Daha dün gibi çocukluğum, gözlerimin önünde. Fakirlik demeyelim de imkânsızlık diyelim, yanı başımızda.
Babam yaz günü elinde Cızlavat, yani kara lastik ayakkabı ile gelirken, ayağımda parçalanan eskileri çöpe atarak yalın ayak yeni ayakkabılarıma doğru koştuğum dün gibi aklımda.
Yazın yeni ayakkabılarımla tozu dumana katarak koşardım. Ayakkabılarımız elbiselerimiz gibi yamalı olsa da o günlerin tatlı sevinci, huzuru bitmezdi.
Şimdiki çocuklar gibi rugan, hakiki deri ya da spor ayakkabılar elimize hiç geçmezdi. Cızlavat ayakkabı ile yaşamaya mecburduk, hiç şikâyet etmezdik.
Yalnız ayak terleyince çok pis kokar ve değişik bir ses çıkarırdı. Bu sesler mahalleyi kaplar, gülücüklerimiz arkamızda kaybolurdu. Bir gün o güzel günleri hatırlayıp gözlerimden yaşlar süzüleceğini tahmin edemezdim.
Mahallede bizden önce gidenlerden devraldığımız mutluluğu bizler de geriden gelenlere bir gülümseme ile bırakmayı düşünürken, arkamızdan gelen neslin ayakkabı ile mutlu olmayacağını, şimdikilerin ise milyarlık cep telefonuyla mutlu olacağını elbette ki bilemezdik!
Biz mutluluğu bir lastik ayakkabı ile fark ederken yeni nesil yalnız, mutsuz, oyunsuz, çocukluğundan habersiz yaşadığını ne zaman fark edecek acaba?
Belki onlar böyle mutlu diyeceğim lakin bakın sokaklarda çocuk gülücükleri, oyunları hala eksik. Herkes payına düşeni dağıtır veya dağıtmaz kendi bileceği bir şey, gülücüklerin çocuklarımızın yanaklarından hiç eksik olmaması dileğiyle, vesselam.