NİGAR HANIM VAY/bir-Bir Nigar'a Bin Nazar

Özür
Edebiyat tarihindeki saygın ismini bir parodiye karıştırdığım için Şair Nigâr Hanım’ın ruhaniyetinden af dileyerek.

Attilâ İlhan’ın Haco Hanım Vay romanını okuyanlar bilir. Osmanlı’nın çöküş günlerinde Tabip Yüzbaşı Feridun Hakkı’nın Şam’da başlayan tutkusudur Haco; Şam’dan İzmir’e taşıdığı imkânsız aşkıdır.
Kimdir Haco?
Yeşil gözlü, barut esmeri bir dilber.
Bizde de bir Nigâr Hanım vardır. Yeşil gözlü, barut esmeri falan değildir ama şairdir, yazardır, zarafet heykelidir ve herkesin hayalidir. Yani bizim buralarda her arkadaş bir Feridun Hakkı’dır.
(Bu bir serbest çağrışım sadece. Gerçekte Nigâr’la Haco’nun hayat hikâyeleri arasında hiçbir benzerlik yok.)
Nigâr Hanım’ın etrafında herkes pervanedir. İltifatlar şelaledir.
Nigâr binti Osman’dır o; yani Osman kızı Nigâr.
(Editörün notu:
Nigâr Hanım’ın babası, herkesin “Macar” lakabıyla tanıdığı Osman Paşa’dır. Yazar, ileride bir punduna getirip hakkında ayrıntılı bilgi vermeli.)
Nigâr Hanım şiir yazmaya çok erken yaşta başlamıştır. Efsus’u yayımladığında yirmi bir yaşındadır. Sonra Efsus 2, Niran, Aks-i Seda, Safahat-ı Kalb, Elhan-ı Vatan gelir ilk kitabın ardından. Tesir-i Aşk ve Girîve diye tiyatrolar da yazar Nigâr Hanım.
Şiirde aruzu, serbest nazmı ve heceyi kullanır. Lirik bir söyleyişe sahip olduğu hususunda herkes hemfikirdir.
Aruzla yazdığı şiirlerde vezin kusurları görülür ama edebiyat dünyasında o kusurları görecek göz nerede? Nigâr Hanım’ın ahu gözleri yeter.
Yazdığı şiirin güzel olmama ihtimali yoktur. Henüz yazmadığı şiirler bile çok beğenilir. Onun kendisi şiirdir zaten. Çevresindeki hayran kitlesi konunun bu boyutundadır ekseriya.
(Ara Not:
Kıraç 19. yüzyılda yaşasaydı “Endamın yeter / Gözlerin yeter / Uğramasın sana / Ne hüzün ne de keder” diye başlayan şarkısını Nigâr Hanım için söylerdi. Nokta.)
Nigâr Hanım kadın şairleri etkilediğinden on kat fazla erkek şairleri etkiler. Erkek şairler onun şiirlerine nazire yazabilmek, ona şiir ithaf edebilmek, dahası ithaf ettikleri şiirleri konaklarda, yalılarda düzenlenen meclislerde ona bakarak okuyabilmek için birbirleriyle yarışırlar. En sevdiği çiçek hanımeli diye, Nigâr Hanım’ı hanımeli yağmuruna tutarlar.
Nigâr Hanım genel ağda hece vezinli, bol kafiyeli ve redifli bir manzume paylaşmayıversin bin beğeni, beş yüz yorum yağar üstüne.
“Azize şairemiz, manzumeniz fevkalâde, hatta harikulâde.”
Başka türlü olamaz ki zaten.
Diyelim ki Nigâr Hanım, aruz ölçüsüyle imalesi, zihafı bol bir şiir yazdı ve sosyal medyada takipçilerinin ilgisine sundu. Övgüler uçuşur sanal âlemde: “Mükemmel, muazzam, muhteşem...”
Türk şiirinin kraliçesidir o.
Memleketin en çok dil (Almanca, Fransızca ve Rumcayı çok iyi; Arapça, Farsça, İtalyanca, Macarca ve Ermeniceyi okuyup yazarak anlayacak düzeyde) bilen şairidir.
Şiir meclislerinin üç saatte üç kostüm değiştiren, böylece meclisleri defileye çeviren ve açıkça söylemek gerekirse en şık giyinen misafiridir.
(Yazarın notu:
Bakın, farkına varmadan ben de birbirini izleyen iki cümlede “şair-misafir” kafiyesi yapıp secili bir anlatım gerçekleştirdim, iyi mi? Nigâr Hanım beni de etkilemiş olmalı.)
Nigâr Hanım’ın “en”leri bunlardan ibaret değildir. “En çok şiir yazan, en çok hayranı olan, sosyal medyada en çok takipçisi bulunan, şiir meclislerine en çok davet edilen, en çok imza gününe katılan ve mecmualara en çok mülakat veren kimdir?” derseniz odur.
Nâzım Hikmet’in Lüküs Hayat’ta sözünü ettiği “Şişli’de bir apartıman”da değil, biraz Nişantaşı’ndaki konakta biraz da Rumelihisarı’ndaki yalıda yaşar.
