Drama derslerimiz eğlencelidir. Diğer derslerin ağırlığına, ciddiyetine alışan öğrenci için kabullenilmesi zaman alır ama benimsendikten sonra da tadından yenmez. Öğrenciler isterler ki bu ders iki dönem daha devam etsin. Oysa dönemlik bir derstir drama.
Düşünür müsünüz lütfen! Mesela Fen Bilgisi Öğretmenliği Ana Bilim Dalında drama dersindesiniz. Öğrenci alışmış bütün dikkatini fizik, kimya, biyoloji, genel matematik gibi derslere verip hocayı can kulağıyla dinlemeye.
İkinci sınıfta ne oluyor, durup dururken hiç hesapta yokken ve birdenbire drama diye zorunlu seçmeli bir dersle karşılaşıyor.
Sürpriiiz!
Hoca da nasıl desem hoca gibi değil de sanki tiyatro oyuncusu. Şarkı söylüyor, dans ediyor, rol yapıyor.
Bu ne şimdi?
Bizim de drama dersinde oyun oynamamız, canlandırma yapmamız gerekiyormuş ama nasıl olacak bu iş? Çocuk muyuz biz, abi?
Fizik, kimya, biyoloji, genel matematik dersse bu nedir Allah aşkına?
Hoca da bunun farkında ki,
“Kaygılanmayın arkadaşlar,” diye söze başlıyor. “Bundan önceki üç dönem fizik, kimya, biyoloji ve genel matematik derslerinde gösterdiğiniz üstün başarıyı ödüllendirmek için bölümünüz size böyle bir seçmeli ders hediye etmek istemiş. Bölüm başkanınız, sevgili öğrencilerimiz gerilimden kurtulsun, rahatlasın, gülsün, eğlensin, diye düşünmüş. Bu derste oyunlar oynayacağız. Ha, biz çocuk muyuz, oynarsak karizmamız çizilir falan diye düşünen arkadaşlar varsa korkmasınlar, Dersimiz karizma koruma garantili bir derstir. Ne dersiniz, biraz kurtlarımızı döksek fena mı olur?”
Cevap yok.
Ders, gerilimden kurtulmak, rahatlamak, gülmek, eğlenmek, kurtlarını dökmek… Bu kavramlar ancak Türkçe Sözlük’te bir araya gelebilir. Akademik dünya tersine mi döndü, nedir? Kıyamet alametleri mi bunlar? Yoksa kamera şakası mı bu? Sosyal deney mi? Tövbe tövbe! Biri bizi çimdiklesin, anacığım.
İlk ders bir tür tanıtım. Dramanın tanımı, önemi, dünyadaki uygulamaları, eğitimde etkili bir yöntem olarak kullanılışı. Nasıl diyorlar, kuramsal çerçeve.
İkinci ders, dramanın türleri: Psikodrama, sosyodrama. Onlar uzmanların işi. Bize eğitici drama lazım.
İlle de yaratıcı drama! Her eğitici drama yaratıcı dramaymış ama her yaratıcı drama eğitici drama değilmiş.
Nasıl yani?
Yaratıcı dramayı eğitim amaçlı kullanırsak eğitici dramaya dönüşüyormuş.
Hadi hayırlısı.
“Canlandırma için iki kişi gelsin.” diyorsun.
Kimsenin gelmeye niyeti yok.
İlk ay alışma dönemi. Sonra yavaş yavaş etkinliklere katılmalar. Züğürt Ağa Şener Şen’in İstanbul’da domates satmaya başladığı sahne. Sonra açılıyor öğrenciler.
“İki kişi gelsin!” deyince bu kez dört kişi geliyor.
Drama teknikleri de tamam. Rol, doğaçlama, olay canlandırma, pandomim vs. Bin tane teknik…
Ardından fen bilimlerinde dramanın kullanımı.
Neler yapılabilir?
Basit analojilerden yararlanabiliriz mesela. Sinir sistemimizi şehrin telefon şebekesine benzetebiliriz.
Sonra gelsin fen bilgisi temaları! Güneş sistemi, solunum sistemi, sindirim sistemi, bilumum sistemler, maddenin tanecikli yapısı, bileşke kuvvet, sesin yayılması... Hepsinin drama ile işlenmesi mümkünmüş.
Dramanın yaratıcı drama türü ile rol ve doğaçlama teknikleri öne çıkıyor biraz. Demek ki konunun ağırlıklı başlıkları bunlar.
