Daryerekon yurdununun ibibikleri öter ötmez “Vira bismillah” deyip yola koyuldu Yontar ve Boydak. Az gittiler uz gittiler, dere tepe düz gittiler. Birden bire ne oldu da böyle sefere çıkmak zorunda kaldılar? Buna ikisi de bir anlam veremiyordu. Bundan dolayı da ikisinin de ağzı kemik saplı bıçak gibi uzun süre açılmadı.
Vakit kuşluk vaktini çoktan geçmişti. İkisinin de ter sırtlarından dikine aşağı akmaya başlamıştı. İkisinin de karnı karnına geçmek üzereyken nihayet bir pınar buldular. Ellerini yüzlerini yıkayıp döşlerini soğuk su ile serinlettikten sonra azık çıkınlarını açtılar. Boydak bir bazlamanın arasına biraz çökelek, biraz tereyağı koyup dürüm yaptı ve Yontar’a uzattı. Yontar’ın ağzı hele ki açılmamıştı. Dürümü önüne bırakarak aynı dürümden bir de kendisine doladı. Boydak gözlerinin ucuyla Yontar’a baktı. Yontar gözlerini uzaklara dikmiş ufukları seyrediyordu. Boydak, Yontar Ağa’sının ne zaman gamlanacağını bilirdi. Bu hava, tam o havaydı. Elindeki dürümü kenara bırakıp curasını aldı. Dinleyelim ne söyleyecek:
“Sabahın köründe düştük yollara,
Sırtımız da sırtımıza yapıştı.
Burda kuşlar tünemiyor dallara,
Tavlamızda atlarımız tepişti.
Bunsung Tigin bunadın mı neyledin,
Bizi eşten dostan uzak eyledin,
Bilmem essah bilmem yalan söyledin,
Yontar Ağa’m niye böyle apıştı.”
der demez, Yontar ok gibi yerinden fılayarak:
-“Kes ulen canımın sıkıntısı bana yeter! Alırım ayağımın altına, bütün eyalarını hurda haş ederim.” deyince Yontar curayı bırakıp tekrar dürümü eline aldı ama bir türlü ağzına götürecek cesareti bulamadı. Bir müddet bir dürüme, bir Yontar’a baktıktan sonra:
-“Ya Yontar Ağa’m Bunsung Tigin’in seniynen bir alıp veremediği mi var? Nece tarkanlar, noyanlar varken seni Bizans’a niye gönderiyor düşündün mü?” dedi. Yontar’ın canının sıkkınlığı geçmiş olacak ki:
-“Ulan hırpo, geçen sene obalar arası aba güreşi turnuvasında başta birinci olan, bir önceki senenin başpehlivanına çayır yolduran, sonracığıma bir dikişte soluklanmadan bir tuluk kımızı içen, gökyüzüne bir ok atıp yere düşene kadar koca bir devekuşunu yakalayıp, kesip, tüylerini yolup, çevirip, pişirip mideye indiren kimdi?”
-“Elbette sendin ağam.”
-“Benim o saydığın adamlardan eksiğim yok fazlam var.”
-“Bütün bunları biliyom tabi Yontar Ağa’m. Senin o adamlardan daha da fazlan var ama aba güreşinde alta düştüğünde parmağını Devobası pehlivanının gözüne sokmuştun. Otacıbaşı Ozaman Durkuş, pehlivanı muayene edip “Göz tamamen dışına pürtlememiştir, zaten bizim de Bizans ve Çinli kanına ihtiyacımız yoktur.” demeseydi diskalifiye oluyordun. Sonracığıma final güreşinde rakip pehlivanı tekten
kaparak protokol tirübününün üstüne sürmüştün de tirübün göçüp Bunsug Tigin de altında kalmıştı. Aha ben bunları da biliyom. Bu sebeptendir ki Bunsug Tigin bizden gurtulmak için bu tırışkadan görevi
icat etti diyom.”
-“Yavrucuğum, kafamı attırma, koskoca Bunsung Tiğin Bey bizi soylu bir hizmet için görevlendirmiş, sen hâlâ bu işin altında gominist parmağı arar gibi konuşuyon. Hem o olaydan sonra ben Bunsug Tigin’den özür dilemiştim, o da kabul etmişti. Hatta başpehlivanlık ödülü olan kırmızı gagalı devekuşunu da kendi elleriyle vermişti. Bir daha böyle düşüncelere aklında sergi açmaya çalışırsan böğrüne depiği gondurdum mu gendini bir çamın çingilinde bulursun!”
-“Ağama bak be! Sen izin vermeden ben nasıl düşünürüm? Yani ağam ben şunu demek istemiştim:
Azimle çöğdüren taşı deler, amma velakin Tengri dağları da geçilebilmez. Bu güne kadar Köstü’den başka kim görebildi öbür tarafı? Bu işin içinde bir güve yeniği var gibi gibime geliyor. Sana canım feda senin kararlarını sorgulayacak değilim, seninle dünyanın öbür ucu neredeyse oraya bile giderim ama yine bu iş hayra alemet değil gibimi geliyor.” -“Gibi gibisini öperim açık gonuş yani ne yani? Zamçakçayı tersinden, düzünden, dikine aşağı ve yukarı okumasını bilmiyorsak da imza atacak kadar biz de az çok kayaları çiziktirdiğimiz vardır.”
