EVLİLİK

Hüseyin Hoca, delikanlının verdiği davetiyeyi masaya tatlı sert bir şekilde fırlatırken:
-“Ulan şu haltı bir yiyen pişman bir yemeyen..!” dedi. Masadakiler birbirlerine bakarak belli belirsiz birer kahkaha attılar. Delikanlı ne olduğunu anlamaya çalışırken masada bulunanlardan Şerafettin, yanındaki Hasan’ı dürterek Hüseyin Hoca’yı işaret etti ve sanki çok mühim bir konu açıyormuş gibi sordu:
-Hüseyin Hoca’m, millet evlenmek için can atıyor; senin şu dediğin lafa bak! Şu bekârlara öğüt vereceğin yerde, yakışıyor mu sana?” Hüseyin Hoca, bam teline basılmışçasına irkildi:
-“Madem öyle dedin, size evliliği kısaca anlatayım.” Şerafettin, kaş göz işareti yaparak kahvede bulunan herkesi masanın etrafına topladı. Kahve ahalisi oldum olası meraklıdır zaten Hüseyin Hoca’nın hikâyelerine. Milletin başına toplandığını görünce iyice tava gelen Hoca:
-“Hele tazele bakalım şu çayları da şunlara evliliğin kısa bir tarifini yapayım Memet Abi.” diyerek söze başladı.
Kahveci çayları doldururken Hüseyin Hoca da iyice yaslandı sandalyesine. Davetiyeyi getiren delikanlı da bir köşeye ilişti, dinlemeye başladı:
-“Evlendiğimde yirmi dört yaşımdaydım. Okulu bitirir bitirmez sanki kızlar bir yere kaçacakmış gibi apar topar evlendirdiler bizi. Şimdiki aklım olsa üç beş sene kafamı dinlemez miyim? Gel gör ki o zaman bir iş yaptığımızı sanıyoruz tabii. Akıl başa geldi ama iş işten geçtikten sonra. Neyse uzatmayalım, daha nişanlıyken ağzımıza bal çalmaya başladı bizim hatun. Evlenince şunu yaparım, bunu yaparım; sen nasıl istersen öyle yaparım, senin istemediğin bi şeyi asla yapmam… Ben de zannettim ki evlendikten sonra krallığımı ilan edecem. Gel zaman git zaman biz evlendik. Evlendik ama harbiden evde kral gibiyim! Sabah uyanıyorum, burnumda mis gibi bi koku. Patates kızarmış, yumurta haşlanmış, domatesler dilim dilim doğranmış, ekmeğe tereyağı sürülmüş, çay fokur fokur kaynıyo… Bi geriniyorum ki yatağın içinde, görmeniz lazım.” Hüseyin Hoca, çayından bir yudum aldı, sandalyesine tekrar yaslandı. Şerafettin, Hüseyin Hoca’yı coşturmak için:
-“Helal sana Hoca! Bu zamanda böyle adam mumla arasan bulunmaz!” deyip hocanın omzuna elini vurunca masanın etrafındakiler kahkahayı patlattı. Hoca iyice havasını bulmuş olacak ki devam etti anlatmaya:
-“Öğlen eve geliyorum; daha zile basmadan kapı açılıyor, terlikler ayaklarımın önüne konuyor, doğru masaya… Masada bi kuş sütü eksik. Akşam olunca eve koşarak gidiyorum. Millet arkamdan gülüyo ama gülen gülsün, evde bi elim yağda bi elim balda. Eve giriyorum, sofra kurulmuş, yemeğim tabağıma konuyo, tabak önüme yavaşça bırakılıyo. Daha yemek biter bitmez sofra kalkıyo, bi bakmışsın çay gelmiş ortaya. Ben uzatmışım bacaklarımı televizyona doğru, çayım konuyo önüme, şekeri atılmış, karıştırılmış; kuru yemiş, kurabiye, pasta… Bu anlattığım şey üç dört ay sürdü. Sonra öyle doğal, öyle yavaş, öyle kendiliğinden değişti ki bazı şeyler, dur diyemedim.” Bu sefer Hasan bastı Hoca’nın bam teline:
-“Balayı bitti tabii!” Kahvedeki herkes bir kez daha kahkahayı bastı. Hüseyin Hoca’nın keyfi kaçsa da iştahı yerindeydi; çayından bir yudum daha içip devam etti:
-“Dedim ya üç dört ay kadar her şey rüya gibi gittikten sonra bi sabah uyandım, yine geriniyorum yatakta. Baktım bizim hanım da yatakta. Dürttüm hafiften: “Hayırdır, sen kalkamadın mı bu sabah?” “Çok yoruldum dün, uyuyakalmışım. Kusura bakma, hemen kalkarım.” deyince: “Yok canım, sen zahmet etme; ben hallederim.” deme gafletinde bulundum. O günden sonra her sabah yorgun bizim hanım.” Kahvedekiler kahkahayı patlatırken çayını üçüncü kez yudumladı Hüseyin Hoca ve boş bardağı tabağa hızla koydu:
-“Doldur Memet Abi, gençler lafa meraklı anlaşılan, şu hikâyeyi tamam edelim!” Delikanlı da iyice yaklaştı masaya. Hüseyin Hoca kaldığı yerden devam etti:
-“Aradan bir üç dört ay daha geçti geçmedi, bi gün öğle yemeği için eve gittim. Zile basıyorum, açan yok; kapıya vuruyorum duyan yok; üstüme anahtar almak da âdetim değil o zamana kadar. Ben kapıda beklerken karşı komşu dışarı çıkıp:
-“Hüseyin Abi, Zehra ‘Anneme kadar gidecem, Hüseyin gelirse merak etmesin.’ dedi.” dediğinden beri anahtar taşımaya başladım. Zaten o günden sonra öğle araları yemek için eve gitmeyi de bıraktım.” Masadakilerden biri heyecanla sordu:
-“Niye?”
