VUKUATLI ARILAR

Bizim köyde erkeklerin en çok anlattığı iki hatırası vardır. Birisi askerlik, ikincisi de amelelik için gittikleri Ankara’dan gurbet hatıraları… O gün bizim evde herkes “Ben askerdeyken…” diye başlayan cümleler kurarak sırayla askerlik hatıralarını anlatmaya başladı.
Culuk’un Hamdi bölük komutanından yediği dayağı ballandıra ballandıra öyle bir anlattı ki bizim bile canımız çekti “Böyle bir dayak da keşke biz yeseydik.” diyecek olduk. Tevekkeli dememişler dayak bile nasibinen diye. Kel Savaş da gece kışladan kaçıp sinemaya gittiğini anlattı. Sinema dönüşü tel örgülerden geçerken dikenli tellere takıldığını, kurtulmak için uğraşırken taburdaki köpeklerin ona saldırdığını, devriye gezen nöbetçi astsubay az daha geç kalsa köpeklerin kendisini parçalayacağını öyle bir anlattı ki gülmekten yarılacaktık. Hele “Valla komutanın dayağı bizim köpeklerin dişleri yanında okşama gibi geldi.” deyince zaten bizde kayış kopmuştu. Abdulla’nın Ömer de eşkıyaları nasıl enselediklerini anlattı. Onun hikâyesi de ayrı bir garabet işi. Onlar da gece dağda pusu atıp aranan üç eşkıyayı kıskıvrak yakalamışlar. Lakin dağdan inip karakola varmadan diğer eşkıyalar bunları pusuya düşürmüşler ve arkadaşlarını kurtarmışlar. Bunların da elinden tüfeklerini alıp kaçmışlar. Allah’tan insaflıymışlar da tüfekleri yol üstünde bir çeşmenin yanındaki ağaca takıp gitmişler. Askerler ceza alırız diye bu işi üstlerine söylememişler. Bizim İt Yaşar’ın da üzerine zimmetli Reo çalışmamış. Bölük komutanı “Yarın sabah bu araç çalışmazsa şart olsun seni bu arabaya at diye koşarım.” diye tehdit edince o da kademedeki bir arkadaşıyla diğer bölükteki başka bir Reo’nun motorunu söküp değiştirdiklerini anlattı. Bu iki uyanık her iki kamyonun motorunu sabaha kadar monte etmişler ve kendilerinden emin bir şekilde aracın içinde uykuya dalmışlar. Ertesi günü sabah içtimasında marşa basmışlar ki tık yok. Onların değiştirdiği Reo ise gümbür gümbür çalışıyormuş. Bölük komutanları bu ikisini de bir güzel pataklamış. Bunlar ava giderken avlandık mı diye gidip öbür bölüğün kamyonun şoförüne “Bu araç nasıl çalıştı?” diye sormuşlar. O da “Valla benim Reo’nun aküsü bitikti. Her sabah takviye ile çalıştırıyordum. Bu sabah takviye yapmak için kaputu açıp baktım ki benim aküyü birisi değiştirmiş. Lakin kutup başını gevşek bırakmış. Kutup başını sıkıştırıp marşa basmamla Reo çalışıverdi. Bizim kademeci değiştirdi herhalde diye ona sordum. Yemin şart etti ben elimi sürmedim diye. Ne oldu ben de anlamadı.” demiş. Meğer bizim yavruların aracı, akü kutup başı gevşek olduğu için çalışmıyormuş. Aküyü kontrol etmek akıllarına gelmediği için o gece motoru akülerle birlikte değiştirmişler. Buna da epey güldük.
Herkes bir tur askerlik hatırasını anlatınca sıra bana gelmişti. Benim de aklıma şu hatıram geldi başladım anlatmaya.
“Efendim, İstanbul’daki acemi birliğinden Hasankale’ye usta birliğine dağıtım olmuştum. Birliğe teslim olur olmaz nöbetler de başlamıştı. O gün öğle vakti kışlanın doğu tarafındaki demir kulelerde nöbet tutacaktım. Başımızda aksi bir nöbetçi onbaşı vardı. Nöbet mahalline vardığımızda nöbeti değiştirdiğim üst devre bizi kulübenin merdivenlerinde karşıladı. Ben nöbeti devralınca onbaşı:
‘İrfani nöbeti yukarıya çıkıp nöbet kulübesinde tutacaksın. Bölük komutanı seni kulübe dışında görürse dayağı yersin.’ diye tembih etti.
