ŞARK SIVASI

Duran Usta bizim kasabanın her mahallesinde hatta her sokağında neredeyse en az bir daireyi sıvamış kıymetli bir sıva ustası ve sanatkârdır. Sanırım komşu ilçenin bir kasabasından bizim mahalleye taşınmıştı. Zekeriya Emmi’nin avlulu büyük evinde eşi ve iki küçük kızıyla birlikte otururdu. Sık olmamakla birlikte memleketinden misafirlerinin geldiğini duyduğumuz usta, köyüne pek gitmezdi/gidemezdi. Cenaze düğün gibi durumlarda ise nedense tek başına gider, eşini ve çocuklarını götürmezdi. Ustam eşini çok seven, çocuklarına da düşkün birisiydi. Önce akrabalarından bir kızla nişanlanmış, her nasılsa bu nişandan cayılmış ve komşu köyden şu an eşi olan hanımla evlenmiş. Tabii bizim ustanın ilk nişanlısı da kendi köylerinde evlenip yuvasını kurmuş ve çoluk çocuğa karışmış. Lakin gelin görün aradan yıllar geçse de ustanın hanımı kocasının köyüne gitmesine bir türlü razı olmuyormuş. Komşulardan duyduğumuza göre: “Kocam köyüne giderse ilk nişanlısına rastlayabilir İşte ben bunu asla kabul edemem.” diyormuş.
Ustamız sevecen ve işini en ince detaylarına kadar titizlikle yapmaya gayret eden, yanında çalıştırdığı işçilerden de aynı özeni isteyen bir kişiliğe sahipti. Ben onun yanında çırak olarak çalışırken de sıvacılığı meslek olarak seçmeyeceğimi bilmesine rağmen işi öğretmeye gayret ederdi.
Mesaimiz sabahları 08.00-08.15 arasında başlar, akşamleyin de 19.00 sularında tamamlanırdı. Lakin akşamleyin saat 19.00 olmasına rağmen henüz harç bitmemiş ise sıva işine mevcut harç tükenene kadar devam edilirdi. Benim yaptığım iş, sıva kumunun elenmesi ve kaynatılan kireçle karıştırılıp harç yapılmasıydı. Bu nedenle bazen ustalar sıvanacak binaya gelmeden tek başıma çalışmaya başladığım, sabahtan öğleye kadar yahut tüm gün kum elediğim de olurdu. Kum eleme işi tamamlandıktan sonra diğer ustalarla birlikte kireçle harç karılmasında da çalışırdım.
Ustamız, inşaatı yapan kalıpçı ve duvar ustalarına söylenir dururdu. “Doğru dürüst duvar ustası yok kardeşim memlekette! Baksana böyle bir duvar olur mu? Duvarın tabanı ile tavanı arasında 5 cm fark var. Aşağıya vurduğumuz sıva üç kat iken tavanla bitişen yere neredeyse tek kat sıva yapılacak. Hele şu kalıpçılar yok mu? Sanki ilk kez kalıp çakıyor, bir de usta olacak hergeleler.” diye söylenirdi. “Ne olacak acemi nalbant Kürt eşeğinde mesleğini öğrenirmiş. Bizim de kaderimiz bu, kalıpçı ve duvar ustası olduğunu sananların eğriliklerini düzeltmekten işimizi yapmaya fırsat bulamıyoruz.” diye devam ederdi. Bu arada ustamızın yanında yevmiye ile çalışan başka sıva ustaları da vardı. Bunlardan içinde Duran Usta’nın “Sakallı” diye hitap ettiği birisi, onu kızdırmak için her defasında bir konu seçerdi.
Sakallının anlattığına göre, önceleri Duran Usta bölgedeki bir çok kişi gibi sadece kendi kerpiç evlerini sıvayabilecek beceriye sahipmiş. Tabii sıva dediysem de kerpiçten yapılan evlerin dış cephesinin çamurla sıvanması işi. Bilenler bilir, kerpiç evlerin dışının sıvanması öyle fazlaca beceri gerektiren bir iş değildir. Çocukluğumda duyduğuma göre taşrada insanlar genelde birbirlerinden görerek bu sıvama işini yaparlarmış. İşte bizim Duran Usta’mız da sıva yapmayı böyle öğrenmiş. Derken kendi köyünde akrabasının, konu komşusunun toprak evlerini sıvarken her nasılsa adı “usta”ya çıkmış. Sonra gün gelmiş, başka şehirlerde beton binaların sıva işinin kazançlı bir meşgale olduğu duyulmuş. Haliyle kazanç elde etmek düşüncesiyle bizim ustamız gurbete çıkmış. Bu yeni işi bilmese de gittiği yerde yapabileceği başkaca mesleği olmadığı için kendisini “sıvacı” olarak tanıtıyormuş.
Duran Usta, Nevşehir’in Gülşehir ilçesinin bir köyünde, tek katlı kabası bitmiş evin sıva işini götürü usulü almış. Yanında götürdüğü biri akrabası diğeri de köylüsü olan iki delikanlı ile sıvacı olarak kendilerini tanıtmışlar evin sahibine. Sonranda evin sıvası için gerekli kum, çimento gibi malzemeleri tahmini olarak hesaplamışlar ve iş sahibinden bir kamyon kum ile 50 torba çimento getirmesini talep etmişler. Ev sahibi istenilen kumu ve çimentoyu getirip bizimkilere teslim etmiş. Ustamız da elemanlarıyla işe koyulmuş ve iki ayrı elekte tüm kumu sabahleyin başlayıp öğleye kadar elemişler. Öğle yemeğinden sonra da bu kumun tamamını çimento ile karıp harç yapmışlar. İşçiler çalışırken, ev sahibi: “Ustam bizim buralarda beton sıva işini bilen pek yok ama komşu köyde birisi evini sıvatmıştı. Orada usta kireç de katmıştı kuma, siz neden katmıyorsunuz?” demiş. Tabii Duran Usta böyle bir soruyu beklemediği için ne diyeceği hususunda kısa bir tereddüt geçirdikten sonra “Emmi, fazla masrafa gerek yok. Hem çimento varken neden kireç katalım ki kuma. Böylesi daha dayanıklı oluyor.” demiş.
