İRFANİ'NİN KİRLİ ÇAMAŞIRLARI

Efendim bazıları soruyor, “Bu kız kaçırma hadisesi ne zaman oldu, nasıl bitti, seni kim ihbar etmiş?” diye. 90’lı yıllarda olan bu hadise işte tıpkı anlattığımız gibi bitti. Herkes kendi yolunu çizdi. Doktor Osmaniye’ye tayin oldu, muallim de Aksaray’a. Bir daha birbirlerini gördüler mi, görmediler mi bize meçhul… Dedikodu-ya da gerek yok.
Beni asıl ihbar edenin Törüd’ün Kel Irıza olduğunu da öğrendim tabii ki. Artık bu herif çizgiyi aşmıştı. Buna bir ders vermem lazımdı. Ne yapsam, ne etsem diye düşünüp duruyordum.
Zaman geçtikçe intikam daha da tatlanırmış. Hatta derler ki adamın birisi kırk yıl sonra intikamını almış hasmından. Ne demiş biliyonuz mu? Ben söyleyim: “Ulan bek evmişim!” yani çok acele etmişim, demiş. Za-ten intikam soğuk yenilen bir aşmış. Ben de dolaba attım, bakalım günler ne getirecek dedim. Kayfeye seyrek gidiyorum, bu mendeburla karşılaşmayayım diye. Lakin ben gitmesem de bana gelenler çoğaldı. Derken bir de baktım benim ev köy odası olmuş.
Bir gün şehere yolum düştü. Çarşıda gezerken bizim kasabanın eski reisi Yunus Bey ile karşılaştık. Ona takıldım. Birlikte büyük bir çarşıya gittik. Evine yeni bir buzdolabı alacakmış. Bayinin birinden çıkıp birine giriyoruz. Derken bir bayiye daha girdik. Baktık dört beş kişi oturmuşlar sohbet ediyorlar. İçlerinden birisi Yunus Bey’i görünce hemen ayağa fırladı.
“Vay Yunus Başkan, sen buralara gelir miydin? Hele oturun.” diye bize yer gösterdi. Sonra da çırağına seslendi. “Oğlum çay getirin misafirlere.”
Yunus Bey onlara beni takdim etti. Bu okumuş yazmış takımı da çok naif oluyor, çok lafazan oluyor. Be-ni bir methetti bir methetti görmeliydiniz. Bu yörenin en arif insanıymışım, sözüm sohbetim dinlenir, ekme-ğim yenirmiş. Bir taraftan methedilmek çok hoşuma gitse de utanmadım da değil hani. Sohbet koyulaşmıştı ki içeri bir çiçekçi kadın girdi. Saçında kocaman bir gül takılı, ağzında cakkur cukkur çiğnediği bir sakız... Çırak, kadına engel olmaya kalksa da patron onu tanırmış.
“Bırak gelsin, sen işine bak!” diye tersledi çocuğu. Kadın geldi önümüze dikildi:
“Abe açın elcağızlarınızı da bakayım falınıza!” demez mi?
Biz Yunus Bey ile şaşırmış biraz da tırsmıştık. Adamlar sıra ile ellerini açıp fallarına baktırdı. Kadın hep-sine hoşlarına gidecek bir şeyler söylüyor ve bahşişi kapıyordu. Sıra bana gelince dedim ki:
“Kızım benim falım yıllanmış, yolum yollanmış. Ben kocamış bir ihtiyarım falıma bakıp da ne görecek-sin?”
Kadın ağzını açmadan dükkân sahibi Şeref Efendi araya girdi:
“Mızıkçılık yok İrfani Ağa, aç elini baksın. Parası bize ait!”
Kadın bu söz üzerine sağ elimi kaptığı gibi avucumdaki çizgileri eliyle yoklamaya başladı:
“A be dede, senin kırdığın kırkı geçmiş! Girmediğin, çıkmadığın yer yok. Nerden başlasam bilmem. Gençliğinden mi, kocalığından mı?”
Baktım kadın eski defterleri açacak, hemen elimi geri çektim.
“Git kızım işine! Şu yaşa gelmiş adamın falı mı olur?” dedim.
Kadın bir hamlede elimi yine kaptı. Ben asılıyorum, o asılıyor. Valla ne yalan söyleyeyim, kadın benden güçlüymüş, parmaklarını mengene gibi geçirdi koluma. Tekrar başladı anlatmaya:
“Senin bir hasmın var! Sen bu adama çok kızmışsın. Çok yakında ondan öcünü alacaksın. Hem de öyle alacaksın ki bir daha ayağına dolaşmayacak.”
Ben şaşırmıştım. Kadın gerçekten de hasmım olduğunu bilmişti. Oradaki adamlar heyecanla “Bildi mi, bildi mi?” diye sormaya başladılar. Ben de olayı kapatmak için:
“Yok be nereden bilsin, atıyor işte. Benim gibi bir adamın ne hasmı olur?” dedim.