Ben de ‘Tamam’ deyip demir basamakları tırmanarak kulübenin içine girdim. Girdim girmesine emme ben içeri girer girmez etrafımı eşşek arıları sarmasın mı? Panikleyip ellerimi sallayınca arılar daha da bir kızdı. Elimi, yüzümü sokmaya başladı. Ben can havliyle kendimi dışarı attım emme kafam gözüm davul gibi şişti. Bir de baktım bizim nöbetçi onbaşı ve nöbet devriyesi hakır hakır gülüyorlar.
Ben fenalaşıp yere yığılınca hemen bana doğru koştular. Gerisini hatırlamıyom. Gözümü açtığımda revirdeydim. Kolumda serum takılı, başımda da Tabip Üsteğmen ve sıhhiyeler bekliyor. Ben kendime gelince Üsteğmen:
‘Haydi gözün aydın, kefeni yırttın İrfani.’ demez mi?
Meğer benim arı sokmasına alerjim varmış. Neredeyse ölecekmişim. O kulübeyi eşek arıları istila ettiği için nöbet dışarıda tutuluyormuş. Kulübeye girmek de yasakmış. Nöbetçi onbaşı ve benim nöbeti devraldığım İzmirli Suat güya bana şaka yapmışlar.
Bundan sonrası da ayrı bir filim… Bizim olay ta tabur komutanına kadar varmış. Tabur komutanı:
‘Arı sokan eri bir ay hava değişimine yollayın. O hayvanları da ifadesini alıp buraya getirin.’ demiş.
Bölük komutanı da postasını ve yazıcıyı çağırıp tabur komutanının emrini virgülüne dokunmadan aktarmış:
‘Arı sokan eri bir ay hava değişimine yollayın. O hayvanların da ifadesini alıp bana getirin.’
Komutanın postası sivri zekâlı Urlalı Ramazan ve bölük yazıcısı Şopar Ayhan, ‘Emredersiniz Komutan’ım!’ diye birer topuk selamı çaktıkları gibi dışarı fırlamışlar. Fırlamışlar ama almış bunları bir düşünce.
Şopar Ayhan:
‘Ayvancağızların ifadesi nasıl alınacak be ya?’ deyince Urlalı Ramazan,
‘Tertip emir demiri kesipduru. Nöbet kulübesine daktiloyla getcez, ben soruları sorcen sen de ne duyarsan onu yazıvecen. Gerisi komutanın bilceği iş gari.’ demiş.
Şopar Ayhan kafasını kaşımış:
‘Bre susak sen delirdin mi be ya? İrfani’yi angi arının soktuğunu ne bileceğiz? İçerisi arı kaynıyordur.’ deyince Ramazan dâhiyane bir fikir atmış ortaya.
‘O zaman bir yerden iki arı bulup kendimizi sokturmadan yakalayıp bir kibrit kutusuna atalım. Kutunun ağzını yapıştıralım. Sonra da dümenden bir ifade tutanağı düzenleyelim.’ demiş.
Şopar Ayhan bu işten bir şey anlamamış olacak ki yine sormuş:
‘Bre susak! Arıların dilini mi biliyoruz ki onların ifadesini alacağız?’
Ramazan bu, şeytana pabucunu ters giydirir:
‘Sen bu işi bene bırak bizim oğlan seyredip dur! Bugün öğle yemeğinde üzüm olacaktı. Yemekhaneye üzümler sabah teslim edilmiştir. Nasıl olsa üzümlere arılar gelmiştir. Ben şimdi iki tene yakalar gelirim.’ demiş ve koşmuş yemekhaneye.
Gerçekten de o gün öğle yemeğinde üzüm çıkacağı için yemekhanede kasalarla üzüm ve üzerinde bir dünya eşek arısı varmış. Hemen eline bir el bezi bir de bardak alıp birkaç arıyı bardağın içine atmış. Sonra da büyük bir maharetle bunları kibrit kutusuna sokmayı başarmış. Tekrar koşup bölük yazıhanesine dönmüş. Elindeki kibrit kutunun üzerine de “VUKUATLI ARILAR” yazmış. Sonra yazıcı Şopar’a dönmüş.
‘Bizim oğlan takıve baken daktiloya bir kâğıt sonra yazıve dediklerimi: TUTANAKTIR!’
