KADROLU MUHTAR -VIII- (Fail-i Meçhul)

Sabah bir sesle uyandım. Birisi dışarıdan:
-“Muhtar emmi, muhtar emmi!” diye bağırıyordu. Kafamı pencereden dışarı uzattım. Cin Ali’nin oğlu Fatih’ti gelen.
-“Ne var len sabah sabah?” dedim.
-“Bubam Muhtar emmin ve arkadaşı kahvaltıya buyursun dedi.”
-“Allah Allah hangi dağda kurt öldü? Tamam yeğenim yeni kalkmışlar gelecekler de sen.” deyip çocuğu savdım. Serkan’ı kaldırdım, Cin Ali’nin bizi kahvaltıya çağırdığını söyledim. Serkan sinsi sinsi gülümsedi:
-“Ne yapacağız?” dedim.
-“İki numaralı plan.” dedi. Bunu duyunca ben de gülümsedim. Cin Ali, diğerlerinden daha kurnaz olduğundan aslında onu en sona bırakmayı düşünüyorduk. Bizi çağırarak aklımızdaki sırayı değiştirmemize yol açmıştı. Cin Ali hakkında Serkan’a daha önceden bilgiler vermiştim. Yol boyunca önemli gördüğüm noktaları tekrar ettim, onun ne kadar sinsi ne kadar içten pazarlıklı olduğunu hatırlattım. Serkan dersine çok iyi çalıştığından gayet sakin ve kendinden emindi.
Cin Ali bizi ta dış kapıda karşıladı. Birlikte üst kata çıktık. Sofra kurulmuş bir kuş sütü eksikti. Güzelce karnımızı doyurduk. Köydeki gelişmeleri sessiz sessiz takip eden Cin Ali’nin bizi kahvaltıya çağırması boşuna değildi, kendince olayın aslını astarını öğrenecekti. Belki onun da satabileceği şeyler vardı. Belki de Tırı Mahmut gibi bize bir şeyler teklif edecekti. Karnımız doyduktan sonra sofradan çekildik. Birer mindere iliştik. Çaylarımızı höpürdetiyor havadan sudan konuşuyorduk.
Cin Ali konuyu antika işine getirdi:
-“İşinize yarayacak bir şeyler bulabildiniz mi bari?” Serdar, Cin Ali’nin merakını iyice çekmek için detaya inmeyip kısa ve net bir cevap verdi.
-“Eh bulduk üç beş şey.” Cin Ali, çayından birkaç yudum alıp kızına seslendi:
-“Kızım benim cigarayla çakmağı al gel, bir de çayları tazele.” Çaylar tazelendi, cigara ile çakmak geldi. Cin Ali, sağ elindeki paketi hafifçe diğer eline vurup sigaraların ucunun dışarı çıkmasını sağladıktan sonra bize uzattı. Sonra dizlerinin üzerinde karşımıza kadar geldi, elini siper edip çakmağı çaktı. Sigaralarımızı yakıp dumanı savurduk. Cin Ali kalktığı yere oturdu, bir cigara da kendisi yakıp alçak pencereden dışarıya doğru baktı. Konuya nasıl gireceğini düşünüyor olmalıydı. Bir anda bize dönüp:
-“Yahu gerçekten bu işte para var mı?” dedi. Serkan:
-“Hem de nasıl, böyle şeyler İstanbul’da kapış kapış gidiyor.” dedi. Cin Ali sinsi sinsi gülümsedi:
-“Bırak canım şimdi. Bizim de var sağda solda tanıdıklarımız. Hele anlat bakalım sen neyin peşindesin?” dedi. Serkan’la birbirimize baktık. Serkan tedirgin bir tavırla:
-“Neyin peşinde olacağım ki? Ben aslında buraya fotoğraf çekmeye geldim.” dedi. Cin Ali’nin gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı:
-“Serkan Bey, fotoğraf çekmeye mi geldin, antika almaya mı yoksa başka şeye mi bir karar ver.” dedi. Serkan, bana ters ters baktı, sert bir ses tonuyla:
-“Ramazan abi!” dedi. Ben:
-“Valla ben bir şey demedim Serkan.” dedim. Cin Ali, şüphelerinde haklı çıktığını düşünüyor olmalıydı. 