-“Bizim hanım, öğlenleri de yorgun olmaya başlamış da ondan!” Aynı kahkaha bir kez daha kapladı kahveyi. Hüseyin Hoca aynı heyecanla devam etti:
-“Bir yıl kadar sonra evde işler iyiden iyiye değişti. Akşam yemeklerindeki saltanat da çoktan yıkıldı. Daha ben kapıdan girer girmez hazır olan sofrayı artık ben kurmaya başladım. Elimde bir tek çay kalmıştı. En azından ona şükredeyim derken akşam çayındaki değişimi adım adım izleyebildim. Hani dedim ya çayım sehpaya konuyor, şekeri atılıyor, karıştırılıyor falan diye... Bi gün yemekten sonra sofrayı kaldırdık, çay geldi. Ben her zamanki gibi uzatmışım bacaklarımı, televizyon izliyorum. Hanım çayı sehpaya koydu. Baktım, şekeri atılmış. Bekledim karıştırsın diye, bizimki hiç oralı değil. Heralde dalgınlığına geldi, diye düşündüm; ben karıştırdım. Birkaç gün sonra yine bi akşam yemeğinden sonra çay içecez. Çay geldi ortaya, ben tabii uzanmışım çekyata, çayım geldi önüme. Bi de baktım, şekeri yok. Şekeri unuttu herhalde diye düşündüm. “Hanım şekerini atmamışsın!” dedim. “Sen atıver canım, görmüyo musun, işim var!” demesin mi? ‘Neyse’ dedim, attım şekeri, karıştırdım çayı. Aradan biraz zaman daha geçti tabii. Akşam yemeğini ben hazırlıyorum artık, öğlen zaten eve gelmiyorum, sabah kahvaltı işini de çoktan bıraktık. Bi akşam yemekten sonra bulaşığı falan yıkadım, bekliyorum ki çay gelsin. “Hanım, çay yapmadın mı?” “Ya, o kadar yorgunum ki, ne olur bugün sen demleyiversen!” O akşamdan itibaren evde çay keyfim de kalmadı.
İlk zamanlar iki gün giydiğim elbise üçüncü gün mutlaka yıkanır, ütülenir, dolaba konurdu. Hele temiz çorap sıkıntısı nedir, bilmezdim. Alıştım ya dolabı her açtığımda temiz, ütülü elbise bulmaya; bi sabah kalktım erkenden, kahvaltıyı falan hazırladım, çayı koydum, üstümü değiştireyim diye dolabı bi açtım, elbise yok! Şimdi çekiniyorum da uyandırıp sormaya! Ararken ararken buldum bir iki bi şey. Neyse baktım ütülenecek. Güzelce ütüledim. Akşam sordum tabii: “Sabah ütülü elbise bulamadım, ütü yapmadın mı sen?” “O kadar yorgunum ki, hiç ütü yapacak halim yok, sen yapmışsın işte ne güzel!” O günden sonra ütüyü hep ben yaptım. Hatta bi sabah temiz elbise bulamayınca iki günde bir değiştirdiğim elbisenin kullanım süresi bir iki haftayı bulmaya başladı.
İlk altı ay sürdüğüm krallığın ardından evde sessiz, sedasız, gönüllü bir ihtilal oldu. Bizim krallık da iki seneye kalmadan gönüllü esarete dönüştü anlayacağınız.”
Konuşmanın başından beri dikkatlice Hüseyin Hoca’yı dinleyen delikanlı dayanamadı:
-“Yahu hocam, o kadar kötüledin, hiç mi iyi tarafı yok bu evliliğin?” Hüseyin Hoca birden ciddileşti:
-“Evlilik askerlik gibidir delikanlı, giderken kahraman zannedersin kendini; oraya varınca şafak sayarsın.” Kahvedekiler son kez kahkahayı patlatırken, Hüseyin Hoca boşalan bardağını tabağa keyifle bıraktı, delikanlı elindeki davetiyelerle sessizce kahveden çıktı.

Yorumlar - Yorum Yaz