Kenan Yavuzaslan: Adı bizde saklı bir ilimizde bir şiir şölenine katılıp özel aracı ile Samsun’a dönerken Değirmendere yazılı bir levha görünce burada mutlaka su değirmeni vardır deyip yön değiştirmiş. Gide gide bir sögüde dayanmamış ama sonunda halen aktif olan değirmeni bulmuş. Civar köylerden katır, gölük, eşek ile değirmene un, bulgur, zavar öğütmeye gelenlere selam verip içeri girmiş. Değirmenci Hayrullah’a selam vermiş. Bir saatliğine de olsa değirmende tozcu olmak istemiş. Değirmenci de hatırını kırmamış. Buğdayları şiniklere doldurup değirmenin hunisine doldururken bir kız gelmiş ve kendisine emmi demiş. Her ne kadar tozcu olmadığını söylese de kıza bunu anlatamamış. Üzerindeki unları silkelemeden arabasına atladığı gibi ver elini İstanbul demiş. Elinin yüzünün tozuyla binmiş Köln uçağına. Davet edildiği salonda kendi şiiri yerine Karacaoğlan’ın “Elbistan yanaklı kırk beş belikli/Bir kız bana emmi dedi neyleyim....” şiirini okumuş ve ayakta alkışlanmıştır.
Muhammet Erdevir: Yazın ağustos böceklerinin cır cır öttüğü, incirlerin yettiği bir zamanda “Son Gül İçin Prelüt” isimli öykü kitabı çıkarmıştır. Sosyal medyada kitabın kapağını paylaşınca kapaktaki kızın kardeşi yazarın bir hayranı gibi arkadaşlık isteği göndermiş o da kabul etmiş. Beğeniler, özel mesajlar gırıla giderken hayranı onun telefon numarasını istemiş, o da hiç çekinmeden vermiş. Bir gün özel mesaj yazıp Gaziantep’e geleceğini yazmış. Uzun lafın kısası vakit gelip çatmış ve buluşacakları yere gelmişler. Erdevir daha hoş beş demeden, hayranı: “Sen kim oluyorsun da kardeşim Songül için hikaye kitabı çıkardığın gibi bir de bağrı açık fotoğrafını kitaba kapak olarak koyuyorsun?” der demez, Erdemir’e kafayı indirmiş. Erdemir neye uyradığını şaşırmış bir vaziyette cebinden peçeteyi çıkarıp burnunu silerken hayranı: “De git artık bir başkasına prelüt yaz da bacağına sıktır!” deyip oradan uzaklaşmış. Durum böyle iken böyle işte.
Tayyib Atmaca: Uzun zamandır dergilerde görünmediği gibi kendi çıkarmış olduğu dergilerde de pek şiir yazmıyor. Yaklaşık bir ay önce hal hatır sorup oradan buradan konuştuktan sonra dergilerde neden görünmediğini söyledim. Keşke sormaz olaydım. Adam bayağı dertliymiş. D., H., M., Ş., T., Y., dergilerinin yönetmenleri: “Sen günümüz modern şiirini yazamıyorsun, git halk şiiri yaz, hatta sazı belle aşıklarla atışmalar yap. Senin gibi çağın gerisinde kalmış, modernitenin eline su dökemeyen ve kendini şair yerine koyan bir insana sayfalarımızda yer vereceğimizi zannediyorsan tuz yalıyor gibi avcunu yalamaya devam et. Biz kargadan başka kuş tanımayız. “Karga karga gak dedi/Çık şu dala bak dedi” ya da “Azgın arzuların kör kuyularında/Bağrımın denizinde yel kovanı yer/Saatler kudurur aşı bulunmaz” türünde şiirler yazıyorsan buyur demişler. Neredeyse canının sıkkınlığını benden alacaktı. “Boş ver üstad!” dedim. “Onlar ne ne kafiyeyi bilir ne safiyeyi ama birbirlerine iyi hafiyelik yapar.” deyip teskin ettikten sonra bana dondurmalı kadayıf ısmarladı. Akşam da elinizin artığı siyah yerinden iki de paça içirdi. Kesesine bereket olsun.
Adı bende saklı bir şair: Geçen ay Hacı Bayram Veli Camii’nde yatsı namazından sonra yaklaşık elli beş altmış yaşları arasında birisi şöyle dua ediyordu: “Yarabbim sen de biliyorsun artık güz mevsiminden kışa girmek üzereyim. Hacca yazıldım kısmet olursa gideceğim. Gitmeden önce senin gördüğün başka kimsenin görmediği şöyle bir günah işlemiştim: On 2 eylül üzerimizden loğ gibi geçmiş, Tunalı Hilmi Caddesi’nin varoşlarında gecekondu türü bir evde, odun yok, soba yok, bir küçük piknik tüpü ve sekiz on kişi birbirinin nefesiyle ısınarak kışı geçirmeye çalışırken son makarnamız da bitmiş herkesin cebi tam takır bir halde, toplasak on dal sigarayı nöbetleşerek gece yarısına kadar içtik yine uykumuz gelmedi. Hani acın üzerine dokuz yorgan örtseniz uyumaz demiş ya atalar, yorgandan vazgeçtik o kadar adam iki battaniyenin altından Simon’un iti gibi tir tir titreyip dururken birden aklıma Ressam Konan’ın Pekin ziyaretinde kendisine hediye edilen ördekleri Kuğulu Park’a bağışladığını duymuştum. Arkadaşların daha fazla titremeleri hem canımı acıtıyor hem karnımı ağrıtıyordu. Daha fazla dayanamayıp parkın pinniğine girip ördeklerden dört tanesini kaptığım gibi eve getirdim. Beş dakikada Beşiktaş hesabı ördekleri ne zaman kestik ne zaman pişirdik, yedik hatırlamıyorum. Sadece o gece açlıktan ölmediğimizi hatırlıyorum. Ertesi gün ünlü bir gazetenin muhabirine şöyle bir haber metni hazırladım. “Konan’ın Kuğulu Park’taki ördekleri çalındı.” Arkadaş bize bir torba makara aldı. O zaman korkumdan o işi ben yaptım diye gazetelere beyanat veremedim. Durum böyle iken böyle oldu” deyip duasını bitirdi. Ben de yıllar sonra gelen bu itirafa bigane kalmamak için şöyle dedim: “Allah’ın günahkar kulunu bağışla lütfen. Başımıza başka Konan’lar musallat etme.” dedim. Şair de kendisini dinlediğimi duydu. “Amin” dedi.