Kadın itiraz etti:
“Adının ilk harfi R değil mi?”
Yine oradakiler heyecanla “Bildi mi?” diye sordular. Ben de saf saf:
“Valla kızdığım birisi var sanırım onu kast ediyor ama adamın adını bilemedi. Dedim ya canım, atıyor iş-te! Adamın adının ilk harfi ‘R’ değil ‘I’” dedim. Kadın dellendi. Kolumu bükerek:
“Bana bak moruk, kafamın tasını attırma, sayarım şurda cemaziyelevvelini, pusulanı kaybeder, evinin yo-lunu bulamazsın. Adımın adı Rıza! Hem de Kel Rıza. Babasına da Törüd Mehmet demiyor musunuz?”
Benim nutkum tutulmuştu. Ulan vela havle… Karı in midir, cin midir, peri midir, aklım çıkayazdı. Öyle ya dil alışkanlığı Rıza’ya Irıza diyoruz.
“Tamam, tamam biz Rıza’ya Irıza diyoruz da ondan karıştırdım. Doğru söylüyor.” dedim.
Kadın kızmıştı, devam etti.
“Ulan sen eski külhanbeylerinden, eski kulağı kesiklerden değil misin? Sen köydeki tarlaları satıp iş tuta-cağım diye Ankara’ya gitmedin mi? Ulus’ta Yıldız Pavyona dadanıp karılarla tüm parayı yemedin mi? Orada İzmirli Ahu’ya tutulup maraza çıkarınca seni iyice bir dövüp don gömlek dışarı atmadılar mı? Sıfırı tüketince bir küfe bulup pazarlarda küfecilik yapmadın mı?”
Benim nutkum durduğu gibi kadın az daha konuşsa kalbim de duracaktı neredeyse:
“Tamam bacı, doğru bildin. Pes!” dedim.
Kadın da muzipçe:
“Hah şöyle imana gel babalık!” dedi “Ha bir şey daha vardı...” deyince bereket dükkân sahibi girdi dev-reye, hemen cebinden bir yüzlük çıkarıp karının avcuna sıkıştırdı ve boynunu bükerek:
“Kız misafirimi sıkıştırma, bak keserim istihkakını. Biz seni biliyoruz.” dedi.
Bu söz üzerine kadın beni bıraktı ve Yunus Bey’e döndü. Valla onun da beti benzi atmıştı. Elini vermek istemedi. Param yok falan gibi mazeretler söylese de Şeref Efendi ısrar edince Yunus Bey elini kadına verdi. Kadın, Yunus Bey’in elini evirdi çevirdi. Lakin her hareketinde kadının yüzü allak bullak oluyordu:
“Amca sen bir seçime hazırlanıyorsun değil mi?”
Bu söz üzerine Şeref Efendi:
“Başkan, hadi hayırlısı!” diye bağırdı.
Oradaki herkes gibi ben de sevinmiştim bu duruma. Lakin kadının yüzü iyice düşmüştü. Tane tane anlat-maya başladı:
“Amca sen seçime girme. Zira sağlığın tehlikede… Rakiplerin seni yarıştan saf dışı etmek için sana büyü yapmışlar. Maalesef senin çok yakında ayağın kesilecek. Sen iyisi mi kendine bu işlerden anlayan gerçek bir hoca bul. Bu büyüyü bozdur.”
Yunus Bey de bizler de çok şaşırmıştık. Kadın devam etti:
“Amca sakın itiraz etmeye kalkma. Senin evin, ağaçlar arasında ve küçük bir tepenin üzerinde iki katlı bir ev. Ancak bu bahçede bir ağaç dibi yok ki bir muska gömülmemiş olsun. Ayrıca evin çatısında tam orta ba-canın dibinde bir torbada bir avuç muska var. Onu yeni koymuşlar. Ayrıca sana bu büyüyü yapan hoca ek-meğini çok yemiş, seni seven bir kişiymiş. Bu adamı tehdit ederek seni öldürmek kastıyla muska yaptırmışlar. O da sana kıyamamış hastalanman için yapmış. Adam kim dersen boşa sorma zaten ölmüş.”
Ortam buz kesmişti. İçeriyi ölüm sessizliği kapladı. Şeref Bey araya girdi:
“Ettin bir hayır tut çenedini ayır diye bir laf var. Bari bu büyüyü çöz de adam kurtulsun.”
Kadının beti benzi sararmaya başladı:
“Bu iş beni aşar. Ben anlamam işin o tarafını!” dedi.
“Bari bizi bildiğin birine yönlendir.” dedik.
Karı demesin mi “Bu iş de ayrı bir ücrete tabi.” diye? Çıkardık avcuna bir yüzlük daha tosladık. Kadın “Kara Fadik var, Kale’de. Bizi Çiçekçi Gülendam gönderdi deyin, selamımı söyleyin.” dedi ve sonra olduğu yere külçe gibi yığıldı. Sara krizi geçirir gibiydi. Allah’tan bu durum çok sürmedi de kadın kendine geldi. Toparlanınca da sessizce çıkıp gitti.
