İT YAŞAR'IN EZİK BURNU

Törrüd belasından artık tam kurtulduk derken bu sefer de sahneye İt Yaşar denen palavracı çıkmış, yavaş yavaş bizim pabucumuz dama atılmaya başlanmıştı. Köy yerinde vakit öldürmek kolaydır da vakit geçirmek pek de kolay değildir. Eskiden her şeyi elimizle yaptığımız ve işler insan gücüne dayalı olduğu için işten güçten gözümüzü açamazken şimdi her şey makineleşti. Bizim bir gün uğraştığımız bir tarlayı dev traktörler üç gidiş gelişle sürüveriyor, bizim eskiden iki ayda çıkamadığımız harmanı biçerdöverler iki günde hallediyor, günlerce uğraşıp elimizle deptiğimiz bağ bahçeleri çapa motorları bir iki saatte işleyip atıyor. Böylece yıl boyu uğraştığımız işler toplasan on-on beş günde halloluyor. Hayvancılık da aynı böyle. Her iş makineleşti. Bu yüzden zaman çok, ama vakit geçirmek zor.
Biz köylü kısmı kayfelerde laklak etmeyi severiz. Akşama kadar elli kere hükümet yıkar hükümet dikeriz. Oturduğumuz yerden enfilasyon, işsizlik, pahalılık gibi ne kadar sorun varsa iki kalemde hallederiz. Dış politike de evvelallah bizim işimiz. Okey masasına ıstakayı ters çevirdiğimiz gibi bir anda her şeyi ters düz eder haddini bilmeyen İsrail’i, Yonan’ı, Bulgar’ı, Rum’u muma çeviririz.
Kayfede kimin ağzı güzel laf yapıyorsa onun sözü dinlenir. Millet onun başına toplanır ve onu konuşturup dinler. Tabii biz de gençliğimizden beri çok gezmiş, görmüş geçirmiş birisi olarak lafımızı çok dinlettik bu insanlara. Ne vakıt kocadık, dizlerimizin feri tükendi kayfeye gidemez olduk tabii yeni bitmeler bizim yerimize geçti. Artık onların lafı dinlenir oldu. İşte İt Yaşar da böyle çıktı piyasaya. Bu alçak öteden beri gözünü bizim posta dikmiş demek ki hemen ilk fırsatta yerimize geçiverdi. Eskiler hayat boşluk kabul etmez, biri gider biri gelir derken haklıymış. Haklı olmasına haklı bir söz de biz daha ölmedik. Ölsek, yitsek hani deriz ki göz görmez, gönül katlanır. Kardaşım biri geliyor İt Yaşar şunu anlattı gülmekten öldürdü bizi, öbürü geliyor İt Yaşar şöyle dedi kırdı geçirdi milleti… İster istemez zorumuza gidiyor. Yanıma gelen giden eksik olmasa da laf bu madrabaza gelince ister istemez alınıyor, kızıyorum.
O gün de yanıma sağ olsun bizim Culuk’un Hamza, Cavlak’ın Kel Savaş ve Abdulla’nın Ömer gelmişler. Hoşbeşten sonra laf döndü dolandı İt Yaşar’a geldi. Ben kendimi tutamadım.
“Bırakın şu palavracıyı! O da kim oluyor da mecliste söz sahibi oluyor.” deyince Cavlak’ın Kel Savaş itiraz etti:
“Orda bir dur İrfani emmi. Önce Törrüd çıktı piyasaya, onun ipliğini pazara çıkardın. Bu İt Yaşar da sana bayağı malzeme verdi. Adamı ikiniz bitirdiniz. Bu arada Yaşar da senden bir şeyler kaptı. Eee ne demişler boynuz kulağı geçer! O da şimdi senin postuna oturdu. Sana kayfeye gidelim diyoruz “Ben yaşlandım.” diye nazlanıyorsun. Sen gitmezsen birileri yerine geçecek elbet. Millete laf lazım, itte pire Yaşar’da laf ganimet gibi. Sen kayfeye gitsen bile artık millet Yaşar’ı dinler seni kimse dinlemez şart olsun.”