-“Benden kaçmaz.” dedi. Serkan bana doğru öfkeli öfkeli bakıyordu:
-“Valla bu adama Cin Ali derler. Her şeyden haberi olur.” dedim. Cin Ali:
-“Söyle bakalım Serkan Bey derdini, belki bizim de sana yardımımız olur.” dedi. Ben bu defa:
-“Serkan, Cin Ali bu köyde güvenebileceğin belki de tek adam. Çevresi de geniştir. Fayda gelir, zarar gelmez.” dedim. Serkan derin bir nefes aldı:
-“Ramazan abi, ben ona söylerim, o başkasına… Herkesin haberi olduktan sonra ne anlamı var.” dedi. Cin Ali, çok meraklanmıştı, oturduğu yerden doğrulup:
-“Benden sır çıkmaz, Muhtar Ramazan beni bilir. Öyle değil mi Ramazan?” dedi. 
-“Öyle öyle.” dedim. Serkan biraz düşündü, sağına soluna bakındı. Sonra kapıyı işaret etti. Cin Ali hemen atlayıp bir hamlede kapıyı kapattı. Serkan:
-“Bakın bu konuştuklarımız aramızda kalacak. Kimseye söylemek yok, söz mü?” dedi.
-“Söz.” dedik. Serkan anlatmaya başladı:
-“Ben buraya gizli görevle geldim. Aslında polisim, yıllardır bir cinayeti araştırıyoruz. Çözüm aşaması geldik.” Cin Ali şaşırmıştı:
-“Allah Allah bizim köyün cinayetle ne ilgisi olabilir?” dedi. Serkan cebinden üç tane resim çıkardı:
-“Bu üç kişi farklı zamanlarda öldürüldü. Yapılan incelemeler sonucunda üçünün de aynı silahla vurulduğu anlaşıldı. Ruhsatsız olduğundan silahı bulmak için yıllarca uğraştık, iz sürdük. Sonunda cinayette kullanılan silahı bulduk.” Ben hikâyeyi bildiğim için sessizce dinliyordum. Cin Ali:
-“Katil kimmiş?” dedi. Serkan devam etti:
-“Silah bir gurbetçinin üzerinde yakalandı. Bu durumda bu üç kişiyi kim öldürmüş oluyor?” Cin Ali:
-“O adam öldürmüş.” dedi. Serkan:
-“İlk başta biz de öyle düşündük ve adam tutuklandı. Fakat mahkemede adamın suçsuz olduğu ortaya çıktı. Vaktiyle bir bağ evi almış, kurt kuş gelir diye bir silah alayım demiş. Ruhsatla uğraşmak istememiş, bu işlerin de başına geleceğinibilmiyormuş, bir çobandan ruhsatsız silahı satın almış. Adam cinayetin işlendiği tarihlerde Almanya’da olduğunu belgeleriyle ispat etti. Silahı başka birisinden satın aldığını söyledi. Bu yüzden adam serbest bırakıldı. Silahı incelemeye gönderdik, silahın üzerinde tutuklanıp serbest bırakılan adamın parmak izlerinin yanında bir parmak izi daha çıktı. Bu ikinci parmak izini elimizdeki kayıtlarla karşılaştırdık, sonuç elde edemedik.” Cin Ali’nin yüzü gözü değişmeye başladı. Sesi titreyerek sordu:
-“Kimden almış ki silahı?” Serkan:
-“Adam silahı aldığı kişinin adını bir türlü hatırlayamadı, sadece yaşadığı ilçeyi biliyordu. İlçedeki sabıkalıların resimlerini tek tek gösterdik. Adam bunların içinde yok dedi. Verdiği eşkal bilgileri çok geneldi. Yani şöyle söyleyeyim, sana bile uyuyor.” Bunu duyunca Cin Ali’nin gözleri büyüdü, derin derin nefes alıyordu. Serkan devam etti:
-“Adamın bahsettiği ilçe sizin ilçeniz. Ben buraya gelmeden biraz araştırma yaptım. Bu bölgede hayvancılıkla geçinen iki köy var, birisi burası. Çalışmaya buradan başlamaya karar verdim. Kendimi fotoğrafçı olarak tanıtıp köylülerin resimlerini çekiyorum. Bu çektiğim resimleri cinayet şüphesiyle tutuklanıp serbest bırakılan adama göstereceğiz. İçlerinden tanıdıkları çıkarsa, onları alıp sorgulayacağız. Bu antika eşya meselesini de evlere rahat girebilmek için uydurdum. Değilse eşyaların beş para etmeyeceği belli.” Cin Ali’nin rengi kırmızıdan mora doğru dönmüştü. Güçlükle konuştu:
-“Ya tanıdım dediği de silahı başkasından almışsa?”
