KADROLU MUHTAR-III- (Kara Lastik)

İlçe dolmuşuna bizim köylülerle birlikte bindik. Çok sinirliydim resmen burnumdan soluyordum. Boş koltuk ararken arkadan birisi seslendi:
-“Muhtarım muhtarım!” Baktım, iki saat önce indiğim otobüsteki yol arkadaşım. Sinirim bir an için geçti, gülümsedim. Ona doğru ilerleyip yanına oturdum ve sordum:
-“Hayırdır yeğenim, sen de mi bizim ilçeye gidiyorsun?”
-“Evet, muhtarım.” dedi. Yol boyunca hep beni konuşturduğundan sorma fırsatım olmamıştı. Meğer delikanlı bizim ilçede görev yapan bir arkadaşını ziyarete gidiyormuş. Birden gözleri ayağımdaki takunyalara ilişti, gülmeye başladı.
-“Gülme yeğenim, zaten tepem atık.” dedim. Bu sırada ön taraftan bir ses duyuldu:
-“Aamat yörü gari voyn!” Tırı Mahmut, şoföre bağırıyordu. Gönül şu takunyaları çıkar kafasına fırlat dedi. Yanımdaki genç:
-“Muhtarım bunlar ne böyle? Ayakkabıların nerede?” diye sordu.
-“Şu böğüren hayvan yok mu, o giydi.” dedim.
-“Onunkiler nerede?” diye sordu. Biraz içimi dökeyim diye anlatmaya başladım:
-“Biliyorsun otogara varınca Çullu Yusuf, koluma yapıştı seninle vedalaşamadan beni otobüsten indirdi. “Bana müsaade” deyip sıvışacaktım ki diğerleri de indi. Bizim Lap Osman: “Donuma işeyecem tuvalet nerede muhtarım?” dedi. Tuvaleti gösterip başımdan savayım şunu dedim. Tuvaleti gösterdim, bu defa ötekiler: “Haydin hep beraber gidelim.” dediler. Hep birlikte tuvalete gittik. Benden önce çıkmışlar, birer de sigara tellemişler, dışarıda bekliyorlar. Görevliye bir lira uzattım. Görevli:
-“5 lira daha vereceksin.” dedi.
-“Niye?” dedim. Bizim köylüleri gösterdi. Köylülere dönüp:
-“Ödesenize paranızı.” dedim. Cin Ali:
-“Bizde bozuk yok. Sen öde köyde hesaplaşırız.” dedi. Cebimde bütün 200 lira vardı.
-“Parayı gösterip bende de yok. Tek param bu dedim.” Cin Ali:
-“Bozdur, bozdur. Koskoca muhtarsın bozuk para lazım olur sana.” dedi. Şunlarla daha fazla muhatap olmayayım diye parayı ödedim. Niyetim cumayı başka bir camide kılmaktı. Bırakmadılar. Hep birlikte otogar camisinde cumayı kıldık. Namaz çıkışı bizimkiler kıvranıyor. Tırı Mahmut’un ayakkabılarını çalmışlar. Ben de onlarla birlikte raflara bakındım. Şu muydu, bu muydu diye bir iki ayakkabı gösterdim. Bu arada cami tamamen boşaldı. Tırı Mahmut:
-“Tamam, ben ayakkabımı buldum.” dedi. Baktım, benim ayakkabılar:
-“Çıkar ulan ayakkabıyı.” dedim. Çıkarmadı. Yalın ayak düştüm peşine. Caminin avlusunda birkaç tur attık. Kaçtı. İmam halime acıyıp bu takunyaları verdi işte.” Yol arkadaşım, elini bacağıma vurup:
-“Sıkma canını köye varınca verir.” dedi.
