SAHİBİNDEN KOMİK (Bir Emlakçı Romanı)/on iki-Sazan Avı

Mert, pantolonunu sıyırmış, köpeğin ısırdığı yere kolonya ile pansuman yapıyordu. Kolonyalı pamuk baldırındaki yaraya değdikçe canı yandığından gayriihtiyari üfleyip duruyordu.
“N’aber Mert!” diyen patronunun sesiyle irkildi.
Pantolonunu toparlarken,
“Abi, valla köpeğin tüm dişleri kıçıma geçmiş. Bir hastaneye mi gitseydik, kuduz falan olurum da…” diye karşılık verdi.
Cengiz, koltuğa geçerken Mert’in kafasına bir fiske vurdu, umursamaz bir tavırla konuştu:
“Seni değil köpeği götürmek lazım hastaneye.”
Mert yaralı tarafı sakınarak sağlam yerinin üzerine yan bir şekilde oturdu:
“Niye öyle dedin abi ya?”
Cengiz koltuğa kurulup bacaklarını masanın üzerine uzatmıştı:
“Geçse geçse senden ona hastalık geçer oğlum. Onların köpeklerine senden iyi bakılıyor. Aşısı falan tamdır merak etme. Geçer birkaç güne, arayan soran var mı?”
Mert, karalama defteri olarak kullanılan ajandayı önüne çekti. Bu sırada yaralı tarafı oturduğu yere temas ettiğinden canı yandı:
“Ahh! Olmaz olur mu abi, sabahtan beri tam 27 kişi geldi.” dedi. Bir anda gözleri parlayan Cengiz ayaklarını indirip toparlandı.
“Yapma ya!” dedi ağzı bir karış açık. “Peki ne istiyorlar, satılık mı kiralık mı?”
“Yok be abi, hepsi de şu Önder Emlak, Aysel ablayı sordu.”
Cengiz’in yüz ifadesi değişti. Masanın üzerindeki tespihi aldı.
“Ulan nasıl bir yere tezgâh açtık. İn midir cin midir şu Aysel, kendisini de göremedik ki. Kadının sekreterlik bürosuna döndük. Aysel’i soranlardan para alsak…” diye söylenmeye başlamıştı ki dışarıdan küfürler gelmeye başladı. Cengiz ve Mert ikisi birlikte koşup kafalarını kapıdan dışarı uzattılar.
Kara yağız, kaba saba, uzun boylu bir adam, yirmili yaşlarındaki bir gence yüksek sesle tehditler savuruyor, yakası açılmadık küfürler ediyordu. Diğer ofislerden de sesten rahatsız olan birkaç kafa uzanıp geri girmişti. İnsanların rahatsız olması kara yağız adamın umurunda bile değildi. Koridorun orta yerinde karşısındakine bağırmaya devam ediyordu:
“Bana bah Emir vallah yakaram burayı ha! Siz beni tanimamişsiğiz oglim. O Aysel karisina da söyle versin parami. Ben başkasina benzemem ha! Hepiğizi vuririm. Kaç gündür aririm aririm açmir. Benim paramdan para mi kazanir ne edir bu kari? Beni mi yiyirsiniz oglim siz? Bah o kari buraya gelecek ha!”
Cengiz, Mert’e döndü:
“Kim ulan bu hıyarto, binanın ortasında bağırıp duruyor?” diye sordu.
“Bilmem ki abi. Karşısındaki, Aysel’in elamanı Emir. Geçen gün tanımıştık.” dedi Mert.
Genç, karşısındaki adamı sakinleştirmeye çalışsa da başarılı olamıyordu. Adam, Aysel’e epeyce bir küfür ettikten sonra tehdide devam etti:
“Yarin yine gelim yiyirse gelmesin ha yiyirse gelmesin. Bah o zaman ne edirim! Havaya uçiririm burayi!”
Kara yağız adam, tam dönüp gidecekken kapıdan kafalarını uzatmış olan Cengiz ve Mert’i gördü. Sonra da gözleri emlakçı yazısına ilişti. Doğruca Cengiz’in ofisine doğru yönelip elini uzattı:
“Hele gardaş hayirli olsin siz yeni mi açildiğiniz? Buraya ofis açmaya nasi razı ettiğiz Aysel'i? Aysel'in haberi var he?”
Ne olup bittiğini tam anlamayan Cengiz:
“He he!” diyerek kendine uzatılan eli sıktı. Kara yağız adam pervasızca içeri dalarken Mert'in kaş göz işaretiyle Emir de içeri girdi.
Kara yağız, boş bir sandalyeye oturup alabildiğine yayıldı. Ayakkabısını çıkarıp bacak bacak üstüne attı. Öyle ki ayağı az daha karşısındaki tabureye ilişen Emir’in ağzına girecekti.
“Gardaş; çayiğiz, kayfeğiz yoh mi?” dedi. Mert, arka tarafa kahve hazırlamaya giderken kara yağız adam, teklifsiz bir şekilde masanın üzerindeki tespihe uzandı.
“Gardaş bizim dosyaları Aysel’den alak da size verek, madem yenisiğiz, siz takip edin. Vallah bu kari elimizi kana bulayacah ha!”
Cengiz, Aysel’e karşı ilk defa bu kadar cüretkâr konuşan birisini gördüğünden nasıl davranacağına karar verememişti. İlk tanışma anında olduğu gibi karşısındaki adamın her dediğine he he deyip geçti. Adam kendine uzatılan kahveyi de görgüsüzce höpürdeterek içmeye başladı. Bu sırada kapıya orta boylu, esmer, boynunda postacı çantası asılı bir adam geldi. Yeni gelen adamı, kara yağız ve Emir tanıyordu. Kapıdaki,