Öbürleri de onu tasdik etmez mi? Ulan bir canım sıkıldı ki sormayın.
“Millet ben varken Yaşar’ı niye dinlesin ki?” dedim.
Bu sefer Abdulla’nın Ömer araya girdi:
“İrfani Ağa valla millet onu dinler, seni dinlemez. Eğer millet beni eskisi gibi dinlesin dersen mutlaka onu kayfede madara edeceksin ki fiyakası bozulsun. Törrüd’ü nasıl madara ettiniz, bak adam artık köyü bile terk etti. Yaşar’ı da bitirmen lazım.”
Ömer’i Savaş ve Hamza da tasdik edince içime bir ateş düştü.
“Nasıl olacak bu iş?” diye sordum.
Hamza ayağa kalktı, odanın içinde iki dolandı. Sonra önümde durdu ve bana doğru eğilerek:
“Onun bir yalanını ortaya çıkaracaksın.” dedi.
Ben de gülerek:
“Lan oğlum denizde kum, Yaşar’da yalan biter mi? Hangi yalanını ortaya çıkarayım ki? Ağzından Allah bir dışında ne çıksa töbeler olsun yalan dolan!” diye cevap verdim.
Bu defa Savaş lafa girdi:
“Mesela geçen gün toplamış başına milleti. Ben Erzurum’da üniversitedeyken diye başladı söze. Bir anlatıyor, bir anlatıyor sorma. Yok kızlar bunun peşinde pervaneymiş, bu kimseye yüz vermiyormuş. Yok okul başkanıymış gominislerle kavga etmişler, adama kafa atınca burnu kırılmış. Burnundaki eziklik ordan kalmaymış. Sonra bunu bu adam dövdü diye okuldan atmışlar. Bir daha okula gidememiş. Yersen… Sıktı palavrayı. Bu ne zaman üniversiteye gitmiş hiç inanasım gelmedi. Mesela bu işin aslını biliyorsan gel kayfede anlat, boz şunun fiyakasını.”
“Ben nerden biliyim bunun tahsil hayatını? Üniversiteye gitti mi gitmedi mi? Adam şeherde yaşadı. Sonra döndü geldi köye. Bir de ağa kızı aldı.” dedim.
O an aklıma bu üç kafadarın beni dolduruşa getirebileceği geldi.
“Ulan siz beni gaza getirmiyorsunuz değil mi? Bana ne Yaşar’ın martavallarından. Buraya gelmezse yüzünü gördüğüm yok. Beni âlemin itiyle muhatap etmeyin.”
Savaş elini ekmeğe vurarak:
“Valla öyle değil İrfani emmi, ekmek Mushaf çarpsın ki bunun senin yerine kurulup millete caka satması artık zorumuza gidiyor.” demez mi?
Tabii diğerleri de emme basma tulumba gibi kafalarını sallayarak onu tasdik ediyorlardı.
“Tamam ulan, ben bir araştırayım şunun cemaziyelevvelini. Bakalım üniversiteye gitmiş mi?” sonra da onun icabına bakarım.” der demez Savaş pis pis sırıttı:
“Ben bir araştırma yaptım. Bizim kazadaki lise müdürü Cafer Hoca ile bu, dönem arkadaşıymış. Üç beş ay beraber okumuşlar ama bizimki okulu bırakmış. Bu işin aslını bilse bilse bu bilir. Yaşar onunla konuşmuyormuş. Güya o da gominisin tekiymiş. Bizim bildiğimiz müdür abdestinde, namazında dini bütün bir adam. Tabii adama gidip sormadık. Sen bu adam ile görüşürsen işin aslını öğrenebilirsin.”
