HEYBEMDE BİRİKENLER-mustafa ışık

1977 Ağrı ili, Diyadin ilçesi, Hacıhalit köyü doğumluyum. Çocukluğum, ilkokul öğrenciliğim köyümde geçti. Köyde ortaokul olmadığı için ortaokul ve lise öğrenimimi ilçede tamamladım.
Bizim oralarda “kara lastik, Cizlavet, hotto” derlerdi bu ayakkabılara. Ben de liseye başladığım vakte kadar bu ayakkabılardan giyenlerdenim.
Üniversiteye başlayana kadar, okullar yaz tatiline girer girmez köyün yolunu tutardık. Ya koyun, kuzu çobanlığına ya da tarla, bahçe işine gitmek köydeki yaşantımızın vazgeçilmeziydi. Köyde yaşamamız hasebiyle mevcut işlere yardımcı olmak, ailemizin geçimine katkı sunmak her çocuk / genç gibi bizim de olmazsa olmazımızdı.
Kösele ayakkabı giymek paralı adamların işiydi ama maddiyatından ziyade tabiî şartlar gereği köye gidenler bu lastiği almak zorundaydı. Çünkü köyün doğal ortamında toz, toprak, çamur eksik olmazdı. Bu şartlarla ancak kara lastiklerle başa çıkılabilirdi. Şimdi köy yollarımız asfalt, artık dağa-bayıra giden pek yok; işlerimizi de artık makinelere yaptırıyoruz. Dolayısıyla artık ellerimiz de ayaklarımız da ayakkabılarımız da taşa, toprağa, çamura pek dokunmuyor.
Fiyatının cazip olması, kaymama özelliği, toza, toprağa, taşa, bayıra dayanıklı olması bu ayakkabıları tercih nedeniydi. Çoğu defa da bir numara büyük alırlardı bir sene daha giyersin diye. Yırtılsa bile öyle kolay kolay kurtulmazdık; kalın iğnelerle, naylon iplikle muhkem bir şekilde tekrar dikilirdi. Paramparça olana kadar gitmek zorundaydı.
Köyde yaşayanların yaşamlarının vazgeçilmeziydi ve kimse giymeyi sorun etmezdi. Çobanlık yaparken bizim için ayrı bir daha vardı. İkindi vakti, ayaklarımızda hotto ile oyunlar oynardık. Önce koşardık, koşuda kim en geride kalırsa o kaleye geçerdi ve onun kara lastiği de topumuz olurdu. Kaledeki hottoyu en uzağa fırlatmaya çalışırdı, iki gruba ayrılan çobanlar da sopalarla lastik ayakkabıyı paslaşarak gol atmaya çalışırlardı. Sağlamdı hotto ama arada yırtıldığı da olurdu. Ayakkabısı yırtılanın akşam evde dayak yemesi bir sonraki gün için işin bir başka eğlence kaynağıydı.
Ayakkabıların bir özelliği de tek tip ve tek renk olmasıydı. Annelerimiz, ayakkabılarımız karışmasın diye renkli iplerle düğümler atarlardı. Büyükler genellikle ayakkabılarına, özellikle topuk kısımlarına veya tabanlarına / kesikler atarlardı.
Çocukluğumuzda kötü bir rüya gördüğümüz vakit “Git, ayakkabına anlat.” derlerdi. Biz de evden uzaklaşıp özellikle taşlık bir yerde hottoyu çıkarır ona rüyamızı anlatırdık. Rüyada ayakkabı görmek de yine olumsuz bir duruma yorulurdu.
Kara lastik, Cizlavat, soğuk kuyu, hotto… Adına ne dersek diyelim Anadolu insanının samimiyetinin bir parçasıydı bu ayakkabı.
Bu özel sayı bizi çocukluğumuza götürdü. Yaşadıklarımıza götürdü; dağ, bayır gezdirdi hayallerin rengârenk salıncağında.
Unuttuklarımızı hatırladık tekrar, dostlarımızı, arkadaşlarımızı, samimiyetimizi, mutluluğumuzu… Nereden nereye vardığımızın muhasebesini yapmaya vesile oldu.
Şükür denilen nimeti ne çok unuttuğumuzu hatırladık.
O gün beraber tarlada, bahçede çalıştıklarımızı, güttüğümüz koyunları, kuzuları, doğallığı, köy hayatını, saflığı, oyunlarımızı…
En güzel hasiyetlerimizden ne kadar da uzaklaştığımızı hatırlattı.
İşin en acıtan kısmı da artık yeni neslin bunlardan bihaber olduğu gerçeğidir.

 


Yorumlar - Yorum Yaz