Akşama kadar üç kişinin elediği tüm kum, çimento ile karıştırılıp su ilavesiyle harç olarak bir güzelce karılıyor. Günün yorgunluğu ve ilk günün hamlığı sebebiyle işçiler akşam yemeğinin üzerinden bir iki saat geçtikten sonra erkenden uyuyorlar. Sabah erken kalkan Duran Usta’nın zihninde bir şüphe var. Adeta rüyasına giriyor ev sahibinin kuma kireç katılmasına dair hatırlatması. “Nereden çıktı şimdi bu kireç işi yahu!” diyor. “Acaba adam doğru mu söylüyor? Soracak kimse de yok ki çevrede.” diye düşünüp duruyormuş.
Sabah kahvaltısından önce usta akşamdan kardıkları harcın başına geldiğinde, orada gördüğünün sertleşen ve adeta betonlaşan bir malzeme olduğunu fark ediyor. İçinden: “Yandık biz. Şimdi bu işin içinden nasıl çıkacağız. Bari ev sahibi işin farkına varmadan buradan kaçabilsek...” diye düşünüyormuş. Bir iki bardak çayla kahvaltısını yaptıktan sonra bir kazma ile harcı kırmaya başlıyorlar.
Bir şeylerin ters gittiğini fark eden ev sahibi: “Ustam bir sorun yok değil mi?” diye dünkü ses tonundan farklı söylemle çıkışınca, ustamız bozuntuya vermeden: “Hayır emmi, bu iş şark sıvası diğerlerine benzemez.” diye adamın dikkatini dağıtmak istiyor. Sonra da adamı: “Bize 5 torba daha çimento lazım, sen kazadan getirsen iyi olur.” diye yanından uzaklaştırıyor. Ev sahibi traktörünü çalıştırıp kasabaya doğru yola koyulup gözden kaybolunca bizim usta ve işçileri köyden kaçıyorlar. Bu şark sıvasını keşfeden bizim Duran Usta mı yoksa başkası mı bilinmez. Lakin Sakallı ne zaman bu “şark sıvası” meselesini gündeme getirse Duran Usta çileden çıkıyordu.
Sabahtan akşama kadar, harç, çimento el arabası üçgeninde geçen çalışmayı saymazsak olayın eğlenceli noktaları da yok değildi. Öncelikle sabahleyin saat 10.00-10.15 arasında ve öğleden sonra da saat 15.45-16.00 arasında iki kez çay molamız olurdu. Lakin çaylarımız mutlaka inşaat sahipleri tarafından hazırlanıp bize ikram edilmeliydi. Hatta neredeyse iş sahipleri buna mecburdu. Yani biz çalışanlar o zamanlar böyle düşünüyorduk. Çünkü inşaatta çalışanlar açısından bu çay ikramları neredeyse yevmiye ücreti kadar kadar önemliydi.
İşçiler, inşaat sahiplerinden çayla birlikte bisküvi ya da başka ikramlar da beklerdi. Çoğunlukla işini yaptığımız kişiler bu beklentiyi fazlasıyla karşılarlardı. Az da olsa çay ikram etmeyi unutan yahut pintiliği sebebiyle bu işi savsaklayanlar yok değildi elbette. Bu durumda Duran Usta’dan meşhur cümlelerini söylemesini beklerdik.
O cümleler ne mi? Duran Usta işe ilk başladığımız gün ya da çayın saatinde verilmesinin ihmal edildiği vakit, iş sahiplerinden kimi görürse: “Yahu sizin burada hiç yağmur yağıp dereler “çaylar” dolup dolup taşmıyor mu?” diye takılırdı. Tabii muhatabı hemen meseleyi fark eder ve çayla birlikte ikramı da özür beyanıyla geciktirmeden getirirdi.
Konuya dair bir hatıramı da anlatmam lazım. Kasabadaki Merkez Camii’nin arka tarafındaki sokakta Bâset Emmi’nin oğlu Cevcet’in evinde çalışıyoruz. Sabahleyin çay gelmedi ama biz ilk günün yoğunluğu sebebiyle sanırım bunu fark etmedik.
Öğle yemeği sonrasında gün ikindiye yaklaşmasına rağmen henüz çayımız gelmemişti. Bunun üzerine usta, gölgede oturup bizi izleyen Cevcet’in yaşlı annesiyle çay meselesini konuşmaya başladı:
-“Teyze, sizin burada hiç yağmurlar yağıp dereler, çaylar dolup dolup taşmaz mı?”
-“Yavrum heç ağustosta yağmur yağar mı? Sen ne diyon öyle!”
Duran Usta aldığı cevaptan memnun olmamış olmalı ki sorusunu tekrarlıyor, muhatabı ise:
-“Sen buralı dael misin, heç harman zamanı yaamur olur mu?” diyerek Duran Ustayı iknaya çalışıyordu. Nihayetinde Cevcet geldi de çayımıza kavuştuk!


Yorumlar - Yorum Yaz