Bunlar beni bir çamura çökerteceklerdi amma bu Yaşar da haddini bilmeliydi. Bu işin peşinde olacağımı söyleyip misafirleri uğurladım. Ertesi günü kazaya gidip lise müdürü Cafer Hoca ile görüştüm. Adam anlattıklarıma inanamadı. Sadece:
“Demek böyle hava atıyor ha! Bir de bana gominis diyormuş ha! Ben ona gösteririm gominisi, faşisi!” dedi ve bana işin aslını anlattı.
Neyse öğretmen ile ertesi günü bizim kayfede buluşmak üzere kavilleştik. Ben tekrar köye döndüm. Akşam bizim üçlü çeteye haber gönderdim ki onlar da ertesi günü öğleden sonra kayfede bulunsunlar.
Ertesi günü öğlen namazını camide kıldıktan sonra kayfeye vardım. Baktım bizim Savaş, Hamza va Ömer oradalar ama Cafer Hoca piyasada yok. Demek ki adam bu mikropla yüz göz olmak istemedi dedim kendi kendime. İş başa düşmüştü. Ya Allah deyip Yaşar’ın masaya yaklaştım. Gerçekten de İt Yaşar oturmuş hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu. Beni görünce ayağa kalktı ve masada bana yer gösterdi. Oturup bir müddet bunu dinledikten sonra sordum.
“Yaşar senin burnun niye ezik?”
Yaşar elini birden burnuna götürdü. Bir müddet düşündükten sonra başladı anlatmaya.
“İrfani Emmi geçen gün de anlatmıstım sana da kısaca söyleyeyim. Ben seksen bes senesinde Erzurum’da Eğitim Fakültesini kazandım. Lakin okuldaki gominislerle sürekli kavga edince okuldan attılar beni. Bir kavgada üç gominisi yıktım, dördüncüye kafa atarken yerdekilerden biri paçama yapıstı. Dengemi kaybedip kafamla beraber burnumu da goministin kafasına vurdum, burnum böyle ezik kaldı.” dedi.
Millet “vay be” diye kendi arasında guruldamaya başladı. Ben hiç istifimi bozmadan söze devam ettim.
“Şimdi bizim Yaşar, Erzurum deyince aklıma Erzurum’da yaşanan bir hadise geldi. Seksenli yıllarda bizim buradan iki delikanlı üniversitede okumak için Erzurum’a giderler. Beraber gidip okula kaydolurlar hatta aynı yurtta kalırlar. Bir ay sonra bizim ağalardan birisi sınıftan bir kıza sevdalanır. Gece gündüz kızın peşinde dolanıp durur. Ne derse girer ne de doğru dürüst ders çalışır. Erzurum’da o zamanlar bir Cumhuriyet Caddesi vardır. Ben de Sarıkamış’a gittiğimden bilirim. Öğrenciler okuldan şehre dolmuşla gidip gelirler. Dolmuş durakları da Çaykara denen yerdedir. Dolmuştan inen yürüme Cumhuriyet Caddesi’ne çıkar, postanede telefon veya mektup işini halledip oradan Erzincankapı’ya gider. Orada öğrencilere ucuz ve bol kepçe yemek veren lokantalar vardı. Orada karınlarını doyurup Dadaş Sinemasının önünden tekrar Cumhuriyet Caddesi’ne çıkıp bir dolaşır Çaykara’dan dolmuşa binip yurda dönerler.”
Yaşar lafımı kesip:
“Valla İrfani emmi aynı dediğin gibiydi.” dedi.
