DEVEYİ YARDAN ATAN KİM?

Günlerdir o şehirden bu şehre yol alan kervan gece dinlenme molası vermişti. Kervancılar yorgun, hayvanlar perişandı. Sıcak hava herkesi canından bezdirmişti. Hayvanlara yiyecek olarak öğünde sadece bir kalbur kuru saman ve akşamları ilave olarak bir avuç arpa veriliyordu. Suyu ise ancak karşılarına şans eseri bir çeşme veya bir su birikintisi çıkarsa içilebiliyordu.
Kervanın başını her zamanki gibi eşek çekiyordu. Eşeğin ardından da bir deve yürüyordu. Tabiî devenin başı yani yuları eşeğin terkisine bağlıydı. Ancak devenin yürürken başını sürekli havaya kaldırması, aheste aheste çalım ile yürümesi, arada bir de boynunu deli gibi sağa sola sallaması eşeği canından bezdirmişti. Artık eşek, terkisine bağlı deveyi kendine yük olarak gördüğünden ondan kurtulmanın planlarını yapmaya başlamıştı.
Eşek hainlik konusunda çok tecrübeliydi. Kaç kere yüklü halde yolda giderken bir su birikintisi veya az bataklık bir yer bulunca yere yatarak yükten kurtulmuştu. Hele hele sırtında tuz çekerken karşısına çıkan ilk dereye atlayarak tuzu kaç kere suya verdiğinin sayısını o bile unutmuştu. Ayrıca eşek yolları da çok iyi biliyordu. Bu yollardan gide gele artık metre metre ezberlemişti güzergâhı. Bu yüzden kervanın başını o çekiyordu. Yolda karşılarına çıkabilecek tehlikeleri de önceden sezebiliyordu. Nerede çamura çökme tehlikesi var, nerede kaygan bir zemin var, nerede heyelan olabilir, nereden çığ düşebilir kestirebiliyor ve bu gibi tehlikeli yollara girmiyordu.
Eşek verilen bu son molada kurduğu planı uygulamaya karar vermişti. Kervancılar yorgunluktan hemen uykuya dalmışlardı bile. Bu gece karanlıktan faydalanıp bu işi bitirmeliydi. Yapacağı ilk iş terkisine bağlı olan inatçı ve gururuna düşkün olan deveyi ikna etmekti.
Usulca deveye sokuldu:
-“Hacı kardeş nasılsın? Bana öyle geliyor ki senin gibi kaç kez hacca gidip gelmiş, Arabistan çöllerini karış karış bilen, bir ay bir damla su içmeden yaşayabilecek kadar dayanıklı bir mübarek deveyi bile bu
insafsız kervancı çileden çıkarmıştır. Yorulmuşsun, karnın yarı aç, susuzluktan hörgüçlerin bile çökmüş
vaziyette. Oysa sen mübarek bir hayvansın. Bir adın, asaletin var.”
Deve bir yandan geviş çalıyor, bir yandan da gözünün ucuyla eşeğe bakıyordu. Eşeğin sözleri gururunu okşuyordu. Yorgunluktan yere sarkmış dudağını oynatarak belli belirsiz bir sesle:
-“Haklısın eşek kardeş, bunca yıllık ömrümde böyle eziyet görmedim.”
Eşek, deveyi tava getirdiğini görünce sözlerine devam etti:
-“Hacım sen bu koca gövdeyle, bunca yıllık tecrübenle, bu gücünle bu eziyete dayanamıyorsun da ya ben aciz, miskin, arık, güçsüz eşek ne yapsın? Bu zulme bir dur demenin zamanı gelmedi mi?”
-“Doğru söylersin eşek kardeş. Allah sana acısın. Bu zulüm bitmeli ama nasıl?”
-“Ben derim ki biz bu zulmü durduramayız. Ama kaçarsak hiç olmazsa kendimiz kurtuluruz.”
-“Kaçmak mı?”
-“Evet, kaçalım, hem de bu gece. Baksana herkes fosur fosur uyuyor. İkimiz kaçalım derim.”
-“İyi de nereye kaçalım?”