“Aysel ablaya bakmıştım.” deyince Cengiz, içinden kara yağız ise dışından Aysel'e bir küfür savurdu. Kapıdaki dönüp gidecekken kara yağız,
“Aysel anamiz teşrif etmemiş Ahmet gardaş, gel hele otir. Nere gidirsin? Ne var ne yoh bizim binalarda? Hele Ahmet’e bir çay verin.” dedi.
Kapıdaki gönüllü gönülsüz içeri girip bir köşeye oturdu.
“25 numaranın musluğu damlatıyordu abi. Contasını değiştirdim, düzeldi. 100 lira tuttu, ver de hesap karışmasın. Aysel ablayla hesap kitap uğraşmayalım.” dedi.
Para lafı geçince kara yağız sırıttı,
“Veririk gardaş.” deyip kahvesinden son yudumu çekti.
“Gardaş ben kaçirim. Görüşirik.” diyerek Cengiz’le tokalaşıp çıktı. Birkaç dakika sonra da Ahmet kendisine gelen bir telefon üzerine çayı beklemeden gitti.
Cengiz, olup bitenleri kafasında oturtamadığından ve buraya taşınalı bir ay olmasına rağmen henüz Aysel’le yüz yüze gelemediğinden temkinliydi.
“Emir kardeş kim bu mağara adamı?” diye sordu.
Kara yağız adam ayrıldıktan sonra Emir’in dili çözülmüştü:
“Ne olacak kıronun teki işte abi. Bilo Ağa derler. Aysel ablanın müşterilerden. Bir dünya dairesi var. Aysel abla kiralarını takip eder. Bu da her ay gelir, Aysel abladan parasını alır gider.”
“Ahmet kim peki?”
“Ahmet abi mi? İster yönetici de, ister görevli ister kapıcı, bekçi... Ne sayarsan...”
“İyi de Emir bu nasıl zenginlik? 100 lira çıkmadı adamın cebinden.” Emir bilmem dercesine dudaklarını büzdü.
Cengiz'in hiç âdeti olmasa da karşısındakini düşüneceği gelmişti. Bozuk saatin bile günde iki defa doğruyu gösterdiği gibi bir şeydi bu.
“Emir kardeş, cahilden dostun olacağına akıllı düşmanın olsun derler. Bu adam sıkıntılı birine benziyor. Aysel ablanı bir uyar istersen. Cahil adam ne edeceği belli olmaz. Vururum, öldürürüm falan diyor.”
Emir birden parladı:
“Abi haber verecem vermesine ama ben de ulaşamıyorum ki!”
Cengiz âdeta şok olmuştu. Beyninin içinde “ki ki ki ki ki ki” sesi yankılanıp duruyordu.
***
“Abi, abi, abi…”
Cengiz, Mert’in fiskelerini yüzünden hissedince kafasını iki yana salladı, kendine geldi.
“Ne var lan ne vurup duruyorsun?” dedi.
“Dondun kaldın abi kaç dakikadır?”
Cengiz, etrafına bakındı, ofiste kendilerinden başka kimse yoktu.
“Emir nerede?”
“Ağlayarak gitti abi.”
“Bu Aysel nasıl birisi böyle? Elemanı bile ulaşamıyor. İlk defa birinden bu kadar tırstım. Önüne gelen de ofisi açarken Aysel'e danıştınız mı deyip duruyor. Neyse biz işimize bakalım. Şu kiracıyı bir an önce çıkarmamız lazım Mert. Rasim abi bizi darlıyor. Karısından düşen mirasın kokusunu başkaları da aldı belli ki. Aklını birileri çelmeden, kiracıyı çıkarıp Rasim abinin güvenini kazanalım, gerisi kolay.”
“Var mı abi yeni bir plan?”
“Var koçum var. Ne demiş Sokrates, ‘İnsanın en zayıf noktası kendini en güçlü gördüğü yerdir.’”
“Abi ben bu sözü Necip Fazıl’ın sanıyordum.”
“Yok oğlum internetten bakalım istersen.” İkisi birden telefona sarıldı.
“Abi benim telefonda Yunus Emre yazıyor, başka bir sayfada da Şekspir...”
“Bende de Can Yücel'le Hz. Ali çıktı. Her neyse boş ver şimdi, telefonundan bir karakol efekti aç. Ben kira kontratının resmini çekmiştim, orada kimlik fotokopisi de var. Şu patates hatlardan birini kullanarak eski bir numarayı deneyeceğiz. Oltamızı atalım bakalım sazan takılacak mı?”
"Rast gele abi."
Cengiz, binayı boşaltmayan hukuk profesörünün numarasını tuşladı, hoparlörü açtı:
“İyi günler ben Başkomiser Ali Çelik. Ana adı, Fatma. Baba adı, Mehmet. Doğum yeri, Ankara. TC: 915645.. Doğru mu kardeşim?”
Cengiz’in bütün ciddiyetine rağmen, bu numaranın tutmayacağına inanan Mert sadece gülümsüyordu. Telefondaki ses titreyerek:
“Do-doğru ne olmuştu ki?” diye karşılık verdi.
Cengiz:
“Bilgileriniz terör örgütü tarafından ele geçirildi. Çok gizli bir operasyonun içerisindeyiz.” deyince titreyen ses ağlamaklı çıkmaya başladı.
"Nasıl olur ben saygın bir hukuk profesörüyüm."
"Dediklerimi yaparsan seni bu olaydan kurtarırız. Aksi hâlde işin zor kardeşim."
"Ne isterseniz yaparım. Lütfen yardımcı olun."
Mert’in yüzündeki gülümseme yerini büyük bir şaşkınlığa bırakırken bu defa Cengiz'in yüzü gülmeye başlamıştı.

-devam edecek-


Yorumlar - Yorum Yaz