Ben yine istifimi bozmadan devam ettim:
“Oğlum bende yalan dolan yok. Neyse güzergâh bu olunca ister istemez adım başı sürekli öğrenciler birbirleri ile karşılaşırlar. Bu bizim sevdalının kızı da adım başı bizim haytayı karşısında görünce bu beni takip ediyor diye işkillenir. Günler bu şekilde geçip giderken kız da bunun kendisine âşık olduğunu iyice anlar ama o da naz yapar. Bir gün bizim sivri zekâ bu kıza poz yapmak için başka bölümden bir kız arkadaşını kendi derslerine getirir. Tabii diğer kız da “Hem benim peşimde dolanıyor hem de sınıfa başka kızla geliyor.” diye buna bozulur. Efendim o gün bizimkiler dersten çıkınca şehre gitmek üzere fakültenin önünde dolmuş beklemeye başlarlar. Bu arada diğer hemşosu da yanlarına gelir. Dolmuş durağa gelince bunlar arabaya binerler ama peşlerinden bizimkinin tutulduğu kız da başka bir kız arkadaşı ile dolmuşa biner. Neyse uzatmayalım, dolmuş Çaykara’da durunca herkes dolmuştan iner. Bizim âşık, kıza kibarlık olsun diye onlara yol verir. Kız da buna sinirlenir ve yerinden kalkmaz. Hatta hem surat eder hem de başını sert bir şekilde cama çevirir. Bizimki kızın bu tavrına bozulur ve dolmuştan inmek için ayağa kalkıp kapıya yönelir. Peşinden de diğer kızlar kalkarlar. Bizim deli oğlan dolmuştan iner inmez peşindeki kızların dolmuştan inmesine fırsat vermeden kapının ağzına gelen kızların yüzüne dolmuşun kapısını çarpıverir. Kızlar içerde kalakalır, dolmuş şoförü durumu görünce birden “N’oluyor lan!” diye bağırır. Kızlar da şoföre “Bize askıntı oluyordu, yüz vermiyoruz diye kapıyı yüzümüze çarptı, serseri!” deyince şoför hemen arabadan inip yakasından yakaladığı gibi kafayı bizimkinin suratına gömer. Bizimki kanlar içinde yere yığılır, duraktaki diğer şoförler de koşup gelirler. Ne oluyor diye sorarlar.
Şoför:
“Bu pij kızlara askıntı olirmiş. Bir de dolmişin kapisini yüzlerine çarpti. Ben de kafayı geçirgim.” deyince buna durakta bir meydan dayağı çekerler.
Bizim deli âşık hastanelik olur. Sonunda korkusundan okulu bırakır ve memlekete döner. Oğlanın burnu bizim Yaşar’ın burnu gibi yüzüne yapışık kalır.” dedim ve Yaşar’ın burnunu gösterdim.
Millet “Ula görüyon mu?” diye birbirleri ile mırıldanmaya başlayınca Yaşar pişkin pişkin:
“İrfani emmi bu oğlan kimmis, biz de tanıyok mu?” diye sormaz mı?
Ben daha ağzımı açmadan yan masada başında kasket, sırtında eski bir pardösü ile oturan yaşlı adam sandalyesini bizim masaya çevirdi.
“Sensin ulan kim olacak, bir de ‘kimmiş o diye sormaz mı?’” deyiverdi.
Baktım ki bizim Cafer Hoca… Adam tebdilikıyafet gelmiş, ben bile tanıyamadım.
Yaşar kıpkırmızı oldu, bir lafın kadiri olamadı. Hemen “Cafer!” dedi ve ayağa kalktı.
Cafer Hoca devam etti.
“Cafer ya! Demek gominisin birisi kafa attı ha. Ulan Yaşar sen eskiden de böyle yalan söyler miydin? Yalancının mumu yatsıya kadar yanar derler hiç mi duymadın oğlum? Ahan da yatsı oldu. Ulan Ramazan’da aleni oruç yediğin için dayak yiyen sen, gece sarhoş olup nara atarak yolda gelirken dayak yiyen sen, Deniz Gezmiş için eylem yaparken dayak yiyen sen şimdi bana gominis diyorsun ha!” deyince millet gülmekten yerlere yattı.
Baktım bizim Yaşar da kayfedekilerle arsız arsız kişniyor.
“Tüh Allah senin müstahakını versin yüzsüz herif!” deyip orayı terk ettim.


Yorumlar - Yorum Yaz