Bir bakkal açmıştı gariban Bilâl
Malından yemezdi azık beklerdi
Veresiye gitti onca mal-melâl
Çok zaman midesi ezik beklerdi
Sabır mesleğiydi yoktu okulu
Gelen aldatırdı bu masum kulu
İçmeden sarhoştu yarı uykulu
Kuru sandalyede sızık beklerdi
Gelene “He” derdi yatardı safa
Çok da güvenmezdi büyük esnafa
Toptancı bir türlü gelmez insafa
Alışverişlerde kazık beklerdi
Bıldırdan kalmaydı bir kasa sucuk
Hücumla çokardı sinekle mucuk
Sırtında pörsümüş solmuş bir kocuk
Dağ namazı kalkar rızık beklerdi
Bazen hastalanır bazen öksürür
Bazen sektelerdi bazen dik yürür
Bazen hiddetlenir bazen köpürür
Bazen de çok sakin nazik beklerdi
On çocuk okuttu onca darlıkta
Çok dostu var idi eski varlıkta
Nitekim son ömrü defterdarlıkta
Kuyruğa geçerek tüzük beklerdi
Ne yaptı, ne etti, dolmadı testi
İçinden sessizce gürledi, esti
Olmazdı kasada paranın üstü
Gelen müşteriden bozuk beklerdi
Alacak doluydu kara defteri
Sıkıntı basardı akardı teri
Vergiden, cezadan daha beteri
Memur karşısında ezik beklerdi
Üç kutu püskevit kutusu vardı
Onu da defterdar saydı, uyardı
İçi boş olmasa defe koyardı
İnanın hayattan bezik beklerdi
Asılı dururdu vergi levhası
Bitmezdi korkulu, kötü rüyası
Makbuzdan bozuldu ahlak, hayâsı
Ulu devletinden “yazık!” beklerdi
Ozan Azâbî’yi çok kızdıranlar
Vergiden muaflar, mal sızdıranlar
O kara deftere borç yazdıranlar
Borcunu ödemez, çizik beklerdi