“Kara” kelimesine genellikle olumsuz anlamlar yükleriz. Bu kelimeyle oluşan kara gün, kara bahtlı, kara toprak, kara cahil, karaçalı, kara yüz, deyimleri böyle düşünmemize etki eden terkiplerden bazıları. Bununla birlikte yine “kara” kelimesiyle oluşan fakat olumlu çağrışımlar yapan kimi terkipler de vardır: Kara gözlü, kara yağız, karadut, kara demlik gibi.
Mesela “kara demlik” görünüş itibariyle simsiyah, zifir gibi bir demliktir. Lakin zihinlerde apaydınlık görüntüler oluşturur. Bu ifadeyle arkadaşlıklar, sarsılmaz dostluklar, unutulmaz muhabbetler hatıra gelir. Kara lastik de böyledir. İçinde “kara” ibaresi vardır. Lakin çağrışımı pozitif yöndedir. Özellikle bizim gibi köy hayatı bulunanların tatlı, hüzünlü pek çok hatırası vardır bu kara lastik ayakkabılarla ilgili.
Yaklaşık bir asırdır hayatımızda bulunan kara lastik ayakkabı, içine su çekmemesi, ıslandığı zaman çabucak kuruması, temizliğinin kolay, giyilip çıkartılmasının pratik olması sebebiyle milletimiz, özellikle köylülerimiz tarafından uzun yıllar boyunca tercih edilmiş.
Tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin yoğun olduğu kırsal bölgelerde, günümüzde dahi severek kullanılıyor. Balta ile ağaç kesiminde, ceviz, kayısı ve dut gibi meyvelerin hasadında, kösele veya spor ayakkabılarla ağaca tırmanmak ve güvenle aşağı inmek çok zordur. Bu minvalde diğer ayakkabılara göre kara lastiğin tutunma kabiliyeti çok yüksek seviyededir. Özellikle kış aylarında baş gösteren buzlanmaya karşı birebirdir bu ayakkabılar. Tarla ekiminde, dağda, bayırda, sulu ortamlarda istenilen verimliliği azami derecede gösterir. Kısacası her türlü arazi koşullarına uyumludur kara lastik. Bütün bu özelliklerinin yanında fiyatının uygun olması da kara lastiğin vazgeçilmez olmasının önemli bir sebebi.
Petrol türevi olduğundan dolayı elbette insan sağlığına bazı zararları vardır. Lakin çaresizlik sebebiyle bunu kim düşünecek? Ne demişler: Zaruretler bazı olumsuzlukları meşru kılar!
Köylerde kara lastikten önce “çarık” denen ayakkabı giyilirmiş. Biz o günlere yetişemedik. Lakin bu çarıkların kimi evlerin duvarlarında asılı vaziyette olduğunu bizzat gördüm. Bir hatıra olarak saklandığını düşünüyorum. İyi ki saklamışlar. Şimdi bunlardan birkaç çift İstanbul’da bulunan köy derneğimizin müzesinde sergidedir.
İşlenmemiş sığır derisinden yapılan ve deliklerine geçirilen şeritle sıkıca bağlanan bu ayakkabı çeşidini dedelerimiz kendi imkânlarıyla imal edermiş. Her işte olduğu gibi bu işte de mahir olanlar bulunurmuş. Kasabalarda yapılan çarıklar ise kimi işlemlerden geçirilerek daha incelikli, estetik ve dayanıklı olurmuş. Zira buralarda bu iş gelir getiren bir zanaat hâline gelmiş ve gelenekselleşmiş. Zamanımızda dahi bu tarz ayakkabılar pek çok çeşidiyle ve yemeni ismiyle şehirlerde alıcı buluyor.
Çarıklı hayatı tanımayan bizler için kara lastik köylü olmanın nişanesiydi. Düğünlerde, bayramlarda giyinmek istemez, kasabaya işimiz düştüğünde bu ayakkabılarla gitmek istemezdik. İstanbul’dan gelen yaşıtlarımızın envaiçeşit gıcır gıcır ayakkabılarını görüyor, onlar gibi giyinmeye heves ediyorduk. Ne de olsa çocuğuz. O yıllarda, o yaşlarda, mantıklı düşünebilme imkânı bulamıyoruz.
