SOĞUK KUYU

Çocukluk günlerimize doğru bir yolculuğa çıktığımızda, ilk ayakkabımızı, üzerimizde tiril tiril duran ilk elbisemizi hatırladığımızda yüzümüzde bir tebessüm çiçekleri açar. Çocukluk biraz da insanın geleceğe doğru yapmış olduğu yolculuğun ilk hareket noktasıdır. İçinde bulunduğu zamandan bir yolculuğa çıktığında çocukluk dönemindeki kareler gözünün önüne gelir ve derinden bir iç çekerek o günlerin acı tatlı yanlarını hatıralarının arasında özel bir yere koyar.
O günlere doğru bir yolculuk yaptırarak hem kendimi, hem de sizleri ortak hatıralarımız arasında dolaştırmaya çalışacağım. Benim gözümden kaçan, sizin hatıralarınızda özel bir yere sahip olan enstantaneleri yazının arasında farkına varmadan atlarsam, siz de yazının arasına girerek kendinize özel bir yer açabilirsiniz.
İlk ayakkabım ne zaman oldu hatırlamıyorum ama ayakkabıdan önce yazın ve kışın yalın ayak gezdiğimi hatırlıyorum.
Göbeğim Kahramanmaraş ili Afşin ilçesi Topaktaş köyüne gömülmüş. İnsanın göbeğinin gömüldüğü toprakla arasında öyle bir bağ vardır ki nerede olursanız olun doğduğunuz toprak devamlı gözünüzde tütüyor.
Köyümüzün ortasında akan Ördekli Çayı’nın yazın çimmek (yıkanmak) için girdiğimiz yaklaşık elli metrekarelik alanı, kışın buz tutardı. Buzun üzerinde oynamak için adına “deleme” daha sonraları “kiriştek” dediğimiz ve meşeden yapılma (adını o zamanlar mazı olarak bilirdik) dişi (çivisi) kendisinden olan oyuncağımız vardı. Buzun üzerinde kiriştek çevirmenin ne kadar hoşuma gittiğini anlatamam ama eve geldiğimde ayaklarımın nasıl mosmor olduğunu ve anamdan nasıl dayak yediğimi betimleyerek saatlerce anlatabilirim.
Artık çocukluk günlerimize doğru yolculuğa çıkalım. Mevzuyu enine boyuna anlatarak bizden sonra gelecek nesillere ya da en azından kendi torunlarıma hatıra babından da olsa birşeyler yazmam gerektiğine inanıyorum. En azından biz dedelerimizden, ninelerimizden çocukluklarının nasıl geçtiğini dinlemediysek bari bizim torunlarımız dedelerinin ve ninelerinin çocukluk günlerini yazımızdan okuyarak -bizim yaşımızdaki büyük çocuklar dahil- öğrensinler. Hâlâ dedeleri ve nineleri hayatta olanlar çocukluk anılarının düğmesini çevirterek önceki nesillerin hayatlarından kısa kesitler öğrenmiş olurlar.
Şimdiki büyük ve küçük çocukların elbise dolaplarında yer kalmadığını göz önünde bulundurup çocukluk günlerimizin ekran tuşuna basarak filmi izlemeye başlayalım.
Ayaklarımızda ayakkabı olmadığı gibi altımızda donumuz da yoktu. Adına Kayseri Grizeti dedikleri şimdiki patiskadan biraz daha kalın, üzerinde küçük beyaz ya da çizgili desenleri olan gri renkli bu kumaştan uzun bir entarim vardı. Anam ileriki yaşlarda da giyer düşüncesiyle biraz bol ve aşıklarıma kadar uzunlukta dikmişti entarimi. Bu elbiseyi de kaç yıl giydiğimi hatırlamıyorum.
Bizim köylüler yazın çalışmak için gurbete çıkarlardı. Babam da bir gurbet dönüşü gıcır gıcır mis gibi kokan Ar marka bir lastik ayakkabı getirmişti. Ayakkabıyı o gece koynumda yatırmıştım. Sabah heyecanla ayakkabıyı giydiğimde ayağıma biraz bol gelmişti. Varsın bol gelsin ayakkabı ayakkabıdır. Babam kendi ayakkabı numarasını bilmiyorken benim ayakkabı numaramı nasıl bilecekti. Tahmini olarak almış ya da yıllarca giyer diye biraz bolunu almış. Çok şükür bir ayakkabım olmuştu.
Köyümüzde bazı hali vakti yerinde büyük emmilerin, teyzelerin ayakkabılarının içi astarlıydı ama benim ve babamınkinin astarı yoktu. Kendi kendime bu ayakkabının adını çoraplı ayakkabı koymuştum. Yazıyı okurken “çorapla giydiğinde bu açığı kapatmışsındır.” diye içinizden geçirdeyseniz sözünüzü geri alın. Yalın ayak gezen çocuğun çorabı mı olur? Hali vakti yerinde büyükler ancak el örmesi yün çorap giyebiliyorlardı.
Ar marka ayakkabımı giyerek yazın oğlakları yaymaya çıkıyor, kışın ise yine Ördekli Çayı’nda kiriştek çevirmeye gidiyordum. Ayağımda ayakkabı olduğu halde kışın ayaklarımın daha çok üşüdüğünü hissediyordum. Zaten bizden biraz büyükler de bu ayakkabıya soğuk kuyu diyorlardı. Demek ki boşuna bu adı vermemişler. Bizim yörelerde bu isimle anılan ayakkabının başka yörelerde Cızlavet, Gıslavet, kara lastik diye bilindiğini de bu yaşıma erdikten sonra ancak öğrenebilidim.
