HÂLIMIZ İTLERDEN BETER, KEYFİMİZ BEGLERDE YOH

Timuçin Abi her yıl olduğu gibi bu yıl da ABD’ye, üç eyaletindeki üç üniversiteye Türk Musikisi dersleri vermek için gitmeye hazırlanıyordu. Seyahatinden iki gün önce fakirhaneyi teşrif etmek üzere İncek Tek Sitesi’ne giriş yapmış, Melekli Sokak’a yönelirken direksiyon hâkimiyeti aniden güçleşmiş. O sıra aklından, ‘fakirhane’ tabiri de geçmemiş üstelik. Arada ‘fakirhane’ deyince gülerdim. O da, “Yok yok seninkisi fakirhane sayılır. Kapılar en ucuz suntadan, yerler üçüncü sınıf parke, duvarların sıvası berbat, boya plastik, iyi ki her taraf kitap, duvar çıplak olsa insanın üzerine plastik toz yağacak, mutfak çok ufak, girişteki çelik kapı yine en ucuzundan... Hâsılı fakirhane sayılır. İncek’te, üç milyon dolara (niye dolarsa!) rezidanslar var. Bazı malikâneler on milyondan başlıyor.” derdi. Neyse konu bu değil. Melekli Sokak’ın girişinde tam dönerken dediğim gibi araba savrulunca frene basıp arabayı güçlükle durdurduktan sonra inip bakmış ki ne görsün! Ön sağ teker gidik. Jant yere değiyor. Telefon çaldı. Timuçin Abi yazıyor. “Hah!” dedim koşarak gelen eşime, “Arıyor, geldi herhâlde.”
-“Efendim abim?” Baktım sesi bozuk, “Abi hayırdır?”
-“Abim abim, Üstat Necip Fazıl der ya, ‘Bu yolu dönerken arkana bak da / Köşede bir lahza…’ Ben bakamadım. Teker patladı!”
-“Nee?”
-“Evet abi, lastik tamamen inik.” Hemen çıktım. Vardım ki yurdundan teker göçürmüş! Şükür yakınlarda bir nöbetçi lastikçi vardı. Telefonunu bulmak hayli sürdü. Ardından durumu açıklamak bir hayli zaman aldı. Hele adresi tam olarak tarif etmek, ölümdü. Sonunda konum atarak beklemeye başladık. Bu arada evde çift elma nakhla hazırlanmış idi. Kömürler kor halini almış, burcu burcu tütmeye hazır tütün lülede bekliyordu.
Hele Adana’dan getirtmiş olduğum kaçak çay az önce demini almıştı. Beklerken, kaldırımda oturup olayın ayrıntılarını konuştuk. İki kez lastikçiyi aradık. Yolda olduğunu, yaklaştığını
öğrendik.
Sonunda geldi, kısa bir tanı sürecinden sonra tekeri söktü: “Malzeme uygun değil, dükkâna götürmem lazım.” deyip götürdü. “Abi” dedim, “Ya eve gidelim ya evdekileri buraya getirelim.” Bu arada nadiren de olsa yoldan geçenler tuhaf tuhaf bakıyor, aşırı meraklılar gelip soruyordu. Hepsine sabırla durumu öykülüyor, geçmiş olsun dileklerine teşekkürle mukabele ediyor, uğurluyordu. Timuçin Abi’nin ısrarlı karşı çıkışlarını dinlemeksizin nargileyi ve dumanı üstünde çayı Melekli Sokak’taki olay mahalline naklettik.
Kaldırıma koyduğumuz minderlere oturduk. Timuçin Abi ısrarlarımız karşısında daha fazla direnemedi, nargileyi havalandırdı. Sokağa mis gibi anason yayıldı. Çayın kokusunu saymıyorum bile! (Aklıma nereden geldiyse… Adana’da herkes ikram edilen çayı içmeden önce bardağı eliyle kaldırıp rengine bakar ve “Beş Dakka daha duraymış eyiymiş.” dermiş. Bir defasında arkadaşlardan birini arayıp, “Çayı koy geliyoruz.” demişler, o da çayı demlemiş. Bu arada kapı çalmış. Açmış, birkaç serseri… Sopalarla saldırmışlar. Fakat bizimkisi güçlü, irikıyım… Bunları bir güzel dövmüş. Bu arada bağırtı çağırtıyı duyan komşulardan biri meğer polisi çağırmış. Bizimkisi saldırganları fena hırpaladığından masumken suçlu duruma düşmüş. Onlar şikâyetçi olmuş. Derken bir ay kadar içerde kalmış. Sonra komşuların tanıklığı filan olayın iç yüzü anlaşılmış, bırakmışlar. Bir ay sonra çıkıp eve gelmiş. Arkadaşları geçmiş olsuna gelmişler. Bizimkisi bir ay önce demlediği çayın altını yakmış, ısıtmış, ikram etmiş. Misafirlerden biri bardağı kaldırıp rengine bakmış, bir yudum almış ve şöyle demiş: “Beş dakka daha duraymış eyiymiş.”)
“Abi,” dedim kalender meşrepliğini sonuna değin istismar ederek, “Bu anı ölümsüzleştirmeme izin ver lütfen!” Bizi kırmadı, sağ olsun, ses etmedi. Bu arada, “Gören dostlar meraklanıp ararlar, insanları rahatsız etmiş olmayalım!” kaygısını da dile getirmekten geri durmadı. Dinleyen kim!
Nihayet usta onarılmış tekeri getirdi. O işini yaparken Timuçin Abi’yle nargileye o kadar dalmıştık ki, lastikçinin sokağın sessizliğine düşen bağırtısını çok geç işitebildik. “Abi, tamamdır!” İkimiz de şaşkındık: “Yahu ne çabuk bitti!” Bu arada ustaya da nargile ikram ettik. Bizi kırmadı, birkaç nefes çekti. Çekerken etraftaki sesleri Timuçin Abi’yle ikimiz duyduk: “Bunlar manyak! Lastikleri patlamış, hallerine bak!” Neyse, onu uğurladık. Nargileye bir süre devam ettik. Ayrılık ânı yaklaştıkça içimize
koyu bir hüzün çöktü. Timuçin Abi, her zamanki nüktedanlığıyla, “Bir Urfa atalar sözü, durumu çok iyi yansıtıyor,. dedi. Sessizlik oldu. Merakla bekliyorduk. “Hâlımız itlerden beter, keyfimiz beglerde yoh!” dedi. Güldük.
-“Artık ben gider.” dedi.
-“Abi zengin kalkışı oldu.” dedim. Güldü:
-“Abi şahane oldu, şahane.” Uğurladık.
Karanlığın içinde yiterken, için için yanan bir çerağa benziyordu


Yorumlar - Yorum Yaz