NİGAR HANIM VAY/Yedi-Şiir Meclisleri Doludizgin

Sanat âleminde ekseriya “O varsa ben yokum.”, “O geliyorsa ben gelmem.” “O yazıyorsa ben yazmam.”, “O konuşuyorsa ben dinlemem.” biçiminde kaprisler uçuşur havalarda.
Söz konusu Nigâr Hanım olunca bütün olumsuz yüklemler olumluya döner, hatta “O varsa ben de orada olmalıyım.”, “Onun geldiği meclise iki elim kanda da olsa, ağzıma pamukla su verilse bile uçarak gelirim.”, “Onun yazdığı mecmuada bir şiir yayımlatmak için kırk takla; elli düz, altmış ters, yetmiş de yan perende atarım.”, “O konuşuyorsa ben yüz elli yıl susar, dinlerim.” gibi cümleler kurulurdu.
Matbuat âleminde gündemi belirleyen yegâne isim Nigâr Hanım’dı.
Nezle olması bile haber değeri taşıyordu.
Bir sabah gazeteyi elinize aldığınızda sekiz sütuna manşet “Kıymetli Şairemiz Nigâr Hanım Nevazil Olmuştur” cümlesini okuyabiliyordunuz. O gün okuyucuları seferber oluyor, Nigâr Hanım’ın konağının önüne torba torba nane, limon kabuğu, zencefil ve hatmi çiçeği yığıyordu.
Nigâr Hanım, sıhhati yerinde olduğu sürece davetlere icabet ediyor, uzak yakın demeden şiir meclislerine mutlaka katılıyor, şuara meclislerinin başmisafiri oluyordu. Bu sebepledir ki herkes onun sağlığı için ağız birliğiyle ve yürekten dua ediyordu.
Önceleri İstanbul’un semtlerinde icra edilen şiir meclisleri zamanla bütün Osmanlı topraklarına yayıldı. Selanik, Üsküp, Erzenirrum, Mamüretülaziz, Diyarıbekir, Musul, Bağdat, Halep, Manisa, Engürü gibi şehirlerde meclisler tertip ediliyordu.
Son şiir meclisi Dulkadiroğlu Beyliğinin merkezi, Halil-i Maraşî’nin, Sümbülzâde Vehbi’nin, Yedi Güzel Adam’ın ve dahi Karakoçların memleketi Maraş’ta icra edilecekti. Tabii ki meclisin en ağır misafiri yine Nigâr Hanım’dı.
Bedir mecmuası sahibi, mesul müdürü, başmuharriri, mürettibi, musahhihi, velhasıl her şeyi şair Ziyaeddin Himmet Bey, meclisin tertip heyeti reisiydi. Rasim Enis ve Eyyüb Samim de tertip heyetindeydiler. Mecliste şairlere hoşâmedi merasimini vilayetin maarif müdür vekili Rahman Şikâri Bey deruhte edecekti.
Rivayete göre devrin birçok şairi, hem Nigâr Hanım’ı görebilmek hem de ona kendini gösterebilmek gayesiyle Ziyaeddin Himmet Bey’e mektup yazıp meclise davet edilmek için yalvarmışlardı. Ziyaeddin Himmet Bey de, merhametine mağlup olmuş, “Aman o da üzülmesin, aman bu da kırılmasın, bahusus genç şairleri teşvik edelim.” diye diye meclise kırk şair davet etmişti.
Münzevi şair Tayfun Cemil, Ziyaeddin Himmet Bey’in çırağı sayılırdı. Henüz rüştiyede iken tanımıştı onu. Şiirlerini okumuş, kendisiyle tanışmış, onun rahleitedrisinden geçmiş, onun sahibi olduğu Bedir mecmuasında şiirler neşretmişti. Şair Eyyüb Samim ve Rasim Enis’in yakın dostu, Rahman Şikâri’nin de Dârülfünun’dan sınıf arkadaşıydı. Bu münasebetle Bedir Mecmuası Şiir Meclisi’ne onu da davet ettiler.
Meclis güneş sistemi gibiydi. Sanki on iki seyyare şemsin etrafında dönmekteydi. Meclisin güneşi tabii ki Nigâr Hanım’dı. En çok alkışı o alıyor, en çok iltifata o muhatap oluyordu.
Sahneye çıkan her şair, önce Nigâr Hanım’ın karşısına gelip ceketini ilikliyor, son derece saygılı bir baş selamıyla kendini gösterdikten sonra “Müsaadenizle, Nigâr Hanımefendi!” deyip kürsüye yöneliyor, şiirini basbayağı Nigâr Hanım’a sunuyordu.
Her şair bir şiir okuması için önceden uyarılıyordu, ancak Nigâr Hanım için takdimde sınır yoktu. O istediği kadar şiir okuyabilirdi.
Şiir meclislerinde bütün şairler alfabetik sıra ile sahneye çıksa bile Nigâr Hanım en son çıkardı.
Plaketi herkesten farklıydı ve altın kaplamaydı. Nigâr Hanım’a plaketini vali, sancak beyi ya da şehremini verirdi.
Şölenin son şairi Nigâr Hanım’dı bittabi. Salon bir anda mistik bir ortama dönüşüverdi. Sinek uçsa kanat sesi duyulurdu. Salonu dolduran beş bin kişi esrik mesrik Nigâr Hanım’ın şiirini dinliyordu. Şiir hiç bitmesin istiyorlardı. Sabaha kadar sürse aynı ruh hâliyle dinleyebilirlerdi.
Ama öyle olmadı. Her güzel şey gibi Nigâr Hanım’ın şiirleri de yarım saatte bitti.
Herkes Nigâr Hanım’ı ayakta alkışlıyor, salon yıkılıyordu.
Tayfun Cemil mecliste bir kere daha anladı ki arzın cazibe kanununa muhalefet ve mukavemet manasızdır. Bu biraz da demirin mıknatıstan uzak durma çabasıdır. Heyhat! Ne boş hayal, ne boş emel!
Evvel zamanlarda, kalbur samanlarda nasıldı, bilmiyordu ama Ayzek Nivton’dan beri elmalar yere düşüyordu. Oysa kendisi inatla ve ısrarla elmaları göğe düşürmeye çalışıyordu. Akıl işi değildi bu. Hadi akıldan yana yaya sayılırdı diyelim, peki, gönül işi miydi? Elbette ki hayır! Müsaade etse kendi gönlü de Nigâr Hanım’ın yalısının bahçesine düşebilirdi. Düşseydi efendim, ne beis vardı?
Şölen bitmiş, akşam yemeği için tarihî Deli Gönül Konağı’na geçmişlerdi. Yemekler seçal tarzında, Frenkçe söylersek self servisti.
Nigâr Hanım, yemek almak için kuyruğa girmek üzereydi. İşte tam zamanıydı. Tayfun Cemil için yanlışlarının üzerine sünger çekebilme fırsatıydı bu.
Saygıyla yaklaştı.
“Aman, Nigâr Hanımefendi,” dedi, “biz burada dururken sizin kuyruğa girmeniz yakışık alır mı?”
Gülümsedi Nigâr Hanım.
“Ay, zahmet olmasın, Cemil Beyciğim!” diye karşılık verdi.
Tayfun Cemil, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar cüretkârdı:
“Ne zahmeti, efendim, şeref olur benim için.”
“Estağfurullah,” dedi Nigâr Hanım. “O şeref bana ait.”
O ağırkanlı Tayfun Cemil kendinden hiç umulmayacak bir hamle daha yaptı:
“Siz buyurun masanıza. Hangi yemekleri sevdiğinizi az çok tahmin ediyorum. Tabağınızı masanıza getiririm ben.”
Nigâr Hanım yuvarlak yemek masasına doğru yürürken teşekkürü ihmal etmedi.
Tayfun Cemil, servis tabağını Nigâr Hanım’ın masasına bıraktı. Nigâr Hanım da buna mukabil ikinci teşekkürünü takdim etti.
Tam o sırada diğer şairler de tabaklarına tepeleme doldurdukları kuzu pirzola, Akçaabat köfte, yürüyen tavuk, çırpınan balık… Ne varsa hepsini Nigâr Hanım’ın önüne yığdılar.
Nigâr Hanım şaşkındı.
“Yapmayın arkadaşlar, mahcup ediyorsunuz beni. Bu kadar teveccüh fazla değil mi?”
Hep bir ağızdan,
“Az bile.” dediler
“Sizler de buyurun, lütfen!” dedi Nigâr Hanım.
Demekle kalmadı, önündeki lavaştan birer parça koparıp içine birer köfte koydu ve şairlere ikram etti.
Şairler, hayatlarının en tatlı dürümünü yediler.
Orta yaşlı şairlerden Nejat Münci,
“Biz yemesek de olur, Nigâr Hanımefendi.” dedi. “Yiye yiye şiştik zaten. Göbeğimizi yerden topluyoruz. Bu göbekle şiir yazılmıyor. Herkes Yahya Kemal olamıyor maalesef. Siz yiyin ki yeni şiirler yazasınız. Biz de zevkle okuyalım şiirlerinizi.”
Nigâr Hanım’ın çıngıraklı kahkahası yaladı konağın duvarlarını.
“Ay çok lütufkârsınız, mersi.” dediği duyuldu güzel şairenin.
Ve anında cevap geldi Nejat Münci’den:
“Asıl lütuf sizin varlığınızdır, efendim.”