Bu ayakkabıya yağmur çamur işlemez. Yıkadığınızda gıcır gıcır olur. Ağzını ters döndürüp birazcık güneşe koyduğunuzda kuruyuverir. Eğer hava sıcaksa ayağınızı yakmasını istemiyorsanız içine biraz sol doldurursunuz ama bu sefer de yürürken hart hurt diye ses çıkarır. Bu sesi bir başkası duyarsa “Nohut yahnisi mi yedin?” diyerek ayakkabının sahibiyle alay ederdi.
Sizin oralarda bu lastiğe başka isimler de yakıştıranlar olmuştur. Merak ediyorsanız sizden büyüklere de sormanızda bir sakınca yoktur. Yani anlayacağınız bizim adına soğuk kuyu dediğimiz kara lastik ayakkabı hem kışlık hem yazlık ayakkabıydı.
Yazları oğlak yaymaya gittiğimizde yaylak yerlerimize yakın bir pınar etrafında oğlakları yayardık. Bizim o zamanlar adına gelengi dediğimiz dağ farelerinin deliklerini arardık. Bu gelengiler bazen bir taşın üstüne çıkar, arka ayakları üzerine dikilip etrafı seyrederlerdi. Biz de onları görür görmez kovalardık. Maksat girdikleri delikleri bulmaktı. Deliği bulduk mu? Bulduk. Esas macera bundan sonra başlardı. Herkes fare deliğinin başına gelir, soğuk kuyularını çıkarır, bir kişi deliğin başında bekler diğerleri de soğuk kuyularla pınardan su taşır. Gelen sular deliğe itinayla doldurulur ve bir müddet sonra da aramızda usta olan birisi delikten çıkan fareyi ensesinden yakalar. Bu arada müsait olan bir arkadaş gelincik çiçeğinin kökünden bir çift (öküz ya da atın çektiği köten) yaparak kullanıma hazır hale getirir. Ağaç dallarının kabuklarını ince ince soyup işlemden geçirerek ip yapar ve fareyi öküz niyetine çifte koşarak yaklaşık yarım metre kadar toprak alanı sürerdik.
Tarlayı sürdük, ekin ekmedik ama acıktık. Herkes belindeki çıkınını (azığını) çözer, bağdaş kurup birlikte sofraya otururdu. Yemeğimiz bir büküm lavaş ekmek arasına yatırdığımız taze soğan, kaynamış yumurta ya da patates olurdu. Bu arada oğlakları çevirmeye giden arkadaşımıza ayakkabımızı verir: “Ayakkabıyı iyice yıka gelirken su getir.” derdik. “Cam ya da pet şişeniz yok muydu?” diye bir soru aklınızdan geçiyorsa sakın geçirmeyin. Su kabı olarak kullanacağımız başka bir şeyimiz yoktu.
Köyde ilkokul birinci sınıfa başladığımda ayağımda soğuk kuyu ayakkabım vardı. 1969 yılında Osmaniye’ye göçtüğümüzde Namık Kemal İlkokulu’na gitmeye başladım. İlk bir hafta okula gittim ondan sonra beni okula almadılar. Nüfus cüzdanım yokmuş, onun için ancak o kadar idare etmişler. Babama durumu anlattım. Babamın da anamla resmi nikahı yokmuş. Meğerse teyzelerimin de resmi nikahları olmadığı gibi anneannemin de resmi nikahı yokmuş. Anneannem Kayseri Sarız Söbeçmen nüfusuna kayıtlı olduğundan bu işlemlerin Sarız’da yapılması gerekiyormuş. Babam köye dönerek anneannemi ve dedemi, dayı ve teyzelerimi de alarak Sarız Nüfus Müdürlüğü’nde evlenmesi gerekenleri evli gösterterek bu işi nihayete bağlayıp kimliği aldıktan sonra ancak okula kayıt yaptırdım.
İlkokulda o zamanlar diz kapağımıza kadar kısa şort giymemiz gerekiyordu. Kara önlük, kolalı beyaz yaka ve altta siyah şort... İşte soğuk kuyu burada da beni yalnız bırakmadı. Ayağımda çorap yok ama soğukkuyu, şort ve önlükle tiril tiril bir öğrenci olmuştum. Benim haricimde bütün arkadaşların kilteli -naylon ayakkabının ayaktan çıkmaması için kilit vazifesi gören metal toka- ayakkabısı vardı.
Okuldaki arkadaşlarım önce ayaklarıma sonra da ellerime bakarlardı. Benim ellerim arkadaşlarımın ellerine göre daha sertti, bazı yerlerinde çatlaklar vardı. Ben de şehir çocuklarının elleri pamuk gibi yumuşak, köylü çocuklarının elleri ise böyle nasırlı oluyor zannediyordum.
Özellikle yaz aylarında oyun oynarken ayağımızı kavuran bu soğuk kuyu ayakkabının kokusu adeta ayaklarımıza siner, eve girerken dışarıda ayaklarımızı yıkamadan eve girmemiz mümkün olmazdı.
“O zaman, hangi zaman?” diye soruyorsanız sadece şöyle diyebilirim: İbrahim Tatlıses’in “Ayağında Kundura” türküsü hiçbir yerde duyulmamıştı.
Bazı arkadaşlarımızın kunduraya benzer ayakkabıları vardı. Uzaktan baktığınızda kundura, yakından baktığınızda kundura süsü verilmiş naylon ayakkabıydı bunlar.
Ne zaman soğuk kuyulardan kurtuldum, ne zaman kilteli ayakkabım oldu ve kaçıncı sınıftayken kundura ve pantolum oldu orasını hatırlamıyorum.


Yorumlar - Yorum Yaz