Çevremizde olup bitenlerden ister istemez etkileniyoruz. Hâlbuki bizden önceki kuşaklara göre bu ayakkabılar büyük bir nimet, hayat koşullarının iyileşmesi yönünde adeta bir devrimdi.
Hakikaten o günün imkânlarını düşündüğümüzde çarıktan kara lastiğe terfi etmek, yakın gelecekte öküzlerin yerini traktöre, biçerdövere ve patosa devretmesi gibi bir şeydi. Bu yönüyle Anadolu’da sanayi devriminin kara lastikle gerçekleştiğini söylesek sanırım abartmış sayılmayız.
Düşünebiliyor musunuz tarlada çift sürüyorsunuz. Yoruldunuz, elinizi ayağınızı yıkayıp biraz dinlenmek istediniz. Ayaklarınız biraz nefes alsın diye çarıklarınızı kenara bırakıp başınızı yere koydunuz. Beş dakika sonra kalktığınızda bir bakmışsınız çarıklar meydanda yok. Yerinde yeller esiyor. O da ne? Çarığın teki, köyde boşta dolaşan bir köpeğin ağzında! Çarığı ha bire kemirip duruyor. Diğer çiftini çoktan mideye indirmiş bile. Güler misiniz ağlar mısınız?!
Köpeklerin bu marifeti, kıtlık yıllarında, savaş dönemlerinde açlıktan çaresiz ve bitap düşen köylülere ilham kaynağı olmuş. Yaşlılarımız anlatır. İnsanlar çaresizliklerinden bu çarıkları öğütüp kavurarak karınlarını doyurmaya çalışmış.
Çarığın doğal malzemeden yapılmış, sağlıklı bir giyecek olmasının yanında bazı dezavantajları da vardır. Mesela kuru havalarda ayağa kalıp gibi oturur. Gayet rahat ve ergonomiktir. Lakin yağışlı havalarda yumuşadıkça yumuşar bir müddet sonra da darmadağın oluverir. Onu tekrar derleyip toparlamak epey bir zamanın heder edilmesine, bu da ürün kaybına sebep olur. Tâbii ki bu durum köylünün pek hoşuna gitmez, işine gelmez.
Geriye dönüp baktığımda aradan kırk yıl geçmesine rağmen kara lastikle ilgili pek çok ayrıntı ve hatıra hayalimde canlanıyor.
Mesela kuzu ve oğlakları otlatmaya gittiğimiz yerlerde her zaman su bulunmazdı. Su ihtiyacımızı gidermek için epey yol yürümemiz gerekiyordu. Suyun bulunduğu yere ekseri nöbetleşerek gidiyorduk.
Bazen de yanımıza arkadaşımızın kara lastik ayakkabılarını alır, bir güzel yıkar, dönüşte içerisine su doldurup arkadaşımıza getirirdik.
Zor zamanlarda insanlar farklı çözüm yolları arayabiliyor. Bu da o günlerde susuzluğumuzu gidermek için bulduğumuz pratik yöntemlerden biriydi.
Düğünlerde bir istisna olarak damat yani güveyinin ayakkabıları iskarpin olurdu. Onlar da sırayla dolaşırdı. Yeni ayakkabı alınmaz, düğün sonunda götürülüp komşuya teslim edilirdi. Her şeyin borcu olur da pabucun olmaz mı?!
Kolay kolay yırtılıp yıpranmayan bu kara lastikleri ancak alt kısımlarında yer alan yivler, çizgiler düzleşince değiştirirdik. Bazen de arka kısmında kaynak yerlerinde yarılma olduğunda... Bir de ayaklarımızı sıktığında... Malûm o yaşlarda sürekli gelişiyoruz.