Salı günleri dönemin ünlü şairleri, yazarları, ressamları, müzisyenleri, kâtipleri, zabitleri, hafiyeleri, jurnalistleri konakta / yalıda toplanır; felekten çaldıkları ebruli vakitlerde şiirler okur, şarkılar seslendirir, sanat ve edebiyat üzerine söyleşirler.
Misafirler arasında kimler yoktur ki? Başta Maarif Nazırı Münif Paşa (Ki şairdir, Nigâr Hanım’ın şiirlerine nazireler yazmış, Efsus kitabını padişaha arz etmiştir.), sonra Ahmet Mithat, Abdülhak Hâmid, Şeker Ahmet Paşa, Ahmet Rasim, Kemani Tatyos, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin, Halid Ziya, Faik Ali, Ali Ekrem, Leyla Hanım, Emine Semiye, Fatma Aliye, İtalyan ressam Fausto Zonaro ve daha niceleri… Hatta Pierre Loti, Paul Bourget, Sully Prudhomme gibi ecnebi yazar ve şairler… Edebiyat dünyasında Carmen Silva takma adıyla yazdığı şiir, roman, hikâye, deneme türlerinde eserleriyle tanınan Pauline Elisabeth yani Kral I. Carol’un eşi, Romanya’nın ilk kraliçesi. Kendileri gelmese de fotoğrafları süsler salonu.
Nigâr Hanım, salı toplantılarında misafirlerine mutlaka bol acılı çiğ köfte ve ayran ikram eder, piyano ve kanun çalar. Bazı musiki parçalarını Kemani Tatyos’la birlikte geçerler, Ahmet Rasim kendilerine refakat eder.
Nigâr Hanım emsalsiz çekim gücü ve çevresinde oluşturduğu sihirli hava ile daima ilgi odağıdır.
Şairler “Bana gülümsedi, yok bana baktı, hayır, bana daha çok baktı.” diye kıyasıya bir kavgaya tutuşurlar. Ondan bir yan bakış yakalayabilmek için çırpınırlar.
Şiir meclislerinde bir mum yanmış da etrafına kelebekler üşüşmüş gibi olur. Böylece klasik dönemlerin Şem ü Pervane efsanesi bir kez daha yaşanır.
Nigâr Hanım’la Şehzadebaşı’nda “-Merhaba, hanımefendi. -Merhaba, beyefendi. -Nasılsınız efendim? -İyiyim, efendim, teşekkür ederim, siz nasılsınız? -Teşekkür ederim, efendim, ben de iyiyim.” repliklerinden ibaret bir tanışmanın öznesi olan münzevi şair Tayfun Cemil, onun hayran kitlesine dâhil olmadan, salı toplantılarına katılmadan, kendi hâlinde (Tevfik Fikret’in deyişiyle “kimseden ümmid-i feyz etmeden, perr ü bâl dilenmeden, kendi cevvinde, kendi eflâkinde tair” olarak) Beylikdüzü’nde bir gecekonduda öylesine yaşayıp gidiyordu. (Tabii buna yaşamak denirse.)
Bir gün yolu Ahmet Mithat Efendi’nin Beykoz’daki yalısında düzenlenen şiir meclisine düştü. Nigâr Hanım’la bir kez daha karşılaştılar. Yine aynı replikler tekrarlandı. Kısa bir sessizlikten sonra Nigâr Hanım cıvıl cıvıl bir sesle,
“Ay, ben sizi hep nüktedan bir sima olarak hatırlıyorum.” deyiverdi.
Tayfun Cemil afalladı birden.
“Emin misiniz, hanımefendi?” diye karşılık verdi. “Beni başka biriyle karıştırmış olmayasınız.”
“Hayır hayır!” dedi Nigâr Hanım. “Eminim, sizsiniz o.”
Tayfun Cemil hayret denizinde kulaç attı bir süre. Zira çevresinde çok az konuşan, acayip ciddi, asık suratlı, hatta inanılmaz derecede sıkıcı biri olarak tanınırdı.
“Allah Allah, Allah Allah!” diye diye kaçar gibi uzaklaştı oradan.
Ertesi akşam arkadaşı ve yakın dostu, Malumat dergisinin mesul müdürü şair Eyyüb Samim’e anlattı durumu.
Eyyüb Samim iki kahkaha arasında,
“Anlamadın mı, mirim?” dedi. “‘Benimle alâkadar ol, bana iltifat et!’ demek istemiş güzel şairemiz.”
Tayfun Cemil’in şaşkınlığı ikiye katlandı.
“Vay canına!” dedi. “Hiçbir şey anlamadım, Allah canımı alsın.”
“Anlasaydın ne yapardın?” diye sordu Eyyüb Samim.
“Hiiiç” diye cevapladı Tayfun Cemil. “Daha hızlı kaçardım herhâlde.”


(devam edecek)


Yorumlar - Yorum Yaz