Gün dağların zirvesinden burnunu uzatalı çok olmuştu. Boydak ile Yontar gerneşerek yeni bir günde farklı bir mekanda yeniden açtılar gözlerini dünyaya. Her ikisi de bir günlük at sürümü bir ovadan başka bir şey görmediklerinden uzun süre kendilerine gelemediler. Sadece birbirlerine baktılar Boydak bir şeyler söyleyecek oldu ama ters bir laf söylerim başıma iş açarım korkusuyla devamlı yutkunup durdu.
Alabildiğine geniş uçsuz bucaksız bir ova manzarasında Yontar ve Boydak hayretten küçük dillerini yutarak kah ovaya, kah birbirine pel pel bakmaya başladılar. Saatler süren bu apışıp kalma halinden “Uuuuuuu” diye kulaklarına çarpan bir sesle kurtuldular. Sesin geldiği yöne göz büyüttüklerinde dik bir kayanın tepesinde başını göğe kaldırmış vaziyette bir uzun havaya asılmış kurdu fark ettiler. Kurt da bu iki insan evladının yolunu şaşırmış olabilecekleri içgüdüsüyle hareket ediyordu. Boydak ve Yontar bu kurdun kendilerine zarar verecek sinsilikte durmadığını fark edince rahatladılar.
İş, alt taraflarındaki uçsuz bucaksız ovaya, bu yalçın kayalardan inebilmekteydi. Yontar’la Boydak birbirlerinin gözlerinin içine bakarak çaresizliklerini dillendirmeye çalışıyorlardı. Bir de kendi kendilerine
korkmama süsü vererek kurdun aklını karıştırmamaya çalışıyorlardı. Bu bakışma esnasında kurt sanki
kanat takıp yannaçlarındaki kayanın tepesine konmuştu. Bir yandan uluyor, bir yandan da kuyruğuyla havada bir daire çizip sonra şarp şarp diye kayaya vuruyordu. Boydak birdenbire havaya zıplayarak:
-“Yontar ağam, Yontar ağam bulduk” dedi. Yontar, Boydak’ın buluşunu ciddiye almaz bir tavırla kayanın üzerinde sırüstü yattığı yerden umursamaz bir sesle:
-“Neyi buldun lan kalın zekalı?” dedi.
-“Bu yalçın kayalıklardan kurtuluş yolunu.”
-“Nasıl yani, nasıl olacak da olacak?”
-“Ağam, Köstü sinsi sinsi gülüyor. Bu gominist böyle güldüğüne göre kurtla koklaşarak kontak kurdular. Şimdi hatırladım, kurdun yaptığı hareket izci toplanma işaretiydi.”
-“İzci dediğin de kimdir, nereden tanıyorsun katır dölü?”
-“Biraz okumuşluğum yazmışlığım olduğunu unutursun ağam.”
-“Boydağım manzara karşısında aklın sulanmış olmasın?”
-“Köstü çarpsın yok öyle bir şey, aklım da tas tamam yerinde. İstersen bir de sen gözünle bak.”
-“Ulan git depiği vurdum muydu kayadan aşağı yuvarlanırsın, şimdiye kadar senin gözünle mi bayordum teres?”
-“Ağam ne dersen de, istediğin kelimelerle hitabetini geliştirebilirsin amma gözünü oğuşturduktan sonra lütfen dikkatli bak. Sen de benim gördüğümü göreceksin.”
-“Hakkaten ya Boydak bu kurt hareketleriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Hele yanına doğru bir yürü bakalım o da yürüyecek mi?” Kurt Boydak’ın anladığı dilden konuşuyordu ve Boydak’ın kendisine doğru geldiğini fark edince kuyruğunu sallayarak kayadan aşağıya inmeye başladı. Boydak ellerini ovuşturarak:
-“Ağam bu iş tamam, kılavuzu bulduk takıl peşime.”
-“Ula oğlum manyadın mı? Kurt ikimize birden gücü yetmeyeceğini anlayıp bizi tuzağa çekiyorsa seni kazığa oturtur sonra kaçarım haberin olsun.”
-“Ağam lütfen aklına kötü fikirler getirme. Hem Köstü de kurdun hareketlerini takip ediyor. Bir yanlışında cin çarpmışa döndürür.” Yontar da kurdun hareketlerini dikkatlice izledikten sonra yarı nazı yarına razı oldu.
-“Yavaş gidin lan beni azdırmayın.” deyip Boydak’ın peşine düştü. Kurt önde, Boydak onun peşinde, Yontar’a da yola revan olmak düştü.
Kayadan kayaya ya kartal gibi uçtular ya keklik gibi sekmeye başladılar. Boydak ve Yontar yorulup dinlenmek isteyince kurt da bir kayanın başına oturup onların soluklanmasını bekliyordu. Son kayadan
da aşağıya indiklerinde ova ayaklarının altına serilecekti. Yaklaşık iki saat kırk beş dakikalık bu çetin yolculuk sonunda Yontar’ın sırtı cımcılık ter olmuştu, su kaybından ölecekti neredeyse.