Şopar Ayhan daktiloya üç nüsha ve aralarına iki karbon kâğıdı yerleştirerek kâğıda TUTANAKTIR yazıp Ramazan’a dönmüş. Ramazan başlamış ifade tutanağı metnini söylemeye.
‘11 Ekim 958 günü saat 14:30 sularında Hasankale Doğukışla Taburu’nun kuzeydoğu cihetinde bulunan 5 numaralı nöbet kulübesinde Er İrfani Yılmaz’ı sokarak hastanelik eden arılardan iki tanesi tarafımızca tevkif edilerek zanlıların ifadesine başvurulmuştur.’
Ramazan kibrit kutusunu eline alıp arılara:
‘Adınız, soyadınız?’ diye sormuş. Sonra kutuyu kulağına yaklaştırmış, tek duyduğu ‘Vız vız.’ Sonra da Ayhan’ın kulağına yaklaştırmış kutuyu.
‘Ne duydun?’
Şopar Ayhan saf saf:
‘Valla tertip bunlar vız vızdan başka bir şey demiyo be ya!’ deyince Ramazan,
‘Yaz’ demiş, ‘Zanlılara soruldu. Adınız, soyadınız? Zanlılar ağız birliği ederek ‘Vız vız!’ dediler. Sonra kendilerine: ‘Kamuya ait bir mekânı istila ettiğiniz ve kamuya ait bir eri sokmak suretiyle iş yapamaz hâle getirildiğiniz için tevkif edildiniz. Olay günü neredeydiniz?’, ‘Er İrfani Yılmaz’ı neden soktunuz?’, ‘Devlete ait bir nöbet kulübesini izinsiz olarak neden istila ettiniz?’, Suçunuzu kabul ediyor musunuz?’ Sorularımıza cevap vermeyerek ve ağız birliği ederek sadece ‘vız vız’ dedikleri, tahkikatı sabote ettikleri ve kendilerine tevcih edilen suçlamalara karşı savunma yapmaktan imtina ettiklerinden ‘devlet malına zarar vermek’ suçundan tutuklanmak üzere askeri mahkemeye sevklerinin uygun olduğu kanaatine varılmıştır. İşbu tutanak tarafımızdan üç nüsha tanzim ve imza edilmiştir. Tevkif edilen zanlı arılar ilişikteki kibrit kutusundadır.”
Şopar Ayhan on parmak daktilo yazdığı için Ramazan’ın ağzından çıkanları anında şak şak kâğıda döktürmeye başlamış. Kibrit kutusundaki arılarla birlikte ifade tutanağını da alıp komutanın odasına varmışlar. Bakmışlar komutan yok. Masanın üzerine tutanağı ve kibrit kutusunu bırakıp çıkmışlar.
Bir müddet sonra odasına dönen komutan masasındaki kibrit kutusu ve tutanağı görmüş. Tutanağı okuyunca ‘Bu bir şaka olmalı.’ deyip kibrit kutusunu açınca bir saattir kutuda bekleyen ve iyice kızışan arılar komutanın elini yüzünü birkaç yerden soktuktan sonra pencereden uçup gitmiş. Komutan can havliyle kükremiş:
“Postaaaa, yazıcıııııı! Allah’ın belaları nerdesiniz ulan?”
Ayhan ve Ramazan’ın odaya girmeleri ile komutanın şamarı suratlarında patlaması bir olmuş. Biri sağa diğeri sola fırlayıp yere kapaklanmışlar. Komutan bir gözü şiş, suratı davula dönmüş hâlde elindeki tutanağı sallayarak:
“Bu nedir lan! Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?” diye bağırınca bölük yazıcısı Şopar Ayhan:
“Komutan’ım biz ne yaptık ki? Sizin emrettiğiniz gibi İrfani’yi sokan ayvancağazların ifadesini aldık onu da tutanağa bağladık.” demiş.
Komutan, gülse mi ağlasa mı bilememiş:
“Ulan ben hayvanların ifadesini alın derken arıları değil İrfani’yi kulübeye diken onbaşıyla diğer askeri kastettim. Elimden bir kaza çıkmadan yıkılın karşımdan! Bana çabuk Tabip Üsteğmen’i çağırın.” demiş. Neyse uzatmayalım nihayetinde Şopar Ayhan, Urlalı Ramazan, nöbetçi onbaşı İzmirli Suat hepsi birlikte iki haftalığına diskoyu boylamış.
