De Gaulle Havalimanı’na bir güneş doğdu bugün. Bakanlar bir daha baktılar; başbakanlar iki daha. Gözleri kamaştığı için güneş gözlüklerini takanlar oldu.
Paris valisi Paul Grand, makam aracını göndermişti havalimanına. Nigâr Hanım’ı alıp doğruca valilik binasına götürdüler. Kendisine şehrin altın anahtarını ve hemşehrilik beratını takdim ettiler. Cumhurbaşkanı Émile Loubet, törene kutlama telgrafı gönderdi.
Modanın şehrine bir moda ikonu düşmüştü. Nigâr Hanım, Paris’te Coco Chanel ve Nina Ricci gibi moda tasarımcılarıyla tanıştı. Onların kreasyonlarına ilham verdi.
Paris ona bayıldı ama o nedense Paris’i sevemedi. Türkiye’ye dönüşte gezi notlarını kaleme alırken herkesin gözünü ve gönlünü kamaştıran, Yahya Kemal biraderinin “his ve haz yüklü kâinat” diye tanımladığı Paris’le ilgili olarak Nigâr Hanım, “Aşağı tabaka halkının kabalığı, sokakların da kirliliği yüzünden bu şehri sevemedim.” diye yazacaktı.
Ertesi gün ressamlar sokağına uğradı Nigâr Hanım.
Paris’in ünlü ressamlarıyla tanıştı. Cézanne, Pissarro, Matisse, Monet, Renoir, Deyrolle, Gilbert sokak boyunca oturmuş, önlerindeki tuvallere rengârenk resimler çizmekteydiler. O gün Nigâr Hanım, bu yedi ressama yedi farklı portresini çizdirdi. Hepsini sosyal medyada paylaştı. Moda deyimiyle sosyal medya yıkıldı.
Kartpostallar iliştirdi genel ağ sayfasına.
Kendi resimlerinin bulunduğu kareler beğeni yağmuruna tutulur; mavi boncuklarla, maşallahlarla süslenirken yağlı boya Eyfel Kulesi, Notre Dame Katedrali, Louvre Müzesi, Lüksemburg Sarayı, Opera Garnier, Zafer Takı, Panteon Anıtı, Büyük Saray resimleri umulan ilgiyi görmedi.
Öyle ya, Nigâr Hanım’ın portresi dururken kim bakardı diğer resimlere? Tarihmiş, doğal güzellikmiş, müzeymiş, saraymış, bahçeymiş... Bunların hepsi hikâyeydi. Okur şiir arıyordu, şiir. Şiirse Nigâr Hanım’ın suretiydi.
Şanzelize, tepeden tırnağa kafe demekti. Kafe de doğaldır ki kahve demekti. Nigâr Hanım kahvesiz yaşayamazdı. Öyleyse ver elini Şanzelize!
Akşamüstüydü. Şuna mı girsem buna mı girsem derken ilk kafeye yöneldi.
Üç garson koşup geldi.
“Biyen vönü madam, pardon, matmazel!” dediler.
Nigâr Hanım, gülümsedi.
“Mersi!” dedi bütün garsonlara.
Closerie des Lilas’ydı. Leylak bahçesiydi. Yalnız Sartre’ın, Troçki’nin, Lenin’in, Moreas’nın, Hamingway’in değil Yahya Kemal’in de kafesiydi. Özel masası vardı orada.
Yahya Kemal’le karşılaştı. Şairin yirminci yaş günü kutlama törenine katıldı. Genç şair “abla” diye hitap ediyordu Nigâr Hanım’a. Doğrusu Nigâr Hanım da onu kardeşi gibi seviyordu. Bu Üsküplü çocuk, Paris’te Sciences Politique okuyordu. İstanbul’un dağdağasından kaçıp Paris’e gelmişti. İyi şairdi. Türk şiirine yeni bir soluk getirebilir, neoklasik bir üslup geliştirebilirdi.
Heyecanlıydı. Üniversite ortamında öğrendiklerini Nigâr Hanım’a aktardı.
Fransa’nın en büyük tarihçisi Albert Sorel’den ders alıyordu. Sorel’in en yetenekli öğrencisi Camille Jullien, Yahya Kemal’in yakın dostuydu. Tarihin dehlizlerinde Fransız milletini bulmaya çalışıyordu. Nihayet bir sonuca ulaşmıştı: “Fransa toprağı bin yılda Fransız milletini yarattı.”