-“Silahta sadece iki parmak izi var. Cinayet zanlısı paçayı kurtarmak için rastgele birisini gösterip bu adamdan aldım diyebilir. Gösterdiği kişi benim cinayetle ilgim yok diyebilir. Ama silahın üzerinde bir parmak izi var. Adamın gösterdiği kişileri sorguya çekip parmak izlerini aldık mı cinayet çözülecek.” Cin Ali’nin elindeki bardak zangır zangır titriyordu:
-“Cin Ali çayını iç soğutma.” dedim. Cin Ali bunun üzerine bardağı ağzına götürdü. Serkan:
-“Parmak izinin sahibi üç kişinin katili olarak hapsi boylayacak. Oradan ancak ölüsü çıkar artık.” deyince Cin Ali’nin içtiği çay genzine gitti, birden öksürüğe tutuldu. Koştum, sırtına vurdum:
-“Helal helal.” dedim. Bu arada çay üstüne başına döküldü. Cin Ali’nin kızı Asiye’ye seslendim:
-“Asiye, emmim bir bez getir, çay döküldü.” Asiye, bez getirip dökülen çayı sildi. Bardaklarımızı tazeledi. Cin Ali hiç iyi görünmüyordu. Su gibi terlemişti:
-“Doktora götürelim.” dedik:
-“Yok iyiyim. Üstüm açık yatmışım. Üşüttüm galiba.” dedi.
-“Ali bu pek üşütmeye benzemiyor.” dedim.
-“Üşütme üşütme. İyiyim ben, siz oturun.” dedi. Serkan:
-“Aman arkadaşlar yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Sakın kimseye ağzınızdan bir şey kaçırmayın. İki aya kalmaz katili bulur deliğe tıkarız.” dedi.
-“Sen merak etme Serkan.” dedim. Serkan, Cin Ali’ye dönüp:
-“Böyle ruhsatsız silah alan satan var mı bildiğin?” dedi. Cin Ali konuşamıyordu, başını “hayır” anlamında sağa sola sallayarak cevap verdi. Ben o sırada sanki aklıma sonradan gelmiş gibi:
-“Yav Cin Ali…” demiştim ki Cin Ali tekrar öksürüğe tutuldu. Yardımına koştuk, su içirdik. Biraz açıldı. Ağrı kesici içirip minderlerin üstüne yatırdık, üstünü güzelce örttükten sonra müsaade istedik.
Serkan’la köyün üstüne doğru çıkıp evlerden uzaklaştık. Cin Ali’nn hali aklımıza geldikçe gülmekten yerlere yatıyorduk. Biraz kendimize geldikten sonra taşların üzerine oturduk. Serkan:
-“İyi ki unutmamışsın Cin Ali’nin ruhsatsız silah işini.” dedi.
-“Sadece ben değil bütün köy hatırlar onu. Bu uyanık o zamanlar silahı hava olsun diye önüne gelene gösteriyordu. Ucuza aldım diye de hava atıyordu. Ruhsatı falan bilen mi var? Canımız kalmıştı, bir defa sıkalım diye yalvarıyorduk, sıktırmıyordu. Hevesi geçince Almancının birisine iyi paraya sattı. Sağda solda şu paraya aldım, bu paraya sattım diye uzun süre konuşup durdu.”
-“Bize güzel bir malzeme oldu.”
-“Cin Ali cin çarpmışa döndü.” dedim. Gülmeye devam ettik. 

 


Yorumlar - Yorum Yaz