ÂŞIKLAR KAHVEHANESİ/bir

Âşıklar öyle hello çello adamlar değildir. Edep ve erkân bedesteninde yıllarca çıraklık yapıp ustalarından “işin püf noktası”nı öğrenmeden sazı sinesine yaslayıp “zilini zil, bemini bem” eylemeden insan içine çıkmazlar. Usta malı türküler söyleyerek âşıklık talimlerine başlarlar. Sazın tutuluşu, sineye yaslanışı, tellere sevgilinin saçlarına dokunur gibi dokunuşuna kadar özel ihtimam içerisinde çalışmaları gerekir. Onlar konuşmaya başladığı zaman kolay kolay ağızlarını kapatamazsınız. Yeter ki sözün kapısını açsınlar içlerinde ne var ne yok dökmeden rahat edemezler. Onların dili kimi zaman tahra olup doğrar, balta olup yarar, cellat satırı olup kelle bir tarafa beden bir tarafa bırakıveren cinsindendir. Bundan dolayı harbi âşıklar sazları sırtında, kelleleri koltuklarında gezerler.
Bizim âşığımız her ne kadar da Sümmani, Reyhani, Erzurumlu Emrah, Mevlüt İhsani, Âşık Nihani, Seyrani, vb. âşıklardan icazet almadıysa da rahmetli Âşık Necmeddin Hoca’nın dizinin dibinde yetişti. Beyoğlu’nun ara sokaklarında sazlarda barlarda çalıp söyleme yerine sazı sinesine yaslayıp Ümmi Sinan Dede’nin
Seyrimde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül

Sultanının tâcı tahtı
Bağı duvarı güldür gül

Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar

Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazar güldür gül
……..

Ümmi Sinan gel vasfeyle
Gül ile bülbül derdini

Yine bu garip bülbülün
Ah u figanı güldür gül”

Şiirini paldır küldür söyleyenlerin aksine, gönülleri okşayan Hüseyni makamında okuyarak söylemeye başlayınca ustası Âşık Necmeddin tarafından Beyoğlu şehreminliğine aday gösterildi. Seçimi bir makas kırkımı payı kaybedince bu sefer de İstanbul şehreminliğine aday gösterilerek, çakma âşıklardan İstanbul’u kurtardı. Göreve gelir gelmez susuzluktan ekşi ekşi kokmaya başlayan İstanbul’u su ile gani-garrah eyledi. “İstanbul İstanbul oldu olalı böyle hizmet görmedi” denecekken uyduruktan bir bahane ile “Medrese-i Yusufiye”de soluklandırdılar.
Gel zaman git zaman derken “Beni Allah tutmuş kim eder azat” deyip mücadelesini sürdürmeye başladı. Onu size uzun uzun anlatmaya gerek yok. Zaten adı üstünde “Uzun Adam” Divan sazını sinesine yasladığı zaman tüm çakma âşıklar koro halinde: 

Hay edende haya teper
Peh peh peh peh!
Huy edende huya teper
Hey hey hey hey!

diyerek ona meydanı dar etmek isteseler de buna güçleri yetmedi.
Zaman içinde uluslararası bir üne kavuşan bu âşık ile atışacak âşık aradılar ama bulamadılar. Özellikle Davos’ta toprağı bol olsun Simon Peresî’nin ters ayakla hakkını avcuna yığdığında bütün dünya televizyonlarının ana gündem konusu olup millet olarak göğsümüzün nasıl kabardığını dün gibi hatırlıyorsunuz değil mi? İçinizden “obovv hatırlamaz olur muyuz, Peresî’nin dilini damağına yapıştırdı. Höt dese altına kaçıracaktı.” Dediğinizi duyar gibiyim.
Her neyse gibi gibileri bir tarafa bırakalım. Çok laf üretip az söz devşirmeyelim.
Hükümetin önünden geçmeye korkanlar hükmetme salahiyetlerine kavuşunca “Nasıl olsa başımızda Uzun Adam var, onun gölgesinde biz de geçiniriz” deyip işleri savsaklamaya başlayınca “ortalık Kel Ali’nin bağına döndü” ve Pensilvanya’dan bir gece esen bir şer rüzgârı neticesinde olanlar oldu. Çok şükür aynı gece millet ferasetini gösterip haşhaşileri “hal etti”ler.
Her ne kadar sazı çalmasını bilmesem de biraz atışma kabiliyetimden kaynaklansa gerek parmaklarımı tuşların üzerine koyduğum zaman ağzımı frenleyemiyorum. Artık sözü sazın ustasına bırakalım bakalım. “Metal yorgunu” olan arkadaşlarına ne demiş de ne söylemiş. O söylesin, biz yazalım, sizler de şad olun:

Aklını başında gezdirmeyeni
Kapının ardına koyarım gider.
Gönlüyle sarıp da kızdırmayanı
Don atlet koyarım soyarım gider.

Çaktırmadan yan cebine koyanı
Gece gündüz it nefsine uyanı
Sözü verip arkasından cayanı
Bal kabağı gibi oyarım gider.

Kirli işe kim uzatır elini
Bir söz derim yuttururum dilini
Koltuğu çekerim kırar belini
Yüzünü karaya boyarım gider.

Makam aracıyla caka satanı
Merdi koyup namertleri tutanı
Ana gibi görmüyorsa vatanı
Bir eksik bir fazla sayarım gider.

Boş sözleri karıştırıp karanın
Hin düşünü hayırlara yoranın
Devletin malına pusu kuranın
Balyasına ateş kayarım gider.

Kabak gibi sırıtarak güleni
Hünsa gibi kırıtarak geleni
Yolda bulduğunu yoldaş bileni
Yoklar arasında sayarım gider.

Garip gurabadan öte kaçanı
Gâvura haine kucak açanı
Her gün har vurarak harman saçanı
İri soğan gibi kıyarım gider.

Âşık Recep sözü gel tamam eyle
“El iki söylerse sen birin söyle”
Vel hâsılı kelam hal böyle böyle
Dostlar baki kalır ağyarım gide


Yorumlar - Yorum Yaz