(İlm-i nücuma göre bu sözden ilhamla takriben yüz sene sonra “Sen Allah’ın bir lütfusun / Gözlerimin nurusun / Seni gören şifa bulur / Gel de gönlüm şifa bulsun” diye başlayan bir şarkı bestelenecek ve Ebru Gündeş künyeli bir muganniye tarafından seslendirilecek.)
Yemekten sonra tarihi Maraş çarşısında dolaşmadan, hediyelik birşeyler almadan ayrılmak olmazdı. Gerçi şehrin mülki amirleri gerekli hediye paketlerini yaptırmıştı ama Nigar Hanım'ın çarşıyı gezeceği dedikodusu kısa zamanda bütün esnaflar tarafından duyulduğundan esnaflar da ona göre hazırlık yapmışlardı. Nigar Hanım ne almak istediyse "Şairem siz sadece kartvizitinizi verin hediyemizi kargo ile göndereceğiz" diyen diyene.
Nigar Hanım İstanbul'a döndükten bir hafta sonra bir kamyon dolusu kargo kapısına gelmiş, çuval çuval biberler, paket paket tarhanadan tutun da çarşıda ne satılıyorsa her esnaf gönlünden koptuğu kadarıyla güzelce hediyeleri hazırlayıp misafirperverliğini göstermişlerdi.
Kargo görevlileri paketlerin tamamını Nigar Hanım'ın yalı görevlisine teslim etmeden başka bir kargo aracı da yalı kapısına yanaşmıştı. Bu sefer de Maraş'ın en ünlü dondurmacıları, durumdan vazife çıkararak özel bir dondurma taşıma aracı ile Nigar Hanım'ın gönlünü fethetmişlerdi.
"Nigar Hanım bu kadar hediyeyi tek başına nasıl tüketecek" diye aklından geçirenler için de doğum gününde bir davet verip gönlüne yakın bulduğu şairlere dağıtacağı kulisler arasında dolaşıyormuş.


Yorumlar - Yorum Yaz