Bu arada yola koyulduklarını da söylemiş olalım. Üzerlerine birden bire karabulutlar indi başka bulutlarlardan şimşekler çakmaya başladı. Boydak kendini haşlandırmayacak kelimelerden cümleler kurmamak için adeta gönlüne damlayacak ilhamcıl sözcükler seçip bir kenara koyduktan sonra:
-“Ağzını yediğim Yontar Ağa’m, tamam sen haklısın. Eyi gözel de gonuşuyon lakin hava bozmaya başladı. Simon’un iti gibi tir tir titriyom. Dişlerim kös çalmaya başladı. Bir dulda yer bulsak da soluklansak dedi.”
Yontar aldırış etmeden yola devam ediyordu. Bu arada ayağı toprak bir dağa takıldı. Güm! Yeri öptü Boydak. Ayağa kalktığında sağı solu bir ışıldak gibi tarayan gözleri, Köstü’yü farketti. Köstü, iki parmağının arasına üçüncü parmağını sıkıştırarak kendilerinden sonra gelecek kamyon şoförlerinin kullanacağı “Hoop hemşerim, çift tekerleğe taş sıkışmış!” işareti yapıyordu. Boydak:
-“Bu işarette neyin nesi lan nursuz Köstü? Manukyanın evladı!” deyip koca bir taşı fırlatmasıyla Köstü’nün “Ök anam belim” diyerek bir deliğe tıkılması bir oldu. Köstü’nün kaybolmasıyla birlikte hızını alamayan Boydak, Köstü’nün girdiği deliğe eliyle birlikte kafasını da soktu.
Durumu çaktırmadan seyreden Yontar:
-“Ulan dümbelek ne istiyon mübarek Köstü’den deyip depiği Boydak’ın makadına indirmesiyle birlikte Boydak yarı beline kadar deliğe girdi.” Köstü, yine bahse konu hareketi yaptı ve Boydak’ın burnuna Viktory işareti “V”ni kaligrafi etti. Can havliyle toprağı da yararak ayağa kalktı Boydak. Burnundaki “V” işareti gominist Çin bayrağı gibi parıldıyordu. Boydak’ın burnundaki işareti gören Yontar, kızarak:
-“Kim yaptı lan bunu?” diye bağırdı hiddetle. Goministleri hatırlatan her şey çileden çıkmasına yeterdi.
Boydak acıyan burnunu oğuşturarak:
-“Köstü yaptı agam.” dedi. Yontar:
-“Vay gominist Köstü! Ben de o nursuzu mübarek birşey bellediydim, meğersem goministmiş. Çabuk şurdan çalı çırpı topla, deliğin ağzında bir ateş yakalım da dumanaltı edelim gavat oğlu gavatı da anasından emdiği süt burnundan gelsin”. dedi.
Çalı çırpı, odun ne buldularsa toplayıp Köstü’ün deliğine yığdılar. Bastılar ateşi. Birden beklenmedik bir durum hâsıl oldu. Köstü’nün deliği içeriye doğru göçerek genişlemeye başladı. Yontar hayretler içerisinde:
-“N’oluyo lan Boydak, ne iş?” dedi. Boydak:
-“Elleham dağ deliniyo ağam. Bu kadar kolay eridiğine göre dağın içi tas tamam galay madeniyle dolu olsa gerek. Eğer düşündüğüm doğruysa Tengri dağlarını aşmamız an meselesi.” dedi.
Zaman ilerledikçe ateş büyüdü büyüdü büyüdü. Ta Daryerekondan görülür oldu. Tengri dağlarındaki yangını gören Bunsuk Tigin:
-“Tamam, bu sakarlar koca bir yangın çıkarıp Tengri dağlarıyla birlikte yanıp kül oldular. Ha donmuşlar ha yanmışlar. Her iki durumda da Yontar’dan ve sümsüğünden sonsuza kadar kurtulduk.” dedi.
Köstü’nün deliği mağara gibi açıldı. Dağ kızıl bir çay olup akmaya başladı Bizans topraklarına doğru. Dağ eridi onlar baktı, dağ eridi onlar baktı derken, kocaman bir geçit çıktı ortaya. (Bu arada Boydak azık çıkınındaki bakır kımız çamçağını erimiş kalaya düşürdü. Ve işte kapların kalaylanması böylece bulunmuş oldu.) Sabaha kadar dağın altında akan kalay çayına baktılar. Sabah gökyüzünün karnını gerdiği vakit geldiğinde ise önlerinde Ovit Tüneli gibi bir tünel açıldı. Boydak ve Yontar’ın elinde iki meşale yürü babam yürü, yürü babam yürü, aha bitti aha bitecek bir heyecanla nihayet tünelin sonunu görebildiler.
Her ikisi de tünelden çıktıklarında birbirlerini tanıyamadılar. Sanki ikisi de Afrika çöllerinde doğmuş iki zenci gibiydiler. Tengri dağının öbür yakasına çıkıp uçsuz bucaksız Bizans topraklarını gören Yontar gök gürültüsünü andıran bir sesle haykırdı:
-“Savunun bire kancık Bizanslılar, gominist Çinliler ve hatta Amerika Bushtluk Devletleri!”
Bizans İmparatoru Düştünyen’in kuş tüyü yorganı batmaya başladı, döşeği sert bir kaya gibi oldu sanki. Sol kolu uyuşmak üzereyken sağına döndü. İmparatoriçe Avadoksiya’nın göbeğine yakın yerdeki bende şiddetli bir kaşıntı meydana geldi. Boydak ve Yontar’ın seferi Bizans sarayında çok şeylerin değişeceğinin şimdiden habercisiydi sanki.