Ulus’ta Samanpazarı’na doğru çıkarken sağlı sollu iş hanlarının birinin terasında olduğu rivayet edilen bir kıraathaneye eski mebusların takıldığı söylenir. Adı da Emekli Mebuslar Kıraathanesi imiş. Her ne kadar bu adresi kimse bulamamış olsa da biz yine orada yaşananları anlatmak istedik.
Kıraathanenin sahibi de ilk açılan Meclis-i Mebusan’ın çaycılığından mütekaid Rizeli Dursun Ağa’dır. Ancak şu anda orayı Dursun Ağa’nın mahdumu Temel Efendi işletmekte, o da yerine kendi mahdumu İdris’i hazırlamaktadır.
Hikâyemize mekân olan söz konusu mahal her gün sabah saat 10’da açılır ve akşam 18’de kapanır. Yaz kış bu takvim işler. Bu enteresan mekânın bir diğer özelliği de buraya sadece eski mebusların girebilmesidir. Dışarıdan giriş için sadece eski vekillerin verdiği üzerinde “Hamil-i kart yakînimdir. İmza Mütekaid … Mebusu falanca” yazılı ve imzalı kartvizitin gösterilmesi şarttır. Onun haricinde buraya kimsenin girmesi mümkün değildir. Mekânın tostçusundan, çorbacısına, simitçisinden ayakkabı boyacısına kadar bu kural mer’idir yani geçerlidir. Zira burada sabahları çorba, öğlenleri tost bulunmaktadır. Simit ise sürekli bulunmaktadır.
Efendim bu satırların müellifi olan bendeniz de meclis eski kâtipliğinden mütekaid Bandırma nüfusuna kayıtlı, Ankara Keçiören mıntıkasında ikamet eden buradaki unvanımla Kâtib-i Mebusan Ali Cevat’tır. Efendim malum-u aliniz eski vekiller arasında bulunmaktan biraz da yaşımızın kemalden zevale doğru tegarrüp etmesinden mütevellid dilimiz biraz ağır veya eski ama burada yeni yetmeler gibi lakırdı etmek ayıp ve düşüklük ittihaz edildiğinden zinhar böyle bir hataya düşmemeye azim gayret etmek icab ediyor. Üç kuruş emeklilik maaşımıza ilave üç kuruş cebimize bir harçlık giriyor ondan olmak işime gelmez. Her ne kadar aldığımız bu üç kuruş Temel Efendi’nin defteri ile her ay müsavi bir yekûna denk gelse de ona da şükür diyoruz. Efendim yoksa hitamı ömürde evde kadın dırdırı çekilmediği gibi bir iki lafın belini kıracak kimse bulamamak da bizi buraya mecbur kılıyor.
Efendim mekânımız üç bölümden oluşmakta. İlki çay ocağı olup girişte sağ kolda olup bitişiğinde de lavabolar var. Ortada ise gayet muntazam dizilmiş masalar ve masaların etrafında ise koltuklar bulunmakta. Evvelce kullanılan sandalyeler yeni meclise ceylan derisi koltuklar alındı haberinin çıktığı 90’lardan itibaren kaldırılarak mütekaid de olsa mebusanın izzeti şerefine halel getirmeyecek şekilde gayet rahat ortopedik ve ayarlı koltuklarla değiştirilmişti. Çay ocağının tam karşısında eski Mebusan Meclisi’ndekine benzer iki katlı bir kürsü ve duvarında da “Hâkimiyet bila kayd u şart milletindir.” yazısı ve altında “Mebus, bizatihi milletin vekilidir ve vekil asil gibidir.” tabelası asılıdır. Zira burada da her hafta sonu umum içtima yapılır. O hafta içinde memleket dâhilinde yaşanan siyasi hadiseler müzakere edilir ve bu hadiseler hakkında alınan meclis ve hükümet kararları gözden geçirilir, hazırun kendilerince çözüm önerileri sunar. Ben de onları zapta geçerim. Zapta geçilen bu konuşmaları daha sonra çıktı halinde isteyenlere vermek de benim görevimdir.
