Hanım Ölmedi-Hacda Şeytan’a Uyulmaz ki-Kahramanmaraşlı Komutanım-Bacanak-Ölümlük Dirimlik-Nişanlıma Doksan-Sözlüme Yüz

Hanım Ölmedi
Her yaz, bağda sivrisinek mücadelesi başlar. Haftada bir, belediye ilaçlama görevlileri gelerek bağları ilaçlarlar. Akşama doğru, bağın uzak noktasında ağaçlarla meşguldüm. Belediye aracı geldi, ilaçladı gitti. Bir ara eşimin sesini duydum:
“Salman ölüyorum yetiş!”
Koşarak yanına vardım:
“Ne oldu sana böyle?”
“Ben ağacın altındaydım. Memur beni fark etmemiş, ilaç yağmurunun altında kalmışım. Hemen yoğurt yedim ama şu an çok kötü hissediyorum kendimi. Zor nefes alıyorum.” dedi.
Biraz sonra rahatladı.
“Az daha ölüyordum!”
Çok sinirlendim.
“Ben şimdi o belediyecilere haddini bildiririm. Eşimi zehirlemek ne imiş, gösteririm.” dedim.
“Yahu dur! Adamların suçu yok, suç bende. Benim oradan kalkmam lazımdı. Şimdi kızarlarsa hiç gelmezler. Telefon açarak belediye görevlilerini aradım.
“Ne biçim ilaçlama yapıyorsunuz kardeşim? İlacın daha tesirlisini kullansanıza!”
“Beyefendi! En kuvvetli ilaçları kullanıyoruz. Kimseden bir şikâyet gelmedi. Bütün sinekler anında ölüyor. Yoksa sizin sinekler ölmedi mi?”
“Sinekler öldü de benim hanım ölmedi kardeşim.” dedim.
Eşim, benim belediyecilere ne dediğimi anlamamış olacak ki:
“İyi ettin Salman! Bir daha yanlış iş yapmasınlar.” dedi.

Hacda Şeytana Uyulmaz ki
Hac kafilemiz ilk olarak Medine’ye indi. Otelimiz Ravza-i Mutahhara’ya çok yakındı. Doğru Peygamber’imizin huzuruna koştuk, bambaşka bir duyguydu. Müezzin, alışmadığımız bir tavırla kamet ediyordu. Yanımdaki arkadaşın tuhafına gitti. Bizim müezzinlerimizin sesini aradı:
“Arkadaş! Bunlar nasıl müezzin böyle?” dedi.
Şuna bir şaka yapayım dedim:
“Kör şeytan, çık müezzinliği sen yap diyor!”
Arkadaş heyecanla:
“Hadi be! Çok iyi olur.”
Baktım ki ciddiye alıyor:
“Burda da şeytana uyulmaz ki? dedim.

İnsanlar Konuşa Konuşa Koklaşır
“İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır.” der bir atasözümüz. Bir parkta gördüğüm manzaradan sonra, anladım ki; çağımızda bu atasözü “İnsanlar, konuşa konuşa koklaşır; hayvanlar koklaşa koklaşa konuşur.” şekline dönüşmüş.
Çayımı yudumlarken, bir ağacın dibine bir şeyler bıraktılar. İki kedi geldi ve koklaştılar, yemeklerini eşit bir şekilde yiyip gittiler. Biraz ileride, bir ağacın altındaki masada yalnız bir kız oturuyor, ara sıra saatine bakıyordu. Bir müddet sonra bir genç geldi yanına:
“Oturabilir miyim?” dedi.
Genç kız, sert bir şekilde:
“Niye, tanışıyor muyuz?” dedi.
Delikanlı pişkin bir tavırla:
“Tanışmıyoruz diye, ayakta mı kalacağım?”
“Buyurun oturun o halde.”
Bir müddet iki yabancı gibi konuştular. Daha sonra bir de ne göreyim! Erkek kızın elinden tutmuş saçlarını okşuyor, kulağına öyle eğilmiş ki fısıldıyor mu, yoksa koklaşıyorlar mı anlamadım? Galiba koklaşıyorlardı.

Kahramanmaraşlı Komutanım
Askerliğim sırasında, eğitim alanındaydık. Kızılay’ın geldiğini, kan vermek isteyenlerin bir adım öne çıkmalarını söylediler. 10 kadar asker öne çıktık. Kan vermek için komutanımızla birlikte revire gittik. Hemşire bana sordu:
“Ne kadar kan vereceksiniz?”
“Bu kanı niçin alıyorsunuz?”
“Vatan için tabii ki...”
“Madem vatan için, öyleyse son damlasına kadar alınız.”
Komutan:
“Aferin Maraşlı!”
“Kahramanmaraşlı komutanım.”
Hemşire:
“Komutanım, askerleriniz çok fedakar.”
Hemen söze girdim:
“Biz, barışta kan veririz, savaşta can veririz!”
Komutan:
“Afferin Maraşlı!”
“Kahramanmaraşlı komutanım.”
“Tamam Kahramanmaraşlı.”
Komutanımıza takılmak istedim:
“Komutanım, siz de kan verecek misiniz?”
Komutanın telaşlandığını görünce lafa girdim:
“Komutanlar kan vermez, emir verir!”
“Aferin Maraşlı!”
“Kahramanmaraşlı komutanım!”