Hepimizin neşesi kaçmıştı. Müsaade isteyip biz de oradan çıktık. Ağzımızı bıçak açmıyordu. Cadde boyu aşağı yukarı birkaç kere yürüdük. Biraz kendimize gelince Yunus Bey telefonla oğlunu aradı ve bizi almasını söyledi.
On dakika sonra oğlu geldi. Önce bir lokantaya gittik. Yunus Bey oğluna bu hadiseyi anlattı. Baktım adamın hiç umurunda bile değil. Onun hakkında babasının yerine kendisi aday olmak istiyor diye bazı laflar duymuştum. Hayat bu, bazen kendi oğlun bile rakibin oluyor işte.
Yemekten sonra büyük camide namazlarımızı kıldık. Camiden çıkınca sordum:
“Fadik’e gidecek miyiz? Ben burada küfecilik yaparken tanıdım Arap Kızı Fadik’i. O da suya bakardı. Bir sürü insan gelirdi evine.”
Başkan, çenesini ovuşturdu:
“Biliyor musun evini?” dedi.
“Kaleye yakın bir mahallede iki katlı önü bahçeli bir evde otururdu. Acaba orayı bulabilir miyim bilmiyo-rum ama denemeye değer. Bence gidelim Başkan.” dedim.
Başkan tereddüt yaşasa da “gidelim” dedi. Oğlu Cengiz’e yolu tarif ettim. Kale Mahallesi’nde birkaç sokak dolaştık ve sonunda evi bulduk. Başkan ve ben arabadan indik. Kapıyı çaldım. İçeriden orta yaşta bir kadın çıktı.
“Fadik ablayı arıyorduk. Bizi Çiçekçi Gülendam bacı gönderdi, selamı var.” dedim.
Kadın biraz şaşırdı:
“Ne yapacaksınız Fadik ablayı?” diye sordu.
“Bir meselemiz vardı da ona bakım yaptıracaktık.” dedim.
Kadın beni dikkatlice süzdükten sonra:
“Annem öleli on sene oldu. Gülendam bilmiyor mu? Allah bilir burayı tarife para da almıştır.” dedi.
Başkan’la birbirimize bakıştık. Kadın araya girdi:
“Gülendam’ı bırak şimdi de seni tanıyacak oluyorum ama tam emin değilim. Sanki Küfeci İrfani’ye ben-ziyorsun. O değil misin?”
Kadının yıllar sonra beni tanımış olmasına şaşırmıştım. Zira yirmi senedir köyde yaşıyordum.
“Evet iyi tanıdın.” dedim.
“Bize çok müşteri getirmiştin. Annem seni çok severdi. Şöyle bir damadım olsa derdi hep. O zamanlar is-teseydin varırdım o da ayrı ama artık geçti.” dedi.
Ben utancımdan terin suyun içinde kalmıştım:
“Kız nereden çıkardın şimdi alma varma işini. Ben zaten evliydim. Gözün kör olmasın.” diye durumu kur-tarmaya çalıştım. Başkanın yanında iyice karizma çizilmişti bugün.
Kadın:
“Olsun, bir yiğide iki karı çok mu? O zaman istesen varırdım. Bana hiç yüz vermedin zaten. Öyle ya üfü-rükçünün kızı ile evlenip de cini periyi başına musallat edecek değildin ya! Ben de evlendim, barklandım, çoluk çocuğa karıştım ama kocam öldü. Bu saatten sonra da koca kahrı çekemem.” demez mi?”
Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Başkan da müstehzi bir yüz ifadesiyle:
“Hayırdır İrfani Ağa, bugün çamaşır günün ellam. Amma kirlin varmış!” dedi.
Bu defa kadın lafı ağzımdan aldı:
“Sahi böyle kapıda mı konuşacağız, içeri buyurun.” dedi.
Baktım içeri girersek benim saklı gizli bir şeyim kalamayacak. Kaçmanın yolunu aralamak için:
“Yok, rahatsız etmeyelim. Arkadaş da arabada bekliyor. Madem Fadik abla vefat etmiş. Allah rahmet ey-lesin. Bizim iş olmaz, biz hiç girmeyelim.” dedim.
Kadın bir kahkaha daha attı. Başkanı da alttan alttan süzerek bir gerdan kırdı.
“Bağ yoksa bedeli var Küfeci. Ben ne güne duruyorum? Ben bakayım. Annem bana el verdi. Artık bu işi ben yürütüyorum. Haydi, çağır arkadaşını da girin içeri. Bu arada unuttuysan hatırlatayım. Ben Elif.” demez mi?
O zaman hatırladım Fingirdek Elif’i. Hatırlayınca da elim ayağım boşandı, Başkan koluma girmese düşe-cektim. İşte yine şapır şapır terlemeye başladım. Anlatmaya mecalim kalmadı. Şimdilik benden bu kadar.

 


Yorumlar - Yorum Yaz