Şiir, edebiyat dergilerinin esas oğlanıdır. Hatta edebiyat dergisi olmasa bile araya eski tipo baskı ile çıkan gazetelerde kalan boşluğu değerlendirmek için ya kısa bir fıkra ya da o boşluğu durduracak uzunlukta mürettiplerin zekalarının mahsulü bir şiir şerpiştirilir.
Mürettiplik yapmış, mürettiplik yaparken kendi kitabını dizip basıp piyasaya sürüp ve kısa zamanda satıp, kağıt borçlarını ödemiş sonra şiirin nedir ne değildiri üzerine yaklaşık on yıl kafa yormuş birisi olarak bir şiiri şerh etmeye başlayacağım. Mürettiplik yaparken patronum “Bu şiiri diz gazetenin kültür sanat sayfasında yayınlayacağız.” deyince şiiri tekrar tekrar okuduktan sonra “Bu şiir neyi anlatıyor patron” demiştim. Bugün olsa aynısını der miydim? Derdim. O zaman yavaş yavaş mevzuya doğru yol
almaya başlayalım. Söz konusu şiirin yayınlandığı dergi hatırı sayılır bir dergi olduğu gibi, hatırı sayılır da bir yayın yönetmeninin idaresinde çıkıyor. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki ne dergiye ne de derginin yayın yönetmenine özel bir gıcığım yok. Dergiyi ve yayın yönetmenini Allah için severim. Bir dergiyi beğenmek o dergide yayınlanan şiirlerin eleştirilmeyeceği anlamına gelmez.
Burada siz de mevzuya dâhil olarak: “Esas oğlanın yanında figüranlar da olur, bazı oğlanlar anasına,
babasına itaatli, topluma faydalı bir rolü oynar, bazıları da rahmetli Erol Taş ve Tecavüzcü Coşkun gibi
kötü rollerde oynayabilir. İşte size dokunan bu şiir de kötü karakterli bir şiir. Fakat neticede dergi sayfasında yer alıyor ve edebiyat dünyamızda bunun gibi bir sürü şiir yazılıyor.” derseniz ona katılırım ama bu katılımım şiir hakkında düşündüklerimi ve yazacaklarımızı etkilemez.
Şiir insanı hafifçe silkelemiyorsa laf kalabalığından başka bir şey değildir. Laf ne kadar kabalalık olursa olsun içinden çok nadir söz çıkar. Şiir, sözü laf kalabalığının arasına katarak yaylıma çıkan bir dört ayaklı değildir.
İnsan kendi fıtratının dışına çıkmaya başlayınca hem kendine hem başkalarına hayatı yaşanmaz hale getirebiliyor. Böyle olunca da bu tür insanların manasını karınlarında sakladıkları şiirler çıkıyor ortaya, oku okuduğun kadar anla anlayabilirsen. “Önce insanın gönül ve ruh ikliminde kuraklık başladı. Hissiyatsız, gerçekten uzak yaşanmadan söylenenlerin de gerçekliği olmadı. Samimi olmayan söyleyişler gönle ulaşmaz. Şiirin manası şairin karnında kalacaksa onu doğurmanın anlamı nedir? Acıdır ki yazılan şiirler ne kadar anlamsız ise o kadar büyük kabul edilir ol/uyor/du. Anlaşılmayan şiir büyük şiirdir. Oysa en fazla anlaşılmadığı söz konusu edilen divan şiiri birkaç kelimeyle anlaşılabilirken, özellikle günümüzdeki bazı sözde şiirler hiçbir yöntemle anlaşılmamaktadır.”
Biz de adı Lacivert Sürgün olan muhtemelen Agâh Cemil müstear ismi ile yazılan şiiri bir şair olarak şerh etmeye çalışacağız.
“Lacivert Sürgün” üzerine düşünmekten beynim zonklamaya başladı. Şair bizi bu kadar yorarak kafamızın şişmeye başladığı bir esnada “Sigara içiyorsanız Parlement Mavisi için.” mi demek istedi? Hani mavi de koyulaştıkça laciverte döner. Büyük ihtimalle şair böyle bir göndermede bulunuyor. Şair “kaskatı ve dâvudi” derken Davut peygamberin demiri avcunun içinde hamur gibi yoğurduğunu mu kastediyor acaba? Haydi öyle varsayalım, güzel sesi ile mağaraya da girsin ama gözleri “ıslak çapaklarımın çatırdısıyla” açılarak “ hayal meyal/ avucumdaki gölgeyi” nasıl görür ey gözü ve gönlü olanlar?
Hani şiir bize bir şeyleri çağrıştıracak, bir yerlere göndermelerde bulunacak ve bu şekilde onun bizde bir karşılığı olacaktı? İster adına dörtlük deyin, ister, kıta, bölüm, isterseniz başka bir şey biz burada henüz yüreğimize dokunacak bir kelime bulamadık. Yok yok haksızlık da etmeyelim. “dâvudi” ve “mağara” kelimeleri bize iki peygamberi çağrıştıran müstakil kelimelerdir.