Bu gün kıraathanemize ilk gelenler Eski İstanbul Mebusu Ali Saip Efendi ile Eski Elaziz Mebusu İhsan Efendi idi. Ali Saip Efendi 90’ına merdiven dayamış olmasına rağmen elinde bastonu, başında fötr şapkası, grand tuvalet takım elbisesi, her daim boyalı cilalı ayakkabısı, kolalı mendili ve mütemadiyen sinekkaydı tıraşı ile meraklı gözleri üzerine çekiyordu. Bu eski tüfek halkçı mebusun en büyük muarızı ondan ancak üç beş yaş küçük olan demirkırat İhsan Efendi idi. Bu ikisinin tartışmaları kıraathanenin en büyük eğlencesi idi. Bu ikisi en ateşli tartışmaları yapsa da yine yemeklerini beraber yerler, ayrı gelseler de giderken kol kola çıkarlardı.
O gün yine ikisi birbirine girmişti. Konu reisicumhur’un sert üslubu idi. Ali Saip Efendi:
-“Olmaz mirim, bu üslup yakışmıyor. Bu sert üslup devlet idarecisine yakışmıyor.”
İhsan Efendi gülerek elini havada salladı:
-“Ne o kuzu gibi olup da size kurban mı olacak? Efendi, merhum Başvekil Menderes naif ve kibar idi de ne oldu? Size yaranabildi mi? Yok! paşanız orda burda onu daracağına çekeceğim diye efelenirken bir darbe ile hayaline ermedi mi?”
-“Yahu azizim elbette onu kastetmedim. Hem paşa bu işe karşıydı ama adamlar dinlemedi. Yapmayın, el insaf!”
-“Valla üstadım siz kabul etseniz de etmeseniz de vakıa böyle. Özal da kibardı bak onu da zehirlediler. Demek ki biraz sert olmak lazım.”
Bu esnada bir önceki dönem de vekillik yapan Cumhur Bey peşinde birkaç delikanlı ile içeri girdi. Ortalığı bir anda bir curcuna kapladı. Cumhur Bey bir masaya oturmuş karşısındakilere nutuk çekiyordu:
-“Ben vekilliğimde akmadık köy çeşmesi bırakmadım. Meralarınıza yalaklar yaptırdım. Kaç köye köy odası yaptırdım, kaç kişiye ekmek verdim. Ne oldu? Beni desteklemediniz, şimdi de gelip benden medet umuyorsunuz. Dediniz mi o vekiliniz olacak herife “Cumhur olsa böyle olmazdı” diye? Yok nerede gezer.”
O esnada gelenlerden birisi söze atıldı:
-“Yok valla vekilim ben geçen gün onun yüzüne: “Cumhur vekilim bizim önümüze düşüp kapı kapı geziyordu. Sen bir bardak çay vereceğim diye kıyın çayın kaçıyon.” dedim. Aha bunlar da şahit. Öyle değil mi la?”
Diğerleri emme basma tulumba gibi evet anlamında kafalarını salladılar:
-“O, ne dedi?”
-“Git o zaman kapı kapı gezin onunla. Hangi kapıyı açarsanız beni de çağırın.” dedi. Öyle değil mi la?”
Diğerleri koro halinde:
-“Valla öyle dedi, kibarca bizi kovdu.”
-“Eee siz de şimdi bana geldiniz?”
-“Evet”
-“İyi de ben vekil değilim.”
İçlerinden en geveze olanı yine söze girdi:
-“Senin elin kolun uzundur vekilim. Bu işi ancak sen halledersin.”
-“Lan oğlum el kol mu koydu hain? Beni bitirdi. Beyefendiye bizi nasıl geçtiyse onu gözüm görmesin diye haber göndermiş bana.”
-“Yalandır valla vekilim. Beyefendiye biz mektup yazdık. Sizi methettik. O olmazsa teşkilatlar anasız arı gibi öksüz kaldı dedim şart olsun.”
Bizim vekilin ağzı kulaklarına vardı. Arkasına yaslanıp:
-“Ee, cevap geldi mi bari?” diye sordu.
-“He, bak bize gelen pusulada yazanlar aha. Okuyom. Değerli teşkilat üyemiz eski vekilimiz Cumhur Bey partimizin en kıymetli bir üyesi olup bu dönemde kendisi dinlendirilmek üzere geri plana çekilse de en kısa zamanda kendisine uygun bir makam verilecek olup bir sonraki dönem yerel veya genel seçimlerde değerlendirilecektir.”