Bir ay sonra memleketten dönünce Şopar Ayhan ile Urlalı Ramazan’dan öğrendiğime göre bizim Haydar Onbaşı ile İzmirli Suat teskere alıp gitmişler. O gün öğle içtimasında tabura yeni bir asteğmen katıldı. Tabur komutanımız içtimada asteğmene hangi üniversite mezunu olduğunu sordu. Bizimki “Ziraat Fakültesi mezunuyum.” cevabını alınca Asteğmen’e:
“O zaman sana ilk görev… Burada bir nöbet kulübesi var. Eşek arıları buraya yuva yapmış. Kulübedeki arılar askerleri sokuyor. Geçen ay bir asker neredeyse ölecekti. Sen bu arıları ne yapıp edip kulübeden atacaksın.” diye emretti. Sonra bizim bölük komutanına döndü:
“Sizin hava değişimine gönderdiğimiz asker döndü mü Süleyman Teğmen?”
Bölük komutanı,
“Doğrudur Komutan’ım. Döndü, şimdi içtimadadır.” deyince tabur komutanı,
“Onu buraya gönder, Asteğmen’e refakat etsin.” dedi. Ben hemen sıradan fırlayıp kısa künye okuyarak bir selam çaktım.
“Asteğmen ile gidin ve o arıları oradan söküp atın.” diye emretti komutan.
“Emredersin Komutan’ım!” deyip yola koyulduk.
Asteğmen ile taburun doğu tarafındaki nöbet kulübesine varınca bizi mıntıka nöbetçisi olan devrem Oflu Cemal karşıladı. Cemal benim yanımdaki Asteğmen’i görünce hemen esas duruşa geçerek kısa künye okudu.
Asteğmen bana:
“Sen burada kal, yine seni sokmasınlar. Ben bir bakayım şunlara.” dedi.
Asteğmen ve bizim devre, demir basamaklardan nöbetçi platformuna çıktılar. Asteğmen kulübenin camından içeriyi gözetledi.
“Gerçekten de eşek arıları küçük bir cam kırıklığından içeri girmişler ve camların bazı köşelerine petek örmüşler.” diye söylendi. Cemal’e “Burası ne zamandan beri böyle?” diye sordu.
“Ha burasi iki aydır böyle Komutan’im. Biz de nöbetleri aşağıda tutayruk.” dedi Oflu Cemal.
Asteğmen, Cemal’e:
“Sigaran var mı?” diye sordu.
Cemal cevap vermeyince Asteğmen sert bir şekilde tekrar sordu.
“Asker sigaran var mı, dedim. Sigaran varsa çıkar ver. Bir şey yapmayacağım.” deyince Cemal cebindeki paketi Asteğmen’e uzattı. Asteğmen paketi elinin tersiyle ona doğru itti.
“Asker üç sigarayı yak ve bana ver.” dedi.
Cemal üç sigarayı birden yakıp komutana uzattı. Asteğmen sigaraları alırken bu defa:
“Bana kepini de ver bakalım.” dedi. Kepi alınca “Sen de aşağıya in.” dedi ve ağzında üç sigara elinde kep ile kulübeye girdi. Cemal merdivenlerde durup komutana bakıyordu. Merakla aşağıdan seslendim:
“Cemal, Komutan nörüyo görüyon mu?”
“Valla tertip adam ağzına cigara dumanını körük gibi doldurdi. Arılar cani derdine düşti da!” dedi. O esnada kulübenin kapısı açılınca arılar bir anda dışarı uçuşmaya başladı.
“İrfani kaç, arılar dışarı çıkayi.” dedi Cemal. Kendisini merdivenlerden aşağıya bıraktı ve koşmaya başladı.
Kulübeden uzaklaşmıştık ama aklımız komutandaydı. Adamı arılar sokar da benim gibi olur korkusuyla hemen geri döndüm ve koşarak merdivenlere davrandım. Cemal de peşimden kulübeye doğru koştu. Bu sırada komutan elinde Cemal’in kepini sallayarak dışarı çıktı.
Cemal’e:
“Gir içeri kasatura ile camlardaki petekleri söküp at dışarı. Korkma içeride arı kalmadı.” dedi.