-“Nah verir! dedim. Daha önce de yedi aynı haltı.” Kan beynime sıçradı. “Ben bu deyyusu vursam yeridir.” diye bağırdım. Dolmuştakiler benden tarafa döndüler. Bir iki kişi “Muhtarım hayırdır.” dedi. Bu defa utandım, başımı önüme eğdim. Yol arkadaşım:
-“Daha önce de mi ayakkabısını çaldırdı bu Tırı Mahmut?” diye sordu.
-“Hayır, benim ayakkabımı çaldı. Hem de düğün günümde...” Yol arkadaşım olayın detaylarını öğrenmek için ince ince soracaktı. O bir şey demeden anlatmaya devam ettim.
-“Ben sana nasıl kadrolu muhtar olduğumu anlattım. Muhtarlık yüzünden mahkeme, adliye, hapishane derken yaşım otuza dayandı. Yurt yuva kuramadım. Yeşiltepe köyünde evde kalmış bir kız var dediler. Gök Mahmut’un Ümmü. Bizimkiler yarı gönüllü, yarı gönülsüz kızı istediler. Düğün dernek kuruldu. Bizim köylerde damada çok eziyet ederler. Düğün günü bana da etmediklerini bırakmadılar. Başımda yumurta mı kırmadılar, acılı baklava mı yedirmediler, etek mi giydirmediler, orama burama iğne mi batırmadılar, sırtıma semer mi vurmadılar. Daha neler neler... Bir de her halta bahşiş alırlar.”
-“Bahşiş her yerde var muhtarım.”
-“Vardır da bizimki kadar yoktur. Mesela damadın ceketini giydiren ayrı bahşiş alır, ayakkabısını çeviren ayrı bahşiş alır, tıraş eden ayrı, suyu döken ayrı… Bir de damadın eşyalarını çalmaya çalışırlar. Ondan da bahşiş alırlar. Kına gecesinin sonunda arkadaşlar beni falakaya çekmeye kalktılar. Üstüme çullanıp yere yıktılar. Tırı Mahmut ayakkabılarımı aldığı gibi kaçtı. Neyse dayağı yedik. Artık herkes evine dağılacak, Tırı Mahmut’tan ayakkabıları istedik. “Veririm ama bir oğlak isterim.” dedi. Her şeye tamam dediğimizden ona da tamam dedik. Mahmut: “Şimdi isterim, oğlak gelmezse ayakkabıları vermem.” dedi. O saatte oğlağı nerede bulalım. “Sabaha söz…” dedik. Adam Nuh diyor, peygamber demiyor. İhtiyarlardan söz verenler, kefil olanlar oldu. İkna edemedik herifi. Sonra bugünkü gibi yalın ayak peşine düştüm. Kaçtı. Oradakiler: “Sabah erken kalkılacak gidin yatın, sabah Mahmut’un gönlünü ederiz.” dediler. Çare yok, gittik yattık. Sabah oldu Mahmut’u aramadığımız yer kalmadı. Hiçbir yerde bulamadık. Camiden bile anons ettirdik. Yok. Sanki yer yarıldı, yerin dibine girdi.”
-“Neredeymiş?”
-“Sabaha kadar kafayı çekmişler, samanlığın birinde sızmış kalmış. Bizim bu kız alma işi çok sıkıntılı oldu. Kızın başta babası Gök Mahmut olmak üzere pek çok akrabası bu işe razı değil. Bizim muhaliflerin başı da anam. İki taraftan da bir şey olsa da bu iş bozulsa diyen bir sürü insan var. O yüzden her şeye aman bir tatsızlık çıkmasın diye “Eyvallah.” diyoruz. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Biz Mahmut’u ararken gelin alma vakti geldi, çattı. Geç kalmamak lazım. Bizim akrabalar: “Ayakkabı da eksik olsun, yürü.” dediler. Sen kara lastiği bilir misin?”
-“Ayakkabı mı?”
-“Evet.” Yol arkadaşım:
-“Bilirim, bilmesine de…” dedikten sonra şaşkın şaşkın yüzüme baktı, cümlesini tamamlayamadı.
