu olduğundan ona Çil Hoca da derlerdi.
Mahallede cami cemaati olsun olmasın, istisnasız herkes Ali Hoca’yı sever, sayardı. Çok sevdikleri için de, Ali Hoca’nın başka bir camiye tayin edilmesini hep önlediler ve sonunda Ali Hoca Mağralı Camii’nden emekli oldu. Emekli olduktan sonra da tüm namazlarını camide kıldı. Camiinin imamı yıllık izin almışsa o dönünceye kadar beş vakit onun yerine imamlık, müezzini izin almışsa onun yerine müezzinlik yapardı.
Ali Hoca o zamanların “aydın” hocalarından biriydi. Bağnazlığın ve softalığın eseri yoktu onda. Çocukla çocuk, büyükle büyüktü. Cami cemaatinden çok, camiye ayak basmayanlarla veya cumadan cumaya gelenlerle şakalaşırdı. Sarhoşun, berduşun yanından geçerken onlarla bir vesile ile konuşur, sohbet eder, hal-hatır sorardı. Dışlamazdı, ötekileştirmezdi onları. Mahallenin yerlisi olduğu ve istisnasız herkesi tanıdığı için her karşılaştığı kişiyle konuşacak bir şeyleri vardı. Okuyan çocuklara derslerini, öğretmenlerini sorar, öğüt verir, onlarla öğretmenlerine selam gönderirdi. Çalışan çocuklara, gençlere, mesleklerini tam ve mükemmel öğrenmelerini ve öyle uygulamalarını tembihler, ustalarına selam gönderirdi. Mahallenin zenginlerinden topladığı paraları, ihtiyaç sahiplerine hiç kimse görmeden verir, isim zikretmeden sessizce “Bir hayırseverin yardımı” diyerek verirdi. Ali Hoca, nikahta, düğünde, cenazede ve gereken her yerde hazır ve nazır olurdu. Camisine gözünün içi gibi bakardı. Caminin her türlü eksiğini bazen Diyanet’ten, bazen de mahalledeki hali vakti yerinde olan insanlardan topladığı paralarla giderirdi.
Bando Mahmut orta yaşlara geldiğinde namaza başladı. Artık cami cemaatinden birisi olmuştu. Bir ramazan öncesi Ali Hoca’ya gelerek:
-“Yaa Hocam, bak iki gün sonra ramazan geliyor. Senin bu camiin ses düzeni hiç hoş değil. İki gün sonra teravih namazları başlayacak. Caminin içi de dolacak, dışı da. Dışarıdaki cemaat bu ses düzeni ile senin ne okuduğunu duyacak, ne de rükua ve secdeye gittiğini... Ben ses düzeninden iyi anlarım. Gel bana müsaade et, caminin ses sistemini adamakıllı bir düzene sokayım ve gümbür gümbür teravih namazı kılalım.” dedi. Ali Hoca:
-“Mahmut, sen gerçekten mevcut ses düzeninden daha iyi olacağından emin misin? Bak, Ali Hoca’ya yazdırdık, daha beter azdırdık, hikâyesine dönmesin sonra.” diye uyardı onu. Bando Mahmut:
-“Ayıp ettin şimdi hocam, sen belki bilmiyorsun ama Maraş’ta bu ses düzeni işini en iyi ben bilirim. Gerçi evin danası hiçbir zaman öküz olmazmış, derler ya, bizim ki de o hesap.” deyince Ali Hoca:
-“Peki peki yap, ilk teravih namazına yetişsin ama.” dedi.
Mahmut hemen işe girişti. Caminin içine ve dışına yeni ve güçlü kolonlar (hoparlörler) yerleştirdi. Birinci günün akşam namazından sonra gerekli bağlantıları yapıp ses düzenini İlk teravih namazına hazırladı.
Camiye girer girmez Ali Hoca’nın gözleri Bando Mahmut’u aradı. Bando Mahmut, başında namaz takkesi, ses cihazının yakınında bir yerde oturuyordu. Ali Hoca, Mahmut’a: “Her şey tamam mı?” dercesine bir işaret yaptı. Mahmut da: “Her şey mükemmel.” dercesine bir işaretle yanıt verdi.
Ramazanın ilk teravihi olduğundan cami dolmuş, taşmıştı. Caminin içerisi tıklım tıklım, avlusu mahşer yeri gibi tıka basa doluydu. Yatsı namazının ilk sünnetiniden sonra Ali Hoca mikrofonu cübbesinin yakasına taktı. Namaz saflarının iyice düzeltilmesini bekleyip elini kulağına götürdü: “Allahu ekber!”. Hoca bu kadar dedi ama hoparlörler: “Al al la la hu hu ek ek ber ber ber ber.” diye uzattı. Belli ki Bando Mahmut -düğünlerde yaptığı gibi- ses cihazının ekosunu sonuna kadar açmıştı. Ali Hoca neye uğradığını şaşırdı ama ne yapsın, namazı bozamaz ki! Fatiha suresini yavaş yavaş okudu. Peşinden yine zammı sureyi de yavaş yavaş okudu ama hem caminin mükemmel akustiğinden hem de cihazdaki ekonun fazlalığından okunan ayetler birbirine karışıyordu. Ali Hoca sureleri özellikle çok yavaş okuyordu ki belki Mahmut ses düzenine bu arada bir ayar verir diye.
Rükuya giderken yine: “Allahu ekber!” dedi. Dedi ama hopörlörler yine sonunu: “ber ber ber ber” diye bitirdi. Rükudan kalkarken: “Semi’allahı limen hamideh” dedi. Bu sefer de hopörlörler: “deh deh deh deh” diye devam etti. Ali Hoca namazı bırakıp geriye, arka saflara doğru bağırdı:
-“Lan ba na ça buk Mah mu du bu lun lun lun lun!” Mahmut zaten durumu çakıp daha ilk “Allahu ekber’’ den sonra camiden kaçmıştı. Ali Hoca yakasındaki mikrofonu çıkardıktan sonra cemaata döndü:
-“Ey cemaat bu namaz bu ses düzeni ile kabul olmaz, biz gene eski ağıdımıza ağlayalım, bugün bu namazı çıplak ses ile kılacağız.” dedi ve yatsının farzına yeniden başlandı.
Sizin de tahmin ettiğiniz gibi, cemaatin büyük bir bölümü gülmekten abdestini bozmuş, abdesti bozulanların bir kısmı namazı terk edip gitmişti, bir kısmı da abdestini tazeleyip geldikten sonra tekrar namaza durmuştu.
Ali Hoca’nın kızgınlığı geçinceye kadar Bando Mahmut ortalarda görünmedi. Bu olay, Mağralı Mahallesi’nin dilinde, sonucundan emin olunmayan herhangi bir girişim için söylenen şöyle bir darbımesel olarak kaldı: “Bando Mahmut’un ber-ber ya da deh-deh işine dönmesin sonra!”


Yorumlar - Yorum Yaz