Arıların içeriden çıktığını duyunca ben de Cemal ile kulübeye girdim. Gerçekten de arılar köşelere küçük küçük petekler örmüştü. Cemal kasaturasıyla petekleri camlardan kazıyıp dışarı attı.
Asteğmen, Cemal’e kepini verirken,
“Bana bak asker, nöbeti içeride tut ve her on beş dakikada bir sigara iç. Senden sonraki asker de aynı şekilde kapıyı açmadan bu şekilde nöbet tutsun. Bir daha arılar gelmez buraya.” dedi.
Sonra Asteğmen ile birlikte içtima alanına döndük. İçtima tam bitmiş tabur komutanı tekmili almış alanı terk ediyordu ki bizi gördü ve geri döndü.
“Ne yaptın Asteğmen’im vazife yerine getirildi mi?” diye sordu.
“Emrettiğiniz gibi vazife ifa edilmiştir Komutan’ım!” diye tekmil verdi Asteğmen.
Tabur komutanı şaşkın şaşkın sordu:
“Biz hayvanlar ölmesinler diye ilaç bile yaptırmadık. Sen nasıl hallettin? Hayvanları öldürmedin değil mi?”
Asteğmen:
“Komutan’ım gerçekten de eşek arıları nöbet kulübesini istila etmiş ve içeriye petek örmüş. Durumu kulübenin camından müşahede edince nöbetçi askere üç tane sigara yaktırdım ve sigaraları alarak kulübeye girdim. Bir anda etrafımı arılar çevirdi. Hemen kapıyı örtüp sigaraları mütemadiyen çekip dumanını körük gibi kulübenin içine üfledim. Arılar dumandan rahatsız olur. Arıcılar da arıları kovandan uzaklaştırmak için körük kullanır. Öyle ki duman kulübeyi doldurdu ve arılar can derdine düştü. Kapıyı açınca hepsi dışarıya zorlattı. Kulübe arılardan temizlenmişti. İçerideki petekleri de nöbetçi asker kasaturası ile temizleyip dışarı atınca kulübe tamamen güvenli hâle geldi. Nöbetçi askere artık içeri girebileceğini söyleyip tekrar eğitim alanına döndük. Arıları öldürmeden bu işi hallettik.”
Asteğmen’in anlattıkları tabur komutanın hoşuna gitmiş olacak ki katılarak gülmeye başladı:
“Demek sigara ile hallettin ha! Bunların hiç birisinin aklına gelmemiş mi içeride sigara yakmak. Hâlbuki nöbet yerinde sigara içmeyeceksiniz diye elli kere emir versek de bizim askerler sigarasız sabah edemez. Neyse Allah’tan bu sorun da halledildi. En azından yok yere arıları öldürüp de günahına girmedik. Lakin şu askerin başına gelenler gözümü korkutmadı değil hani. Ona bir şey olsa başımız yanardı. Çok teşekkür ederim Asteğmen’im, birliğine hoş geldin. Bu başarılı vazifen nedeniyle sana mükâfat olarak bir hafta izin veriyorum.” dedi ve Asteğmen’in “Sağ ol komutanım!” diye bağırmasına hiç aldırış etmeden sırtını dönüp tabur komutanlığı binasına doğru çekip gitti.”
Benim hikâye bitince İt Yaşar:
“Vay be! İrfani Ağa adam akıllı adammıs. Eh ne de olsa okumus bir kere.” deyince deminden beri soluk almadan beni dinleyen hazırun kahkahalarla gülmeye başladı. İt Yaşar birden kalkıp pencereye davrandı.
“İçerisi azıcık hava alsın. Su pencereyi bir açalım.”
“Dur!” demeye kalmadı, hartadak pencereyi açtığı gibi içeriye eşek arıları doldu. Pencerenin dışına arıların yuva yaptığını görmüştüm. Alerjim olduğundan yanaşamadım. Arıların içeri doluşmasıyla topuğu yağlayan kaçtı. Sadece Yaşar kaçamadı, meğer onun da alerjisi varmış. İtfaiye, jandarma, ambulans Yaşar’ı zor kurtardık.
Eee biz de yalan da olmaz hilaf da. Siz sordunuz ben de anlattım. Hem de çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz dedikleri gibi kısa ve öz olarak… Biz de böyle bir askerlik ettik işte. Komutanlarımdan ve tertiplerimden ölenlere rahmet kalanlara sağlık sıhhat afiyet dilerim.”


Yorumlar - Yorum Yaz