Bu ayakkabıların hafif dar olanı da geniş olanı da insanı bezdiriyordu. Ayakkabının sıkması genellikle ayaklarımızın büyümesindendi. Lakin geniş olması daha ziyade büyüklerimizin tercihleriyle oluyordu. İhtiyatlı davranıp her zaman bir numara büyük ayakkabı alırlardı. Ha bire ayakkabı değiştirmemek için! Bu alışkanlık bize de sirayet etmiş olmalı.
Bugün dahi herhangi bir giyim kuşam malzemesi alacağım zaman bir beden büyüğünü tercih ederim. Lakin bunu yeni nesillere benimsetemedik. Zaman ve tercihler değişiyor. Biz kabullenmesek de bu böyle... Yeri gelmişken bahsetmekte yarar var. Kara lastikler birbirinin aynısı olduğu için bazı cemiyetlerde, cami çıkışlarında, özellikle Cuma namazı çıkışlarında kısa bir karışıklığa da sebep olurdu. Bunun önüne geçmek için bazı komşular lastiklerin kimi yerlerine delik açar, farklı renklerde ip bağlardı. Bu, karışıklığı bir dereceye kadar çözerdi. Eskiyen lastikler çöpe atılmaz, arka kısmı kesilip terlik olarak kullanılırdı.
Fırat kenarına indiğimiz zaman suyun ötelerden sürükleyip getirdiği eski kara lastik ayakkabıları toplar köye götürürdük. Bunların ökçelerinden oyuncak araba için tekerlek yapardık.
Bir kiloluk zeytinyağı kutusunun etrafına dört delik deler, demir çivilerle lastikleri takar kendimizce oyuncak traktör imal ederdik. Bizim oyuncaklarımız işte bunlardı.
Kendi işimizi kendimiz görürdük. Ökçelerin dışında kalan lastikler çöpe gitmezdi. Büyüklerimiz bunları bir tarafa saklar yeri geldiğinde conta ve benzeri malzeme olarak kullanırdı. Hiçbir işe yaramasa kışın çıra olmadığı zaman iyi bir tutuşturmalık vazifesi görüyordu bu lastik kalıntıları.
İlk zamanlarda kara lastiğin fazla çeşidi yoktu. Hatta uzun yıllar tek tip olarak üretildi. Daha sonraları hanımlar için ileride renklileri de olacak bir model geliştirildi. Erkeklere göre bunlar daha çekici görünüyordu. Derken şimdilerde içi astarlı olanları bile üretiliyor.
1990’lı yıllardan itibaren köylerde kara lastiğin yanında turuncu renkli Mekap spor ayakkabılar tercih edilmeye başlandı. Lakin zorlu koşullarda yine o efsane kara lastikler görev başındadır.
1978 senesi idi. İlkokulu yaşıtlarımdan iki yıl önce bitirmiş İstanbul’un yolunu tutmuştum. Babamın çay ocağında çıraklık yapacaktım. Yıllardır hasretiyle yanıp tutuştuğum İstanbul’a kavuşmak tarifi imkânsız duygulara gark ediyordu beni. Lakin bu efsunlu şehre lastik ayakkabılarla girmek düşüncesi bütün sevincimi, heyecanımı gölgeliyordu.
İçimden bir ses bütün İstanbulluların toplanıp benim kara lastik ayakkabılarımı görmeye geleceğini söylüyordu. Köylü olmak, kara lastik giymek suç muydu? Düşünüyor lakin çıkar bir yol bulamıyordum. Çaresiz kara lastikleri kuşanacaktım. Nihayet o büyük gün geldi. Kara lastiklerimle İstanbul’a, Beyoğlu’na selam verdim. İstanbul nice kara lastikler görmüştü o güne kadar. Bırakın kara lastiklerimi benim varlığımdan dahi haberi olmadı İstanbul’un.
Kara lastiklerimden nasıl kurtuldum, onları nerelere sakladım hatırlamıyorum. Şimdi ise çocukluğumu sırtında geçirdiğim, üzerinde nice hayaller kurduğum ve bir daha asla kavuşamayacağım o kara lastiklerimi özlemle, umutla arıyorum.