Rol ve doğaçlama örneklerinin verildiği derste bir öneride bulunuyorum:
“Arkadaşlar, geçen dönemlerde yaptığımız bir uygulamayı sizinle de gerçekleştirmek isterim. Katılmak isteyen arkadaşlarla önümüzdeki hafta cuma günü Ulu Cami’nin önünde buluşacağız.”
“Ne yapacağız, hocam?” diyorlar bir ağızdan.
“Hiiiç,” diyorum, “dileneceğiz.”
Büyük bir şaşkınlık:
“Dilenmek mi?”
“Evet, arkadaşlar, ne var bunda? Ben defalarca dilendim öğrencilerimle.”
“Gerçekten mi?” diyorlar.
“Elbette,” diyorum. “Rol yapma ve doğaçlama yeteneğimizi daha iyi sergileyebileceğimiz başka bir ortam var mı?”
İtiraz sesleri:
“Olur mu, hocam?”
“Neden olmasın? Dersimizin bir etkinliği bu.”
“Nasıl yani, hocam.”
“Şöyle: İki sınavımız var biliyorsunuz. Ara sınav ve yarıyıl sınavı. Bu etkinlik yarıyıl sınavı yerine geçecek. Katılan ve başarılı olan arkadaşlar yarıyıl sınavından 100 alacaklar. Drama dersinden AA ile geçmek istemez misiniz?”
İnanmaz gözlerle birbirlerinin gözbebeğine bakıyorlar.
“Evet, arkadaşlar,” diyorum. “Yarın ramazan bir. Var mı önümüzdeki cuma günü benimle Ulu Cami’de dilenmek isteyen?”
Ekliyorum:
“En iyi dilenenin yarıyıl notu 100.”
“İyi dilenemeyenler ne olacak?”
“95 alacaklar.”
Başlarına sihirli bir değnek dokunmuş gibi otuz kişilik sınıftan yarısının eli havada.
Bu kez ben şaşırıyorum.
Meğer dilenmeye meraklı ne kadar çok arkadaşımız varmış.
“Listeyi oluşturun, arkadaşlar,” diyorum. “Önümüzdeki hafta cuma günü, namazdan on beş dakika önce caminin önünde buluşalım. Tamam mı?”
“Tamam, hocam.”
“Yalnız bazı uyarılarım olacak. Ulu Cami’nin dört kapısı var. Her kapıda dört kişi bulunacak. Üç arkadaşımızla ben bir kapıda olacağız. Kim daha iyi rol yapar ve insanların duygularını iyi sömürürse yani en çok parayı toplarsa oyunu o kazanır, 100 puanı alır.”
Bir doğu, üç tane de kuzey kapısı için kura çekelim.
Kura çekiyoruz. Herkesin kapısı belli oluyor. Bize doğu kapısı düşüyor.
Uyarılarıma devam ediyorum:
“Arkadaşlar, makyaj ve kostüm size ait. Zabıtaya yakalanırsak herkes kendi başının çaresine bakar. Ben sorumluluk kabul etmem. Hiçbirinizi tanımam. Bana güvenmeyin ve benden bir şey beklemeyin. “Ders, sınav, hocamız istedi.” demek yok. Son olarak akrabalarımız ve arkadaşlarımız tarafından tanınma riskini de göz önünde bulunduralım. Anlaştık mı?”
Bir ağızdan,
“Anlaştık, hocam,” diyorlar.
Ertesi cuma günü on beş öğrenci Ulu Cami’nin kapısında hazır kıta hocalarını bekliyor. Yırtık kostümleri, rengârenk makyajlarıyla göz kamaştırıyorlar.
Hoca görünürlerde yok.
Bir sonraki derste hocaya hesap soruyorlar:
“Niye gelmediniz, hocam?” diyorlar.
Hoca çıngıraklı kahkahalarından birini asıyor sınıfın tavanına. O anda anlıyor öğrenciler bir şakaya kurban gittiklerini.
“Dilenci rolüne kendinizi bu kadar kaptıracağınızı düşünmemiştim.” diyor hoca. “Özür dilerim. Hakkınızı helal edin.”
Sonra her birinin uzaktan çekilmiş fotoğraflarını yansı aygıtından bütün sınıfa gösteriyor.
“100 puanı kaçırdınız, arkadaşlar, ama bu üstün çabanızın ödülü olarak yarıyıl notlarınıza 10’ar puan ekleyeceğim.”
“Hiç yoktan iyidir.” diyor öğrenciler.
Hocanın muzipliği bir yana, öğrencinin dilencilik eğilimine ne demeli?