APA ŞİRAZEN KOPA

Lisansüstü tez savunmalarında sık karşılaştığımız bir kuraldır: Tezler, enstitülerin hazırladığı kılavuza göre yazılmalıdır. Orada dipnot verme ve kaynak gösterme konusunda kesin talimat vardır.
Tezin yazımıyla ilgili bir eleştiri yaptığınızda aday derhâl savunmaya geçer:
“Hocam, Tez Yazım Kılavuzu’nda böyle yazıyor. Hocam, APA6’ya göre şöyle; hocam, APA7’ye göre böyle.”
“Hay APA’nız bata!” deyin bakalım.
APA’ya dönüp “APA, çeneni kapa!” da diyemezsiniz.
Yine de tutamam kendimi. Her seferinde tekrarlarım: İzin vere de APA / Aday tezini yapa!
Gerçekten de bir APA’dır, tutturmuş gidiyoruz. Zannedersin kutsal metin. Kelimesine dokundurmuyorlar.
Neymiş?
Amerikan Psikoloji Derneği (American Psychology Association), akademik çalışmalarda esas alınmak üzere bu yazım kurallarını belirlemiş.
Kaynakları yazarken sıralama şöyle olacakmış:
Yazarın soyadı virgül adı (kısaltmalı) nokta parantez içinde yayının tarihi nokta yayının adı (İtalik olacak ve ilk harf dışında bütün kelimeler küçük harfle başlayacak. [Özel admış, TDK Yazım Kılavuzu’ymuş, kim dinler?]), yayının yeri (APA7’ye göre olmasa da olur.) iki nokta üst üste yayınevi adı nokta.
Diyelim ki, soyadı aynı olan yazarlar var ve biz şöyle bir künye yazdık:
Kaplan, M.
Kim bu?
Kaplan olmaya Kaplan da, Mehmet mi, Mine mi, Mahmut mu, Meryem mi, Mustafa mı, Muazzez mi, Metin mi, Müzeyyen mi, Macit mi, Merve mi? Hangisi ya da hiçbiri mi?
Peki, diyelim ki bir yazarın soyadı yok? Olamaz mı? Hayır, efendim! Müdürler, editörler, hakemler ağız birliği etmiş:
“Ben anlamam, arkadaş! Soyadı yazacaksın.”
“Yahu yok, soyadı yok! Hiç olmamış. Adam soyadı kanunu çıkmadan önce yaşamış ve ölmüş. Anlasanıza!”
“Ben onu bunu bilmem, soyadı olacak.”
“Ne yapalım peki, soyadı mı uyduralım?
“Bilmem. Soyadı şart.”
Benim dünya tatlısı akademisyenim ne yapsın?
Rübab-ı Şikeste’den bir şiir alıntılamış. Makalesinin/kitabının sonunda kaynak göstermesi lazım. El mecbur şöyle gösteriyor:
Fikret, T. (1999). Rübab-ı şikeste. İstanbul: İnkılap. (Veya sadece İnkılap).
Adama ailesinin koyduğu ad “Mehmet Tevfik”. Babası Hüseyin Efendi nüfus kütüğüne böyle yazdırmış. “Fikret” şairin eklediği ad ama soyadı değil. Ömrü vefa etmemiş, ne yapalım?
Adam kırk yedisinde ölmüş. Bir soyadına sahip olabilmesi için on dokuz buçuk yıl daha yaşaması gerekiyormuş. İşini ve yaşını altmış altıya bağlayabilseymiş künyesi APA’ya uygun olacakmış.
Ne yapsın? “Kara bahtım, kem talihim” deyip kara toprağa girmiş.
Bir başka başarılı akademisyen kardeş, Haşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar”ından alıntı yapmış. “Şiir hikâye değil sessiz bir şarkıdır.” özlü sözünü aktarmış. Kaynak bilgisi olarak da şöyle yazmış:
Haşim, A. (2020). Bütün şiirleri. Dergâh Yayınları. (APA7’ye göre)
“Şairlerin en garibi” Haşim 4 Haziran 1933’te vefat etmiş. Soyadı Kanunu 21 Haziran 1934’te Resmî Gazete’de yayımlanmış, 3 Ocak 1935’te yürürlüğe girmiş. Demek ki Merdiven şairimiz bir buçuk yıl daha yaşasaydı bir soyadı olacaktı. Ama yok!