Cumhur Bey kâğıdı eline aldı ve bir daha seslice okudu. Sonra kâğıdı yan masada oturan Ali Saip Beye uzattı.
-“Dede siz ne dersiniz bu işe? Gözden düşmemişiz sanırım.”
Ali Saip Bey yüzünü buruşturarak pusulayı kalın çerçeveli okuma gözlüğü ile okuyup karşısındaki İhsan Efendi’ye uzattı. O da okuma gözlüğünü cebinden çıkarıp taktı ve okudu. Ali Saip Bey:
-“Hayırlı olsun inşallah öyledir.” dedi ve çaycıya iki çay işareti yaptı.
Onlar yine kendi âlemine dalmıştı. Cumhur Bey de yanındakilerle hemen dışarı çıktı.
O gün öğleden sonra umumi içtima vardı. Öğle sonrası eski vekiller bir bir düşmeye başladılar. Başkanlık divanı kuruldu, meclis başkanı olan Zeydan Bey kürsüye çıktı. O esnada hemen Ali Saip Bey bir takrir verdi. Takriri kâtip sıfatıyla okumaya başladım:
-“Mütekaid Mebusan Meclisi Riyaseti’ne
Mütekaid Mebusan Meclisi üyeliklerine vekillikten düşmesi üzerine on yıl geçmeyenlerin kabul edilmemesini ve bu durumda olanların üyeliklerinin düşürülmesini arz ederim.
Ali Saip YILMAZ
Takrire imza verenler: İhsan Cansız, Cemalettin Kibar, Rıza Elbir, Cefai Kaplan…”
Reis Ceyhun Bey:
-“Takrir hakkında bir açıklama yapacak mısınız?”
Ali Saip Efendi hemen kürsüye çıktı.
-“Değerli riyaset makamı ve kıymetli vükela hazretleri… Son günlerde cemiyetimiz yolgeçen hanına dönmüş, iş takip bürosu halini almıştır. Giren çıkan belirsizdir. Bu duruma özellikle vekillikten yeni düşen arkadaşlarımız sebep olmaktadır. Bu arkadaşlarımız bulundukları duruma alışamamışlar ve yeniden seçilebilmek için yaptıkları teşrik-i mesailerinde mekânımızı adeta bir özel büro olarak kullanmaktadırlar. Vekillerimizin içinde bulundukları olumsuz halet-i ruhiyeyi atabilmeleri için zaman gerekir. Bu durum elbette mazur görülebilir. Ancak bunun yeri burası değildir. Burası daru’ş-şifa değildir. O yüzden en az on yıl vekilliğe ara verenlerin cemiyetimize kabulünü intihaba sunmanızı arz ederim.”
Bu esnada eski vekiller hep bir ağızdan bağrıştılar.
-“Doğru söylüyor. Onları dinlemekten usandık, canımızdan bezdik. Kendilerini hala vekil sanıyorlar. Bir sürü adamı buraya getiriyorlar. Oturacak yer bulamıyoruz. Yeniden vekil seçilecekler diye burasını kullanmasınlar. Yeter yahu canımıza tak etti.”
Takrir oylamaya sunuldu ve üçte iki çoğunluk oyuyla takrir geçti.
Hemen kararın metin haline getirilip kapıya asılması için çay ocağına gönderdim. Tam bu arada bizim Cumhur Bey yine beş altı kişiyle içeri girdi. Baktı ki umumi içtima var. Hemen ceketini ilikleyip:
-“Değerli Başkan! Bugün Genel Kurul olduğunu unutmuştum. Eğer bir mahsuru yoksa buradan izleyelim yahut biz çıkabiliriz de.”
Reis de bu duruma kızmıştı.
-“Efendim zatialiniz, kıymetli misafirlerinizi daha münasip bir mekânda ağırlayabilirsiniz.”
Cumhur Bey:
-“Görüşürüz efendim.” deyip tam kapıya yönelmişti ki kapıya asılan yazıyı gördü. Yazıyı okur okumaz kıpkırmızı oldu. Çaycı Temel Efendi’ye:
-“Buranın üyeliğinden de mi düştük?” diye sordu.
Temel Efendi de bu karara memnun olmuş olacak ki:
-“Ha şunu bileydun uşağum. Pıktık da senün gibülerun martavalından. Ha bu kafadur da. Temluk değul ki. Eee laf da kafada demlenmiyor da!” dedi.