-“Ayaklarımdaki kara lastiklerle yürüdüm.”
-“Damatlığın altına kara lastik olur mu yahu?” Yol arkadaşım muhtemelen bu resmi gözünün önünde canlandırıyordu.
-“Mecbur…”
-“Bizim o tarafta bağa bahçeye giyerler onu. Cızlavet vardır, bir de soğuk kuyu.”
-“Benimkiler soğuk kuyu kara lastik. Bizim o tarafta ona “taş kıran” derlerdi. Ben damatlığın altına giydikten sonra taş kıran unutuldu, muhtar ayakkabısı, muhtar lastiği demeye başladılar.”
-“Muhtarım ne desem bilemedim.”
-“O zamanlar İspanyol paça moda. Pantolonun altından ayakkabılar pek görünmüyor. Bizim akrabalar, kız evine varınca baban içeri girer gelini çıkarır, kimse kara lastikleri fark etmez, dedi. Düştük yola. Kız evine varınca kız tarafı illa ki gelini damat çıkaracak dediler. Kapıya vardım, kara lastikleri çıkarıp içeri adımımı atmıştım ki kızın babası ayakkabıları gördü. Görmesine de gerek yok aslında. Bu namussuz, ayağın terledi mi bir kokar ki… Biz de Tırı Mahmut’u ararken bir terledik, kızın kapısına gelince heyecandan bir daha terledik. İçeri ben girmeden koku girdi. Süt beyaz çoraplarım kapkara olmuş. Kızın babası yüzüme ters ters bakıp “Senin giyeceğin ayakkabının da seni bu eve damat diye sokanın da…” diye bastı küfrü. Ben de “Bilmem nettimin Mahmut’u.” diye Tırı Mahmut’a bir küfür salladım. Kızın babasının adı da Mahmut ya, kızın yedi oğlan kardeşi birden üstüme çullandı, sen babamıza nasıl küfredersin diye.”
-“Hayda!”
-“Anam bir taraftan bayılır, gelin bir taraftan. Birine kolonya, birine su… Herkes birbirine girdi. İhtiyarlar, sözü geçenler araya girmese kan gövdeyi götürecek. Ortalık biraz sakinleşir gibi oldu. Derdimizi anlatmaya çalışıyoruz. Bir anda bu Tırı Mahmut köyün itini kopuğunu peşine takmış: “Yetiştim gardaşım!” diye böğürerek çıktı geldi. Dur demeye kalmadı gelinin kardeşlerinin arasına dalıp babasına bir tokat patlattı.”
-“Hoppala!”
-“İp koptu. Biz tekrar birbirimize girdik. Tekme, tokat, yumruk… Yemek kazanları devrildi, çadırlar yıkıldı, sandalyeler, taşlar, sopalar havada uçuşur.”
-“Sen yine hapsi boyladın desene.”
-“Bu defa hapse girmedik. Girmedik ama bizim düğün kaldı. O gün bugündür iki köyün arasında husumet vardır. Bu Tırı Mahmut’a sorsan ben orada yoktum der. Benim damatlık o gün lime lime oldu. Ayağımda kara lastiklerimle kaldım. O lastikleri hâlâ saklıyorum. Bu, Mahmut’un bana attığı ikinci kazık oldu. Lastiklerin yanına bir de takunya koyacağım artık.”
-“Sen bu Mahmut’a ne yapsan yeridir muhtarım.”
-“Bunda öyle bir şans vardır ki tam eşek şansı. Ben bu Mahmut’a ders vereceğim derken bütün köyü ishal ettim, bir buna bir şey olmadı.” Yol arkadaşım, hemen atladı:
-“Deme, anlatsana nasıl oldu?” dedi.
-“Onu da inince anlatayım. Hem bu sayede belki bizimkilerden kurtulurum.” dedim.

 


Yorumlar - Yorum Yaz