Ben beş çocuklu bir öğretmen ailesinin ikinci çocuğum. Ailemizin yaşantısı kışları şehirde yazları köyde geçerdi. Köy demek Karadeniz’de çay fındık işleri demekti. Doğada kendimi özgür hissettiğimden köyü ve köy işlerini sever ve oraya gitmeye can atardım. Köye gittiğimizde şehir yaşamının dışına çıkar köyün doğallığına bürünürdüm ve bu doğallığın olmazsa olmazı kara lastiklerim vardı benim. Tıpkı arabanın yere tutunmasını ve güvenle hareket etmesini sağlayan lastikleri gibi beni de yere bastıran, yere tutunduran kara lastiklerimdi. Kara lastik, çay ve fındık toplamaya, derelerde balık tutmaya ve bağ bahçe işleri yapmaya giderken hep ayağımdaydı benim. Bu devirdeki gençliğe ve çocuklara bu kara lastiği anlatsam ya da bu lastiğin üzerine güneş vurduğunda çıkan kokuyu bile özledim desem, bu adam ne diyor diye farklı bir gözle bakarlar bana diye düşünüyorum. Ama bu farkı sadece yaşayan bilir. Evet, kara lastiklerimin o güneş vurduğunda yaydığı kokuyu bile özledim ve ben aslında çağa yenik düşen çocukluğumu özledim.
Benim çocukluğumda paranın hükmü çok azdı. Şimdiki çocuklar gibi marka ayakkabılar ve özentisi de yoktu.
Bağa bahçeye giderken tek güvenilecek ayakkabı kara lastiklerdi. Giydin mi ayağına, kendini traktör sanırdın. Ayaklarım kayar mı kaymaz mı diye bir korkun olmazdı. Çamurlara girip çıksak da ayaklarımızı ve lastiklerimizi yıkayınca yeni maceralar için hazırlanmış olurduk. Derelerde balık tutmaya gidince şimdiki gibi aman ayakkabılarım ıslanmasın, yırtılmasın, kuruması uzun sürer diye de kaygımız yoktu. Dere suyuna 2-3 kere batırıp çıkararak ters çevirip güneşe koydun mu maksimum 5 dakikada kururdu. Altın çamura düştü mü değerini kaybetmez dedikleri gibi kara lastiklerim tekrar kullanıma hazır olurdu.
Bağ bahçe işleri bitince köy çocukları ile ikindiden sonra köyün misafirhanesinin önündeki düğün alanına maç yapmaya giderdik. Malum orda da bu devrin en iyi kramponlarının görevini yüklerdik kara lastiklerimize. Bağcıkları yoktur kara lastiklerin. O yüzden de iyi bir vuruş yapamadığımız zaman suçu kara lastiklere bulma şansımız yoktu. Tüm suç o lastiklerin içindeki ayaklarda idi. Benim bu kusursuz diye savunduğum kara lastiklerimin tek bir suçu vardı, ıslandığında ayaklarımızda ters düz olması. Ama bunun da çözümü vardı. Spor çorabı tozluğumuz olmasa da bu ters düz olma sorununu bir çift çorapla halledebiliyorduk.
Yazları dere suları çekilir, balık tutmak kolaylaşır. Yine bu aşamada kara lastiklerimizle işe koyulurduk. Dereye kara lastiklerimizle girerdik. Taşların üstüne kene gibi yapışır, kaymazdı. 1980’li yıllarda bir gün dereye balık tutmaya gitmiştik. Küçükçe bir gölette balık yavrularının olduğunu gördük. Yavru balıklar yüzme becerileri henüz gelişmediği için akıntıdan uzak dururlar. Ya dere suyunun en az akıntılı kıyı kısımlarında ya da gölet tarzı akıntısız sularda gezinirler. Arkadaşlarla onları yakalayıp kendi arazimizin içindeki küçük dereye atıp orda büyütmeyi planladık. Ama gel gör ki ufak oldukları için onları elimizle avucumuzla yakalayamıyorduk. Hepimiz kara lastiklerimizi çıkartıp lastiklerimizi yan yana dizerek suda yavru balıkları onların içine sokarak yakalamaya girişmiştik ve epey de yakalamıştık. İçimizde büyük bir mutluluk vardı. Şimdi sıra yavru balıkları öldürmeden o küçük dereye götürmeye gelmişti. Hemen yalın ayak yola koyulduk. Balıkları dökmeden itina ile ağır ama seri adımlarla hedefe yürüyorduk. Bizi o halde elinde lastikle pür dikkat yürürken görenler: “Hayırdır çocuklar kafayı mı yediniz? Ayaklarınız çıplak; ellerinizde lastikler, lastikleri gezmeye mi çıkardınız, altın mı taşıyorsunuz içinde?” diye şaka yapıyorlardı. Biz de: “Yok altın değil içinde balık var, can taşıyoruz. Bu balıkları bizim dereye koyacağız ve orda büyüyecekler.” demiştik.
Ben büyüdüm 47 yaşına geldim ve 21 yıllık beden eğitimi öğretmeniyim. Bu 21 yıllık eğitimciliğimde çokça öğrencim oldu ama hiçbirini ne okulda ne de beden eğitimi dersinde kara lastikli görmedim. Hatta son yıllarda çoğu öğrencimin ayağında marka ayakkabılar var. Benimse marka ayakkabı ile tanışmam üniversitenin 2. sınıfında oldu. Sonra öğretmen olunca marka ayakkabı giydim. Bazen diyorum kendi kendime: “Acaba yine bir kara lastik alıp derse girsem ve bu anılarımı çocuklara anlatsam nasıl bir tepki görürüm?” Bunu düşünürken yazımı okuyanların gülümsediğini hisseder gibi oluyorum.
Evet, biz büyüdük çağ değişti elbette ama benim o kara lastiklerimle ilgili anılarım hiç değişmedi ve de değişmeyecek. Aksine o dönemler ne kadar mutlu bir çocukluk yasadığımın farkına şimdiki çocukları görünce varıyorum.
Keşke hep o çocukluk dönemindeki gibi çağa ayak uyduran ama mutlu nesiller yetiştirebilseydik. Ama ne yazık ki birçok şey gibi bu konuda da çağa yenik düştü insanlar.