KADROLU MUHTAR -II- (Kör Talih)

Moladan sonra otobüse bindik. Muavin, yolcular arasında eksik olup olmadığını kontrol etti. Bizim köylüler yerlerinde yoktu. Şoföre durumu anlattıktan sonra dinlenme tesisine gitti. Otobüsün kalkmak üzere olduğunu birkaç defa anons ettirdi. Bizimkiler hala ortalıkta görünmüyordu. Şoför otobüsten inip bir sigara yaktı. Yolcular homurdanmaya başladı. Muavin benim yanıma gelerek:
-“Her tarafı aradım sizin köylüler yok. Telefonları varsa bir arayalım.” dedi.
-“Bende kayıtlı değiller. Köyden birilerini arasam bulurum belki ama gerek yok. Sen şoföre söyle hareket etsin, onlar neredelerse ortaya çıkarlar.” dedim. Muavin, şoföre benim dediklerimi söyledi. Otobüs çalıştı, yola doğru ilerledi. Dediğim gibi bizimkiler piyasaya çıktı. Birisinin elinde sigara, birisinin elinde yarım ekmek, birisi donunu çeker, birisi ayakkabısını giyer. Şoför yavaşlayıp kapıyı açtı, otobüse bindiler. Muavin:
-“Neredesiniz yahu! Millet sizi bekliyor.” diyecek oldu, Tırı Mahmut okkalı bir küfür savurup Çullu Yusuf’la birlikte adamın üstüne yürüdü. Şoför otobüsü kenara çekip araya girmek istedi. Bu defa Çil Hasan’la, Cin Ali şoföre çullandı. Allah’tan yolcular bizimkileri güç bela tutup olayın büyümesine fırsat vermediler. Bizimkiler yerlerine oturduktan sonra horul horul uyumaya başladılar, ortalık duruldu. Olan biteni herkes gibi yol arkadaşım da hayretle izledi. Bir süre yol aldıktan sonra:
-“Yahu muhtarım şu seçimi kim kazandı?” dedi.
-“Hangi seçimi?” dedim.
-“Hangi seçimi olacak, senin muhtar adayı olduğun seçimi… Yine Ali Çavuş mu kazandı?” dedi. 
-“Orası apayrı bir hikâye.” dedim.
-“Anlatsana muhtarım çok merak ettim.” dedi, anlatmaya başladım.
-“Ben cezaevini boylayınca 2 sene köyden haber alamadım. Ali Çavuş devrilmiş, seçimi Pala Hüseyin kazanmış. Pala, mazbatayı aldıktan sonra köy meydanında sanki başbakan gibi kutlama yapmış. Köylüye yemek vermiş. Davulla zurnayla muhtarlığa gelmiş. Kapıya bir el atmış, kapı kilitli. Ali Çavuş’a adam yollamışlar. Ali Çavuş, “Ben anahtar manahtar görmedim. Kapının üstündeydi.” demiş. Aklı sıra Pala Hüseyin’e güçlük çıkaracak. Pala, bir omuz atıp kapıyı kırmış. İçeri girince ne görsün?”
-“Ne görmüş?”
-“İçeride ne masa var, ne sandalye. Ali Çavuş, tavandaki ampule varıncaya kadar her şeyi almış gitmiş. Muhtarlığın dört yanına da ayıptır söylemesi büyük abdestini bozmuş.” -“Yok, daha neler!”
-“Pala Hüseyin de ibretiâlem için muhtarlığın önüne bir minder atıp üzerine oturmuş.”
-“Ali Çavuş çok ayıp etmiş.”
-“Daha bitmedi. Köyde bir park vardı. Park dediysem bir kaydırak, iki salıncak bir de tahterevalli… İlçedeki parktan sökülen eski malzemeler. Ali Çavuş, bunları hurdalıkta görünce belediyeden istemiş, köye getirtmiş. Köylü ertesi gün parkın yerinde yeller estiğini görmüş. Meğer Ali Çavuş parkı da ben yaptırdım deyip geceleyin sökmüş, götürmüş. Bir gün sonra da ben yaptırdım deyip muhtarlığın istinat duvarını yıkmış.” Yol arkadaşım Ali Çavuş’un seçimi kaybedince yaptıklarına kızmıştı:
-“İyi ki kaybetmiş seçimi.” dedi.
-“Öyle ama halk Pala Hüseyin’i seçtiğine de bin pişman. Eski günleri arar olmuş.”
-“O niye?”
-“Bu Pala Hüseyin, ufak ufak kumar oynardı. Muhtar seçildikten sonra iyiden iyiye işi azıtmış. Beni görenler, “Keşke seni seçseydik.” diyorlardı. Ben de içimden “Beter olun.” diyordum. Etliye sütlüye karışmadan iyi kötü bir düzen tutmaya çalışıyorum, bir taraftan da mahkemenin verdiği para cezasını ödemeye uğraşıyorum. Köylüler bir gün kapıma dayandı. Ne olur önümüze düş dediler.”
-“Neden?”
-“Pala Hüseyin, Yanıkyurt köyünde kumar oynarken cebindeki tüm parayı kaybetmiş. En son muhtarlık mührünü masaya koymuş onu da üttürmüş. Köylülere “Bana ne üttürürse üttürsün!” dedim. “Olur mu öyle şey? Mühür köyün namusu.” dediler. “Önümüze düş, kana kan, dişe diş mührümüzü alıp gelelim.” Beni bulaştırmayın dediysem de dinlemediler. Pala Hüseyin utancından evden çıkamıyormuş, Ali Çavuş köylüye küsmüş, bu iş bana düşermiş. Köylü silahlanmış benim emrimi bekliyormuş. O zamanlar toyuz, milletin dolduruşuna geldik. Bir mobiletim vardı. Ata biner gibi atladım üstüne: “Düşün peşime.” diyerek hücum emrini verdim. 