-“Hacım ben buraları nalımın mıhları kadar iyi bilirim. Sen orasını bana bırak. Ben öyle bir yer biliyorum  ki, buz gibi suları, yemyeşil otları var. Ağaçlar içinde yalancı cennet gibi bir yer. Saklanması da kolay. Ağaçlar arasında büyükçe bir mağara var. Gündüz otlarız gece mağaraya girer saklanırız.”
Deve, gözünde manzarayı canlandırınca ağzının suları aktı. Sonuçta iki kafadar yavaşça ayağa kalkıp
yola koyuldular. Eşek ne kadar acele etse de yaşlı deve yine mağrur bir şekilde başını kaldırıyor, aheste aheste yürümeye devam ediyordu. Arada bir başını sağa sola sallamasıyla eşeğin dengesi bozuluyordu. Eşek “la havle” diyor ve aklındaki planı uygulayacak uygun zaman ve yeri gözetiyordu. Ondan bir kurtulsa dörtnala kaçacaktı.
Bu şekilde birkaç saatlik bir yürümeden sonra taşlık bir yola girmişlerdi. Eşek burada yere yatıp ağnanırsa taşların ipleri keseceğini ve deveden kurtulacağını düşündü. Kendisini acındırır bir edayla deveye seslendi:
-“Hacım seni bu yulardan kurtarmak lazım. Zira benim boyum kısa, senin ise uzun. Böyle yürümekten boynun tutulacak. Hem yulardan kurtulunca uzun bacakların sayesinde daha hızlı yürürsün. Ben sana engel oluyorum gibi. Bu şekilde gidersek kervancılar bizi her an yakalayabilir. Hiç olmazsa sen kendini kurtar, benim yüzümden bir de dayak yeme. Ben şimdi kendimi yere atayım. Şu taşlar yuların ipini kesebilir. Sen de yulara asılınca kurtulmuş olursun.” Deve:
-“Tamam.” deyince eşek kendini hemen yere attı. Yerde debelenince gerçekten de taşlar ipleri kesmişti. Semerin terkisine bağlı olan deve de yuları asılınca eşek semerden kurtulmuştu. Ancak bu kez de yulara bağlı olan semer devenin önünde yerde sürünmeye başladı. Eşek hazır semerden ve terkideki ipten kurtulunca deveden de tamamen kurtulmak için planın ikinci aşamasına geçti. Yine deveye yağ çekmeye başladı.
-“Ya mübarek hacım, şurada çok güzel ve şifalı bir ot var. Ondan bir yaprak yiyenin ne yorgunluğu
kalır, ne açlığı, ne susuzluğu. Hem o kadar enerji veriyor ki, saatlerce dörtnala koşasın gelir. Ama benim boynum kısa yetişemiyorum. Senin boynun uzun şuna bir uzansan hem sen yersin, hem de bana verirsin. Burayı atlatınca iki üç saate kadar dediğim yere varırız.”
Deve bu ikrama, taltife dayanamayıp otu almak için uçurumun kenarına iyice yaklaşarak boynunu uçurumdan aşağı uzattı. Hain eşek fırsat bu fırsat deyip deveye bir çifte salladı. Dengesi bozulan deve
uçurumdan aşağı iniverdi.
Deve, aklının ve mantığının önüne geçen gururunun kurbanı olmuştu. Eşek ise deveden bu kadar kolay kurtulduğuna çok sevindi ve hemen oradan dörtnala kaçtı.
Aradan az bir zaman geçince deveyle eşeği aramaya çıkan kervancılar uçurumdan aşağı düşen deveyi buldular. Ağzında bir tutam ot bulunan deve çoktan ölmüştü. Kervandaki adamlar devenin bir tutam ot yemek için uçurumdan düştüğünü sandılar. Deveyi o halde görünce eşeği aramaktan da vazgeçtiler. Oysa devenin başını eşeğin çektiğini herkes biliyordu. Kimse: “Deve uçuruma düştüyse eşek nerede?” diye sormadı.
O günden sonra “Bir tutam ot deveyi yardan atar.” şeklinde bir söz dilden dile yayıldı. Oysa bu yüzden devenin ruhu çok incinmekteydi.
Devenin ruhu bir ehli insafın çıkıp “Deveyi uçurumdan atan kimdir?” sorusunu sorar mı diye hâlâ Arasat’ta beklemektedir


Yorumlar - Yorum Yaz