Yokluğun yoksulluk sayılmadığı zamanlar… Okul bahçesinin bir köşesinde hangi mevsimde neden çekildiğini bilmediğim siyah beyaz bir fotoğraf… Pantolonum biraz çekmiş ya da ben uzamış olmalıyım. Ama kara önlüğüm hem uzun hem bol duruyor üstümde. Sonraki yıllar garanti edilmiş. Kara lastiklerim önlüğümle uyumlu. Bu iki kara arasında ayak bileklerim Cebelitarık Boğazı gibi duruyor.
Kara kalem, kara tahta, karasa ban, kara sığır, kara baş, kara çam, kara toprak gibi hayattan almıştı ismini ve rengini. Fakat kara baht olarak görülmez, kimse kem gözle bakmazdı kara lastiklerine. Trabzon lastiği de denirdi. Büyük harflerle Tor yazardı altında. Herhalde üretildiği fabrikanın adıydı. Belki de kendi çapında bir markaydı. Lastikler yaz sıcağında yumuşayıp da buram buram kokmaya başlayınca Tor kelimesi bu kokuyla bütünleşir, uzayıp giderdi. Henüz giyilmemiş, gıcır gıcır, kokusu üstünde bir kara lastiğin, çiçek ve tezek kokusuna alışkın burnumda yaptığı inkılabı tariften acizim bugün.
Kara lastiklerin niteliklerini, hadi modern bir kelimeyle söyleyeyim, işlevselliğini anlatmakla bitiremem. Bir kere giyip çıkarması çok basitti. Kapının kenarında sahibini uslu uslu ve belki de biraz süslü bekleyen ayakkabılar sınıfından olmadığı için içeri girerken çoğunlukla çarçabuk çıkarılır, teki ufak bir havalanmadan sonra bir miktar uzağa ama daima dört ayağı üstüne düşerdi. Karıştırmaya da müsaitti. Eğer niyetiniz bozuk ise akşam gezmelerinden sonra gaz lambasının loş aydınlığından faydalanarak o gece yenileyebilirdiniz lastiklerinizi. Tabii ertesi gün kendi lastiklerinin peşine düşmemiş birininse. Tedbiri elden bırakmayanlar topuğunun bir yerine bir çentik atar ya da boğaz kısmına bir delik açarak renkli bir ip bağlarlardı. Yaylaya çıkarılacak koyun ve kuzuların üstüne vurulan boya gibi sürünün içinde kendilerine ait olanı hemen bulurlardı böylece. Temizlemesi kolaydı. Ayak yordamıyla otlara silmek, ön kısmında bağcık süsü verilmiş desenlerin aralarındaki kalıntılara biraz su tutmak yeterdi. Sonra altlarındaki yivleri silinmiş ise son derece güzel kızak olurdu buzlanmış yollarda. Bir yönüyle yalıtımsız evlere de benzerdi kara lastikler; çünkü yazın sıcaktan ayaklarımız terler hatta su toplar, kışın soğuktan parmaklarımız gagıliç kesilirdi.
Çeşitli renklerde ve şekillerde delikli, desenli, açık renkli yazlık türleri de vardı lastiklerin. Cumartesileri çarşı dönüşlerini umutla beklerdim. Çarşı camadanından yazlıklar çıkmışsa baharla birlikte ağıldan dışarı adımını ilk kez atan, sevinçten hoplayıp zıplayan, neşe içinde sağa sola toslayan oğlaklara, biçiklere dönerdi ayaklarım. Sahil memleketlere uçan kuşlar olurdu ve kendisine sunulan bu saadetin başkaları tarafından görülmesini umardı.
Zaman; gösterişsiz, huzurlu, dingin, uzaklardan habersiz akıp giderdi. Sadece dedemin radyosu başka dünyalardan haber getirirdi. Acanstan sonra karışık, boğuk, cızırtılı jenerik müziği bir ‘spor’ nidasıyla başlar ya da biterdi. Sanki ‘Tor’ derdi sesin sahibi. Meşin yuvarlağın başına gol kralı Selçuk Yula gelirdi kara lastikleriyle. Kaleci ve top farklı köşelere uçardı. Kavaklardan konfetiler yağardı okulun bahçesine. Fener hep yenerdi. Sonra... Sonra suların akışı değişti.
Ortaokula başlarken ısmarlaşmayı unuttuklarım arasında kara lastiklerim de vardı. Ceketim, ayak bileklerimi de içine alan pantolonum ve ayağımda kundura başımı döndürmüştü herhalde. Ama kunduraları ayağıma takıp beni hep eşikte bekleyen lastiklerimi görmeden geçip gidişimle nasıl bir hicran içinde kaldıklarını duyar gibi oluyor, o hüznü işte şimdi yıllar sonra yaşıyorum. Ne bileyim, Tanpınar’ın dediği gibi geçmişi, geçmişte kalanları güzelleştiren, onlara bugünden bakışımızdır belki de.
Bir akşamüstüydü İstanbul’un kaldırımlarında sanki bir yere yetişecekmiş gibi yürüyoruz. Kunduralarımdaki nalçalar ben yetişmeye çalıştıkça daha çok ses çıkarıyor. Çıkarmasın diye yere sürüyerek atıyorum adımlarımı. Yolda yürümeyi bilmediğimi söyleyen bir azar işitiyorum. Varlığında kadrini bilmediğim kara lastiklerim geliyor gözüme.
Sözü Faruk Nafiz Çamlıbel’in mısralarını anıştırarak bağlayayım: *İncinir kundurada, lastik giyen ayaklar.
* “İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar”