NİGAR HANIM VAY/On-Baskın

(Editör, yazarın bir punduna getirip Nigâr Hanım’ın babası Macar Osman Paşa’dan bahsetmesi gerektiğini söylemişti. İşte şimdi vaktidir.)
Osman Paşa, Tanzimat Dönemi’nin Harbiye hocalarından. Asıl adı Sandor Farkaş. 1848 Macar İhtilali’nden sonra Türkiye’ye sığınıyor, ihtida edip İslam’ın üçüncü halifesi Osman-ı Zinnureyn’in adını alıyor. Kızı Nigâr Hanım’ın hem bilim hem de sanat vadisinde yetişmesine çok emek veriyor. Ona piyano dersleri aldırıyor.
Osman Paşa usta bir müzisyen. Bestelenmiş valsleri var. Bu valslerden birini sevgili kızı Nigâr Hanım için bestelemiş. Demek ki musikişinaslık Nigâr Hanım’a babadan geçmiş, yani irsî.
Yeri gelmişken annesinden de söz edelim biraz:
Nigâr Hanım’ın annesi Emine Rif’ati, sadrazam Keçecizâde Fuad Paşa’nın mühürdarı Nuri Bey’in kızı. Şair değilse bile şiir kültürüne sahip bir kadın.
Nigâr Hanım, annesinden bahsederken şöyle der: “Diyebilirim ki şairlik zevkini annemden aldım; çünkü o çok şiir okur, hasta olduğu zamanlar daima beyitler söylerdi.”
Kolayca anlaşılacağı gibi Nigâr Hanım bir yanıyla bürokrat, öbür yanıyla aristokrat bir aileden geliyor.
O, devrinin idolüdür. Hangi mecmuaya şiir yollasa tereddütsüz yayımlanır. Özellikle genç şairlerden gelen şiirleri editörler, armudun sapı üzümün çöpü kabilinden kılı kırk yarıp bin bir bahaneyle yayımlamazken Nigâr Hanım imzalı her metin okurla buluşur.
“Şeyh uçmaz, mürit uçurur.” derler.
Nigâr Hanım zarafet heykeliydi, üstelik mütevazı bir hanımefendiydi. Gel gör ki hayranları ondaki tevazu kalıplarını tuzla buz ediyor, ondan şuh bir kadın portresi çıkarmaya çalışıyorlardı.
Hâlbuki Nigâr Hanım ilk Efsus kitabına şöyle bir ön söz yazmıştı:
“Şu naçiz mecmuadaki manzumeler on dört yaşımdan beri yazdığım şiirlerin birkaçı, makaleler de önemli hatıralarımın bir kısmıdır.
Okumaya tenezzül buyuracak irfan sahipleri takdir buyururlar ki bunlar şiir ve edebiyat değil, şevk ve emel teraneleri içerisine gizlenmiş birer yeis feryadından ibarettir.
Bahtsızlık iniltilerimin aksini işitmek hevesine düştüm, bu eserler onun için basıldı.
Çocukluğumdan beri fazilete gönül verdim ve düşüncelerimi yalnız bir emele hasrettim. Heyhat ki pek tabii, pek haklı görülen bu emele nail olamadım.”
Ya işte böyle ey okuyucu! Kimin içinde ne var, kim biliyor? Herkes zannediyor ki en büyük dert benim derdim. Nigâr Hanım’ın da çok büyük ümitsizlikler, hayal kırıklıkları var görüldüğü gibi.
Florinalı Nâzım, Nigâr Hanım’ın hayranları arasındaydı. Kendini “Ben kâinatça tanınmış şiir kralı Florinalı Nâzım.” diye tanıtmış, Nigâr Hanım’ı da Türk şiirinin kraliçesi ilan etmişti.
Bu arada edebiyat dünyasında kazanlar kaynıyor, sahte Nigâr Hanımlar piyasada cirit atıyordu. Daha geçenlerde sahte bir Nigâr, Babıâli’de bir yayıncıyı kitap bastırma vaadiyle elli altın dolandırmıştı.
Gerçekten ortalık toz dumandı. Ara sıra rezillikler de olmuyor değildi. Öyle ki Eyyüp Samim, Malumat’ın son sayısındaki yazısını “Yeter ki ölüm olmasın, rezillik çekilir.” diye bir cümleyle bitirmişti.
Neler mi oluyordu? Kadın şairler, şiir meclislerine katılabilmek için bileziklerini, alyanslarını, küpelerini bozdurup aracılara veriyorlardı. Aracılar, tefeciler doldurmuştu edebiyat dünyasını. İş takipçileri türemişti. Şiir meclislerine katılmak isteyenlerin parasını alıp onları dolandırıyorlardı.
Öte yandan şair eşleri “Orada neler oluyor?” deyip özellikle Nigâr Hanım’ın düzenlediği şiir meclislerine baskınlar düzenliyorlardı. Hızını alamayıp Nigâr Hanım’la saç saça baş başa kavga etmeye kalkışanlar bile vardı. Bereket versin, Nigâr Hanım’ın koruma ordusu etten duvar örüp şair eşlerinin ona yaklaşmasına izin vermiyorlardı.
Bugün de Nigâr Hanım’ın Nişantaşı’ndaki konağındayız. Sazendelerin canlı fon müziği eşliğinde şairler şiirlerini seslendiriyorlardı. Mikrofonda Nejat Münci, gözlerini yummuş, trans hâlinde şiirini okuyordu. Tam o sırada eşi Naciye Hanım, bir hışımla salona dalmasın mı? Zannedersin koca salonun ortasına bomba düştü.
Avazı çıktığı kadar bağırıyordu Naciye Hanım:
“Neredesin gözü kör olasıca! Evde çoluk çocuk ekmek bekliyor. Sen buralarda eğlencedesin. Çabuk, düş önüme!”
Salondaki kocaman avize ürperdi. Necat Münci tir tir titredi. Mikrofon elinden kaydı. Efsunlanmış gibiydi. Karısının önüne düştü, tam salondan çıkmak üzereyken Nigâr Hanım olaya müdahale etme ihtiyacı duydu.
“Bir dakika, hanımefendi,” dedi. “Bu yaptığınız saygısızlık. Nejat Beyefendi benim misafirim. Lütfen özür dileyin ve çıkıp gidin!”
“Bak sen!” diye bağırdı Naciye Hanım. “Zaten bu ağzı açık ayran delilerini peşinden koşturan sensin. Seninle de bir hesabımız var, görelim şimdi. Gelsene! Kocamı elimden alsana!”
“Çirkefleşmeyin, hanımefendi!” dedi Nigâr Hanım. “Ne diye kocanızı elinizden alacakmışım? Alın, başınıza çalın! Burası nezih bir ortam. Şiir var, musiki var. Kirletmeyin lütfen!”
Naciye Hanım kaşla göz arasında topuklu ayakkabısını çıkarıp eline aldı.
“Ben şimdi çirkefleşmek neymiş, gösteririm sana!” deyip fırlattı.
Ayakkabı Nigâr Hanım’dan sekti ama Kemanî Tatyos Efendi’den sekmedi. O hızla gidip müstesna müzisyenin sol gözünün üstünü buldu. Hem de tam o sivri topuğuyla. Tatyos Efendi’nin yarılan kaşından kandır yürüdü. Yanağından süzülüp yakasından kemanına damlamaya başladı. Orada da tutunamadı kan damlaları, daha aşağılara aktı. Zemindeki İran halısına kızıl bir desen çizdi. Bundan geri “Tatyos Efendi’nin kemanından kan damlıyor.” deseler yalan olmayacaktı. Nigâr Hanım’ın salonundaki taban halısı da artık “kanlı halı” olarak anılabilirdi.
Arada Nejat Münci,
“Ayıp oluyor, hayatım, âleme rezil olduk, n’olur gidelim.” diye sızlansa da ok yaydan çıkmıştı bir kere.
Naciye Hanım,
“Sen sus, hımbıl! Hesabını evde soracağım sana.” deyip susturdu onu.
Nigâr Hanım “lütfen”li cümleler kurdukça Naciye Hanım’ın ses perdesi tizleşiyordu:
“Nigâr mısın, ne karın ağrısısın? Çıbanın başı sensin. Bırak kocalarımızın peşini. Bende kocasını şiir meclislerinde meze ettirecek göz var mı? Bana anıyla sanıyla ‘Kasımpaşalı, eli maşalı Naciye’ derler. Saçını başını yolarım senin. Aklını alırım.”
O sırada ne oldu, nasıl oldu, kimse anlayamadı. Nigâr Hanım’ın içinden bir Tophaneli Nigâr çıkıverdi.
“Hadi, gelsene!” diye bağırdı. “Saçımı başımı yolsana! Gel, gel de cart diye yırtayım o pis ağzını. Hanımefendi gibi davrandık, anlamadın. Edepsiz, terbiyesiz, şirret kadın!”
Böyle dedi. Demekle de kalmadı, üstüne yürüdü Naciye Hanım’ın.
Herkes şaşkındı.
Araya girdiler,
“Aman, Nigâr Hanım, siz ona uymayın!” deyip uzaklaştırdılar.
Naciye Hanım, pabucun pahalı olduğunu sezer gibi oldu.
Kocasını kapıya doğru itekleyip peşinden yürüdü. Çıkarken sesi son kez duyuldu:
“Hesap kapanmadı, Nigâr! Görüşeceğiz seninle! Tetik dur bundan sonra.”
Olay ertesi gün gazetelerde birinci haberdi.

 


Yorumlar - Yorum Yaz