Bütün köylü traktörlerle, taksilerle arkamdan geliyordu. Nasrettin Hoca’nın fil hikâyesi burada gerçek oldu. Yanıkyurt’a yaklaştıkça arkamdaki kalabalık azaldı, köye girerken arkamda bir araba kaldı. Köy meydanına varınca onlar da sağa sola dağıldı. Şu arkada horul horul uyuyan Cin Ali’nin “Şahit mahit yazarlar biz girmeyelim.” dediğini duydum. Diğerleri arkamdan gelir diye söverek kahveye daldım: “Verin lan mührü!” dedim.” 
-“Verdiler mi?”
-“Verdiler verdiler. Ben “Vurmayın!” dedikçe verdiler sopayı verdiler sopayı. Ellerinden nasıl kurtuldum bilmiyorum. Yarı baygın mobiletle köye gelmeye çalışırken şarampole yuvarlandım. Ertesi gün buldular beni. 2 ay kolum bacağım sarılı yattım.”
-“Sonra?”
-“Sonra kaymakam devreye girdi, iş büyüdü. Herkes birbirinden davacı oldu. Bizim köylüler biz bir şey görmedik, duymadık dediler. Cin Ali’ye yalvardım “Sen bari bana şahitlik yap.” diye. “Beni karıştırma, ben o sırada köyde harman kaldırıyordum.” dedi.”
-“Bu kadarına da pes!”
-“Dur daha bitmedi. Pala Hüseyin’in muhtarlığını düşürdüler. Mührü Ali Çavuş’a yeniden verdiler. Biz yine çıktık mahkemeye. Ben Yanıkyurtluların beni dövdüğünü ispat edemedim. Köylü ağız birliği edip mobiletten düştüğümü söyledi. Ayrıca kendimi muhtar olarak tanıttığımı kahveye girip köylülere hakaret ettiğimi iddia ettiler, benden şikâyetçi oldular.”
-“Hem suçlu hem güçlüler desene.”
-“Asıl suçlu benim. Eşşek kafam sana ne mühürden! Neyse çıktık mahkemeye. Hâkim benim eski dosyaya da bakmış. “Oğlum senin ruhsal sıkıntın mı var? Ne bu muhtarlıkla derdin?” dedi. Ben ağzımı açıp “E...” dedim, hâkim: “Anlaşıldı anlaşıldı. Yaz kızım.” dedi.”
-“Ne yazdırdı?”
-“Sanığın yani benim akli dengemin yerinde olup olmadığının tespitine falan filan…”
-“Ne diyorsun muhtarım?” Bu sırada arkadaki horultu kesildi, Çullu Yusuf’un sesi duyuldu: “Loyn çayınız, kahveniz yok mu?” Muavin gönüllü gönülsüz çay, kahve servisine başladı. Yolcuların muavine bizimkiler hakkında söyledikleri kulağımıza kadar geliyordu. “Şu arkadakileri uyarır mısınız, ayakkabılarını giysinler.” “Lütfen arkadakilere söyleyin horlamasınlar.” “Arka koltuktakiler biraz sessiz olsunlar.” “Şunları indirmezseniz ben ilk durakta ineceğim…” Muavin çaresizce herkese: “Tamam efendim uyarırım, söylerim, merak etmeyin.” dedi. Arkadan boş tepsiyle dönerken “Yolculuk bir bitse de şunlardan kurtulsam.” diye söyleniyordu. Muavin, bizimkilerin yanına dolu tepsiyle iki defa daha gitti, üçüncü sefer kekleri kutusuyla götürüp onlara verdi. Ben yol arkadaşımla sohbete devam ettim:
-“Hâkim benim deli olduğumu, kendimi muhtar sandığımı düşündü. Akıl hastanesine götürdüler beni. Tahlil, tenkit, muayene, müşahede… Hastanede 6 ay yattım. 6 ay sonra akli dengesi yerindedir diye rapor verdiler.”
-“Şükür kurtulmuşsun.”
-“Oradan kurtulduk hâkimin karşısına çıktık. Hâkim: “Aklın fikrin yerinde kendini neden muhtar olarak tanıttın be adam?” dedi. Ben yine ağzımı açtım: “E..” dedim. Hâkim: “Anlaşıldı, anlaşıldı. Yaz kızım.” dedi.”
-“Yine ne yazdı?”
-“Sanığın kendisini muhtar diye tanıtmak suretiyle kamu görevini, kanun ve nizamlara aykırı olarak yerine getirmeye teşebbüs ettiğinden 2 yıl hapsine… Daha önce sabıkası olduğundan cezanın ertelenmeyip…”
-“İnanmıyorum muhtarım ya!” 
-“Anlayacağın yine hapsi boyladık. Allah’tan o sıra bir af çıktı. 3-5 ay yatıp kurtuldum.”
-“Çıktıktan sonra ne oldu, aday oldun mu bir daha?”
-“Ünüm her tarafa yayılmış, beni tanımayan yok. Yıllar geçti, bizim civar ilçelerde bile muhtar dedin mi herkes köyündeki, mahallesindeki muhtardan önce beni bilir. Bir daha aday olamam çünkü sabıkalıyım. Ama böylesi daha iyi ölünceye kadar muhtarım hatta öldükten sonra bile muhtar olarak anılacağım.”

Yorumlar - Yorum Yaz