Ne yapalım şimdi? Oldu olacak, mesela Çelebi unvanlı bütün isimlere uygulayalım bunu:
16. yüzyıl şairi Prizrenli Suzi Çelebi’yi nasıl yazalım?
Çelebi, P. S. mi, Prizrenli, S. Ç. mi?
İşte size dört bilinmeyenli bir denklem. Piyasada dört bilinmeyenli denklemleri çözen hesap makineleri var. Alın isterseniz. Ama bir faydası olacağını sanmıyorum.
Şimdi biraz geri gidelim.
17. yüzyıl seyahatname yazarımız Evliya Çelebi’nin o muhteşem eserinden bir alıntı yaptık. Kaynakça’da gösterelim bakalım.
Çelebi, E.
Affedersiniz, Evliya Çelebi’nin kütükteki adı Derviş Mehmed Zıllî. Hadi, onu da makalenizin/kitabınızın Kaynakça’sında siz gösterin bir zahmet.
Yardımcı olmamı ister misiniz?
Zıllî, D. M.
Cihannüma ve Keşfüzzünun gibi kitapların yazarı Kâtip Çelebi’yi unutmayalım:
Çelebi, K.
Malum, Kâtip Çelebi’nin bir adı daha var: Hacı Halife. Onu da isterseniz aşağıdaki biçimde yazabilirsiniz:
Halife, H.
Diyelim ki Fuzulî Divan’ından “Zira ki ilimsiz şiir esası yok duvar gibi olur ve esassız duvar da gayette bîitibar olur.” cümlesini alıntı yaptık. Metin içinde dipnot bilgisini “Fuzulî, 1990: 14” olarak verdik.
Peki, Kaynakça’da nasıl vereceğiz? Adamın soyadı mı var? Fuzulî ne? Mahlas yani şiirlerinde kullandığı takma ad. Adının Mehmet olduğunu da biliyoruz. Şöyle bir künye nasıl olur?
Fuzulî, M. (1998). Divan. (haz. K. Akyüz, S. Beken, S. Yüksel, M. Cumbur). Ankara: Akçağ Yayınları.
Ha, unutmadan şairimizin doğum yeri Bağdat. Bazı kaynaklarda adı “Fuzulî-i Bağdadî” diye geçiyor. O hâlde şöyle de yazabilir miyiz?
Bağdadî, F. M.
Aklımı seveyim.
Ey şanlı akademi! Anla beni, çok bilimsel bir konuda çözüm üretmeye çalışıyorum. Kafa patlatıyorum. Kıymetimi bil.
Daha yakına gelelim.
İbrahim Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Recaizâde Mahmut Ekrem, Muallim Naci, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif kaynakçada nasıl yer alacak?
Şinasi, İ., Kemal, N., Paşa, Z., Ekrem, R. M., Şahabettin, C., Nazif, S. biçiminde mi?
Cenap’a bir paragraf açayım: “Elhan-ı Şita” şairi ay farkıyla bir soyadına sahip olamadan dünyadan göçtü. 13 Şubat 1934’te kapısını çalan Azrail’e dokuz ay on gün direnebilseydi, Soyadı Kanunu’yla tanışacak ve belki de adı edebiyat tarihine Cenap Şahabettin Elhan olarak geçecekti. Nasip değilmiş.
Süleyman Nazif yedi buçuk yıl daha direnip elli altı değil de hiç olmazsa altmış üç yaşında ölseydi kardeşi Faik Ali’nin ve yeğenleri Halit Fahri ile Munis Faik’in taşıdığı “Ozansoy” soyadını paylaşacaktı.
Şu fani dünyadan bir soyadı alamadan gitmek ne hazindir, birader! Gel de üzülme!
İyi ki Tanzimat Dönemi ikinci kuşak şairi Abdülhak Hâmid uzun yaşadı da seksen iki yaşında “Tarhan” soyadını aldı. Şimdi künyesini gönül rahatlığı içinde “Tarhan, A. H.” olarak yazabiliyoruz. Edebiyatımızın “şair-i azam”ına bizi bilimsel bir karmaşadan kurtardığı için ne kadar teşekkür etsek az.
Siz şimdi bana “Amma takıntılısın.” diyeceksiniz belki ama ne yapayım?
Soyadı olmayan yazar ve şairlerin künyesinin bilimsel bir yayının kaynakçasında nasıl yazılacağı problemi aklımı kurcalamaya devam ediyor.
Allah’ım, Türkiye’de bilimle uğraşmak ne kadar zor!


Yorumlar - Yorum Yaz