Kurt görevini yerine getirmenin onuruyla arka ayaklarının üzerine kalkıp tek ayak üzerinde esas duruşunu gösterip uzaklaştı. Yontar Boydak’a seslendi:
- “Let’s go yallah”
-“Ne diyon ağam?”
-“Ben de bilmiyom ulan. Avrupa topraklarına girdik ya. Ondan olmuştur herhal. Belki de Bizansçadır bu laflar. Bak kelimeler de yavaş yavaş dilimize alışmaya çalışıyor. Bunsung Tiğin’in yanına gelen Bizans elçilerinin konuşmalarını dinlemiştim belki oradan aklımda kalmıştır. Kendimi zorlarsam yeni kelimeleri de kelleme dıkabilirim.”
-“Hakkaten olabilir ağam. Hay zekanla bin yaşayasın. Bizanslı dilberlerle de iletişimimiz zor olmaz bu sayede.”
-“Ulan Boydak şimdi de Bizanslı dilberlere mi taktın? Obada kırdığın cevizler yetmedi mi? Dere boyunda yediğin herzelerden haberim yok sanma. Ne idüğü belirsiz bir herifsin sen. Gominist desem değilsin, köstüman desem değilsin, ne deyim sana ben lan! Nursuz mu deyim, onursuz mu deyim, yok
yok en iyisi sen kendine bir isim yakıştır. Bizansa varınca onların dinine girersen şaşırmam.”
-“Olur mu ağam, Bizanslı olmak bize yakışmaz, hem töreleri bilmez gibi konuşursun, ben şimdi kendi kendime bir ünvan vermeye çalışsam töresizlik yapmış olurum. Hem bunu Bunsug Tigin’e onaylatabilemeyiz.”
-“Sende haklısın Bunsug Tigin senin ne mal olduğunu biliyor. Bir keresinde Kutsal Köstü’ye söğmüştün de somanların elinden zor kurtulmuştun.”
-“Özür dilerim ağam somonlar da kimdi? Aklım iyice zayıflamış”
-“Ne bileyim bir balık çeşidi miydi orman kaçkını bir kabile miydi nereden hatırlayayım?”
-“He ya ağam o iyiliğini nasıl unuturum. Sen araya girip Zamçakça’nın geniş mana denizli bir dil olduğunu ispatlamasaydın bugün burada değil, Daryerekonda dar bir çukurda olacaktım. Köstü seni kutsasın ve öpsün.!
Karınları karınlarına geçmişti elemanların. Bir yaban armudunun gölgesine oturup azık çıkınlarını açtılar. Elinizin artığı birşeyler yediler ve yattılar ikindiye kadar.
Ötelerden kulaklarını çalan kervan cıngırtılarını düşlerinde gördüklerini sanıyorlardı. Ama git gide ses yakınlarına gelmeye başladı. Yontar uyanır uyanmaz Boydak’a dürttü.
-“Şu ahlatın başına bir çık bakalım, bu cıngırtı neyin nesi?” Ahlatın çingiline çıkan Boydak:
-“Ağam bu bir deve kervanı, Batı’ya doğru gidiyorlar.”
-“Deme lan!”
-“Köstünün ölüsünü göreyim gidiyorlar.”
-“Köstüler ölmez oğlum.”
Ay tepsi gibi göğün ortasında duruyordu. Boydak derin bir iç geçirdi. ‘Gelirken top kekillime uğrayıp da gidip de dönmemek, dönüp de görememek var, karnımın doyası bir sarıyalım bile diyemedim’ dedi.
Yontar:
-“Gendi gendine ne gonuşuyon lan, daha yolun başında tırıtmaya başlama!”
-“Ne yolu ne günü ağam, ne zaman yola çıktık kaç gün oldu, bir yere çizik mi attık da bana günleri soruyorsun?”
-“Kutsal Köstü’ye sor bakalım kaç gündür yoldayız?”
-“Elini ayağını öpeyim ağam, bu nursuza da öyle her şey sorulmaz. Kafası bozulur, sorduğumuz soruyu beğenmez, bu garip ellerde bizi azatlar bu dürzü.”
-“Ne bileyim işte canımın sıkıntısından ne dediğimi biliyor muyum?”
-“Bilmez olur musun ağam, sen bir şey biliyorsun ama benden saklıyorsun”
-“At sineği gibi vızıldayıp durma, şaplağı vurdum muydu ağzını çarşamba çanağına döndürürüm.”
-“Bu arada seheni kayalardan inerken düşürdüğümü fark ettin mi ağam?”
-“Canın sağolsun Boydağım yanımızda keskin bıçak var sana bir çanak yaparım, üzüldüğün şeye bak.?
-“Sağolasın ağam ters bir laf diyeceksin diye ödüm ağzıma gidip geliyordu. Bari dokunma, bir miktar efkârlanayım;
Topkekillim sana nettim neyledim
Attın gurbet ele harelerimi
Aman aman
Dağlar duman
Ağam aman halım yaman...”
-“Lan Boydak’ım lütfen istirham ediyorum, yaram derin, hava serin toparla kendini. Yarın sabah kervanın gittiği yöne doğru gideriz. Şimdi uyuyalım.”
Gece üzerlerine efkâr çekerek derin bir uykuya daldılar, sabah ola hayrola...
Devamı gelecekte gelecek...