Şiirde o kadar imge yoğunluğu var ki doğrusu anlamakta zorlandığımı bilmenizi istetirim. Oysa benim bildiğim imge dağ, bayır dolaşarak aranmaz, kendisi gelir ve şiirin ilgili yerine oturur. Onun haricinde imge, simge, gamda, damga, kamga yerleştirilmiş (ne kadar derin manalara tekabül eden imgeler kullanıyor helal olsun şaire) şairin kendisinin bile açıklamasını yapamayacağı şiir şiir midir?
İkinci kıta diyebileceğimiz bölümü açıklamaya çalışalım, siz de şad olun bari. Benim ellerim bu yaşıma kadar bir kerecik dahi olsa “mesut ve bahtiyar” olmadı. Nasıl olunur onu da bilmez ellerim. Hem de kendi paltomun cebinden başka bir cebe girerek ısınmayı denemedi.Şairin elleri nasıl oluyor da “şarklı hülyalara dalar”ak yı“kanmıştı bir nehrin beyhûde sedâsına, sanmıştı bir incelik, bir romans dünyasına girer gibi yoksun” Sizin için dizeleri yan yana getirdim belki birbirlerine ısınarak anlam zenginleşmesine uğrarlar diye ama maalesef bu da olmadı. İsterseniz bir de siz şiirin dizildiği şekilde okuyun bakalım mana derinliğine ulaşabilecek misiniz? (Şayet bu satırları okuyup da ulaşabilen olursa geri dönüş yapıp düşüncelerini benimle paylaşırsa ayrıca mutlu olacağımı belirtmek isterim.)
Buraya kadar şairin de benim de ne demek istediğimi anlamamış olabilirsiniz. O zaman dikkat buyurun lütfen. Sizin hiç elleriniz “âheste akşamların orta yerinde yükselirken, yorgun” oldu mu? “Beatricce’in gümüş kemerinde titredi” mi? Yoksa “ardından kalan ruhu mu yoksa teni miydi” ne bilelim, belki de yazar bir kitaptan okudu da bize göndermede bulunuyor. Şiirin son bölümü elbette burada bitmedi. Kafamızı zonklatan imgeler otomatik bir silahtan çıkan mermiler gibi takır takır sayılmaya devam ediyor.
Şiirin devam eden aha burasını ters çevirerek okuduğumuzda şiir akıp gidiyor gibi ama bu seferde mana kayboluyor. “lacivert sürgüne gebeydi sözlerim o akşam” Haydi bir şekilde sürgüne gebe kalındığını kendi içimizde anlamlandıralım ama gözler nasıl gebe kalır orasını doğrusu anlamadım. Şair gözlerin gebe kalmasından gözbebeğinin doğmasını murat ediyorsa bak bu orijinal bir imgedir. Yalnız burada bir aşk sözcüğü ateşlenerek manasının dışına taşsa anlayacağım ki kaşla göz arasında olan olmuştur. Haydi biraz daha iyimser düşünelim Mecnun’un baktığı gözlerle bakarsa şair, maşuk da Leyla olursa o bakıştan gözlerin izdivacı olur ve sağlıklı bir bebek olur. Aman Allah’ın şair döktürmeye devam ediyor: “dilerim ise günden güne şükretti meleklerin tel tel güneşine ve güneş koyar meczup başını denizin hâki sînesine” Başınız bir sağa bir sola kayıp “dizeyi mi kaçırdım, anlamı mı uçurdum” vesveselerine kapılmayasınız, şiirin son bölümünün devamını bir paragraf cümlesi gibi yan yana yazdım, belki siz içinden çıkarsınız diye.
İçinizden yazıyı ve şiiri okurken “Senin içinden çıkamadığın bir şiirin içinden biz nasıl çıkacağız? Bizim zihnimizde o kadar boş alan yok.” diyorsanız siz de haklısınız. Son dizeleri sondan başlayarak şerh edelim de yazımız kışa dönmesin. “denizin hâki sînesine koyar meczub başını” burada bir âşık vardır ve maşukun adı da Deniz’dir. Deniz sevdasından meczuplaşan maşukunun aşkına daha fazla bigâne kalıp onun ölümüne sebep olmamak için sevdiğinden değil bilakis acıdığından göğsüne başını yaslamasına müsaade eder. O gün de Deniz’in üzerinde olacak ya hâki bir renk vardır. Sol düşünceli arkadaşlar bu röveşata bitirişi Deniz Gezmiş’e de evirerek başka başka manalar da çıkarabilir.
Selam olsun şiirin manasını karnında gezdirmeyen şairlere
Lacivert Sürgün
Agâh Cemil
kaskatı ve dâvudi
bir mağaraya girer gibi
ıslak çapaklarımın çatırdısıyla
açılan gözlerim
seçti hayal meyal
avcumdaki gölgeyi
ellerim
mesut ve bahtiyar
güneşin paltosunda
şarklı hülyalara dalar
-ken ellerim
kanmıştı bir nehrin
beyhûde sedâsına,
sanmıştı bir incelik,
bir romans dünyasına
girer gibi yoksun
ellerim
âheste akşamların orta yerinde
yükselirken, yorgun
Beatricce’in gümüş kemerinde
titredi
bilemedi
ardında kalan ruhu mu
yoksa teni miydi
o akşam
gebeydi sözlerim
lacivert sürgüne
dilerim
ise günden güne
şükretti meleklerin
tel tel güneşine
ve güneş
koyar meczub başını
denizin hâkî sînesine