HEY GİDİ GERİ GELMEZ ÇOCUKLUĞUM-ali parlak

Şehr-i Antakya’da çocukluğumuzun geçtiği mahallede Altınçay Deresi vardı. Derenin derin yerlerinde yüzer, sığ yerlerinde balık tutardık. Yüzmeye değil de “Çimmeye gidiyoruz.” derdik. Ayaklarımızda lastik ayakkabı, ellerimizde naylon torbalar vardı. Altınçay Deresi’nde naylon poşetlerle tuttuğumuz minik balıkları lastik ayakkabılarımızın içine bırakır; tabanına derenin ince kumlarını döşer, taşmayacak kadar da dere suyu doldururduk içine. Binbir zahmetle tuttuğumuz balıkların en irisi serçe parmak büyüklüğündeydi.
Vakit tamam olunca yani yorulunca balık tutmaktan, takas işlemi başlardı. Tutulan balıklar naylon poşetlere aktarılır, lastik ayakkabıların suyu ve kumu silkelendikten sonra tekrar ayaklara giyilirdi.
Lastik ayakkabılar her şeyimizdi.
Sonra gazozuna mahalle maçı yapardık yukarı mahalleyle. Havası indirilmiş plastik topumuz ve her işe yarayan lastik kramponlarımız vardı. Bir de mahalle takımımızın değişmeyen as oyuncuları...
Kalecimiz Kanatlı Reşit’ti. Yere uzanınca topun kollarına çarpmama ihtimali yoktu. Her topa ölümüne atlar, her maç sonunda bir eşofman yırtardı. Hava yağmurluysa çamurda debelenmek en büyük zevkiydi. Zekiydi Kanatlı Reşit, topun nereye gideceğini sezer, her maçta bir destan yazardı.
Sağ bekimiz Tilki Ayhan’dı, üzerine doğru gelen rakip yandı! Ayakları düz tabandı. Topa burun dayadı mı ta Altınçay Deresi’nden alıp gelirdi rakip takımın kalecisi topu.
Sol bekimiz Ünal Karmiş’ti. Şeker gibi çocuktu. Takımın hem kaptanı hem teknik direktörüydü. Takımı o dizer kimse de ona itiraz etmezdi.
Stoperimiz Hombelez’di. Asıl adı Ahmet idi. Hombelez derdi tüm mahalleli. Ahmet güvercin hastasıydı. Yukarı mahallenin uyanık çocukları bazen onu bir güvercine satın alır, biz satıldığımızı mağlup olunca anlardık.
Ortada Maradona Hössün ve Kempes Kamil vardı. İkisi de çalımlarıyla yukarı mahallenin defansını hallaç pamuğu gibi dağıtırlardı.
İlerde takımın tek golcüsü Kömür Ali vardı. Gözü de, yüzü de karaydı. Attığı her gol sonrası kavga çıkardı. Üstten gitti, alttan gitti tartışmaları maç bitene kadar sürerdi.
O zamanlar takım kadroları 7 kişilikti. Çimdi sahalarımız, yemyeşildi. Eve gidince eşofmanlarımız yeşile çalar ve ot kokardı. Her boş tarla bizim için futbol sahasıydı. Mahalledeki gecekondu inşaatlarından kireç çalar, sahayı çizerdik, her defasında eğri olsa da çizgiler.
Eşofmanlarımız ve lastik kramponlarımız her yırtıldığında yama yapılırdı. Annemiz ve babamız tarafindan her defasında çekilirdi kulaklarımız.
Mahalle maçlarının kendine özgü kuraları vardı: Üç korner bir penaltı eder, eline değince ent olurdu. Penaltı olunca kaleci değiştirmek modaydı. Kale direğimiz taşlardı. Kalecinin boyunu aşınca aut olurdu. Hakem düdük yerine ıslık çalar, gol atan oyuncu sahayı en az bir defa turlardı.
Hey gidi günler...
Hey gidi geri gelmez çocukluğum...
Şimdi, plastik kramponlarla sabahtan akşama kadar soluklanmadan top koşturduğumuz, mahalle maçı yaptığımız sahanın yerinde beton binalar var.
Naylon poşetlerle balık tuttuğumuz derenin suları kurudu çoktan.


Yorumlar - Yorum Yaz