“Bin yıl mı?” diye sormuştu Nigâr Hanım. “Ne kadar az! Bizim sadece Anadolu’daki tarihimiz bin yıl. Öncesine gidersek kim bilir, kaç bin yıl? Bunu memlekete dönünce tarihçilerimize soralım. Bizde de eminim Albert Sorel gibi tarihçiler vardır. Ahmet Cevdet Paşamız öldü ama Tarih-i Cevdet’i, Kısas-ı Enbiya’sı var. Fuad Köprülü, Reşat Ekrem Koçu, Enver Behnan Şapolyo daha çocuk; Halil İnalcık daha doğmadı ama eli kulağında. Cemal Kutay yolda.”
“Ohoo,” demişti Yahya Kemal, “onlar doğacak da, büyüyecek de, tarihimizi araştırıp bilgi sahibi olacak da, beni bilgilendirecek de… İlber Ortaylı’nın doğmasına daha kırk yıl var. O zamana belki de ölürüm ben. ”
“Yok yok, sevgili biraderim,” diye karşılık vermişti Nigâr Hanım, “ümitsiz olma. İlber 1947’de doğar, sen de Allahualem 1958’de ölürsün.”
“Tamam da Nigâr ablacığım,” diye sızlanmıştı Yahya Kemal. “Öyle olsa bile ben öldüğümde İlber Hoca on bir yaşında bir çocuk olacak. Ondan ne öğreneceğim ben?”
Nigâr Hanım şöyle bağlamıştı sözlerini:
“Ümitvar ol, kardeşim. Sen ona yetişemezsen İsmail Hami Danişmend, İsmail Hakkı Uzunçarşılı yetişir sana. O da olmadı Abdullah Ziya Kozanoğlu’ndan öğrenirsin tarihi. Ne var ki? Önsezilerim bana, milletimizin, tarihi ileride televizyon dizilerinden öğreneceğini söylüyor.”
Yahya Kemal’in yakın dostları arasında Jean Moréas vardı. Gerçek adıyla Ioannis A. Papadiamantopoulos. Yunan şair, eleştirmen ve deneme yazarı. (İlm-i nücuma göre ileride bir şair başbakan gelecek ve “Sıla derdine düşünce anlarsın / Yunanlıyla kardeş olduğunu” diye başlayan bir şiir yazacak.)
Jullien’in sözü Yahya Kemal için bir tür aydınlanmaydı. Bin yılda Anadolu toprağı da Türk milletini var etmiş olabilir miydi? Gerçi bir kaynak sorunu vardı ama… Yani Akdeniz havzasında Yunanlılarla ortak bir geçmişe sahiptik. Antik Yunan edebiyatıyla, felsefesiyle, tiyatrosuyla, mitolojisiyle muazzam bir kaynaktı dünya için. Bizim için de öyle olabilir miydi? Nev-Yunanîlik diye bir düşünce geliştirilebilir miydi? Pekâlâ olabilirdi bu. Nitekim oldu da. Aydın çevrelerde coşkuyla karşılandı.
Edebiyat dünyası bir süre Yahya Kemal’in “Biz medenîler, Akdeniz etrafında bir havuzun kenarlarındaki kurbağalar gibiyiz.” cümlesiyle çal çal çalkalandı.
Yakup Kadri yürüdü peşinden. Yahya Kemal “Sicilya Kızları” ve “Biblos Kadınları” adlı şiirleri yazarken Yakup Kadri “Siyah Saçlı Yabancı ile Berrak Gözlü Genç Kızın Sözleri” başlıklı yazıyı kaleme aldı.
Derken efendim, Nev-Yunanîlik, mirasını bütünüyle Salih Zeki’ye biraz da Mustafa Seyit Sutüven’e devredip tarih sahnesinden çekildi.
Konağındaki bir salı toplantısında Yahya Kemal’e abla nasihatinde bulunmuştu Nigâr Hanım:
“Sevgili biraderim. Bırak bu Akdeniz havzası efsanelerini. Özüne dön! Anadolu’dan çok önce Çuçu, Aprınçur Tigin, Asıg Tutung, Pratyaya Şiri, Kül Tarkan gibi şairlerimiz var bizim de. Onları araştır!”
İster öyle oldu ister böyle oldu deyin. Yahya Kemal’in Nev-Yunanîlik fikrinden caymasında, Yakup Kadri’ye “Yav kanka. Bu yul yul değildir be! Nigâr Anım ablam duğru süyler. Yul yakınken dünelim be yav, akikati bulalım.” demesinde Nigâr Hanım’ın rolü var. Ben bunu bilir, bunu söylerim.
Ya işte böyle. Nigâr Hanım’ın Yahya Kemal’i doğru yola ilettiğini öğrendiniz mi şimdi?
Aksini ispat edecekler buyursun.
Hodri meydan!