Bacanak
Bacanaklarla bir akşam oturuyorduk, büyük bacanağıma sordum:
“Bacanak, biz kaç bacanağız?”
Bacanağım hiç düşünmeden:
“Üç bacanağız!” dedi.
“Hayır, sen söyle ortanca bacanak, biz kaç bacanağız?”
O da hiç düşünmeden:
“Üç bacanağız!”
İtiraz ettim:
“Biz altı bacanağız.”
Bu sefer onlar itiraz edince büyük bacanağıma dönerek:
“Senin iki bacanağın var mı?”
“Evet!”
Ortanca bacanağa da sordum:
“İki bacanak da senin var mı?”
“Evet!”
“Seninkiyle birlikte dört bacanak etti. İki bacanak da benim var, bal gibi altı bacanağız işte üç bacanağı da nerden çıkardınız?”

Ölümlük-Dirimlik
Meslek hayatımın ilk yıllarıydı... Öğretmen arkadaşlar ev için kredi almaktan bahsediyorlardı. O zaman kiraya oturduğumuz apartman kredilerle yapıldığı için, apartmanda hiç huzur yoktu. Bu sebepten arkadaşlarıma:
“Ben ev alırken faize bulaşmayacağım.” dedim.
“Peki, nasıl ev alacaksın? Ev sahibi olamazsın!” dediler.
“Allah’ın kulu olarak, benim ondan bir ev isteme hakkım varsa bana faizsiz ve en iyisinden versin.” dedim.
“Faize bulaşmadan ev sahibi olamazsın. Allah amdan mı atacak?” dediler.
“Allah için güçlük yoktur. Kirada otururum, yine de faize bulaşmam.” dedim.
Allah nasip etti. Birkaç yıl sonra, benim şartlarıma uygun bir eve girdim. Borç harç faize bulaşmadan bir ev sahibi olduk. Kolay olmadı tabii! Borçları bitirdikten sonra, tasarrufa da alıştık ya, biraz para biriktirip hanıma birkaç bilezik aldık. Zuhurat bu ya bir şeyler için tekrar borçlandık. Bir ara hanım, yüksek meblağlı bir istekte bulundu:
“Hanım biliyorsun! Borcumuz var.” dedim. Sinirlendi:
“Borç! Borç! Borç! Evlendiğimiz günden beri borç ödüyoruz, böyle yaşamaktansa ölürüm daha iyi.” deyince ben:
“Hanım madem borçtan çok sıkıldın, şu bileziklerden birini versen borçtan kurtuluruz.” deyince:
“Bu bilezikleri veremem! Bunlar benim ölümlüğüm, dirimliğim...” demesin mi!


Nişanlına Doksan
Dünyada en zor işlerden biri de hak etmediğin bir şeyi istemektir. Hak edilmeyeni almak da vermek de çok zordur.
Sene sonuna doğru not curcunası başlar. Sınıfın birine girdim, beni neşeli görmüş olacaklar ki öğrencinin biri:
“Hocam, sizin dersinizin zayıf düşmemesi için bir yüze ihtiyacım var; sözlüme bir yüz verir misiniz?”
“Bak oğlum, sana üç ödev vereceğim, yaparsan üç not vereceğim.”
“Üç ödev mi hocam? Üç not da nerden çıktı? bana bir yüz yeterdi hocam!”
“Oğlum, bu ödevleri yap, sözlüne seksen, nişanlına doksan, avradına yüz vereceğim. Sen garantiye al, ne yapacaksın!”

Sözlüme Yüz
Kahramanmaraş Lisesinde, ikinci katta nöbet tutarken, tenefüste bir kız öğrencim yanıma gelerek:
“Hocam, bana yüz vermişsiniz.”
“Kim dedi kızım? Ben sana yüz müz vermedim.”
“Vallahi vermişsiniz hocam!”
“Kızım sen hangi sınıftasın?”
“12/C’de.”
“Eeee! Ben o sınıfa beşinci ders gireceğim. Nerden yüz vermişim?”
“Hocam siz biraz önce 12/A’dan çıkmadınız mı?”
“Evet! O sınıfta bir Ahmet’in sözlüsüne yüz verdim.”
“Hah, tamam işte! Ahmetgil dün akşam bizdelerdi ailesiyle birlikte. Yakın akrabaları da vardı tabii.”
“Bundan bana ne?”
“Nasıl hocam, meyveler yendi, tatlılar yendi; şerbetler içildi...”
“Afiyet olsun da kızım, bununla senin yüz almanla ne ilgisi var?”
“Nasıl hocam? Sonunda ikimize de yüzük taktılar. Hem de söz yüzüğü.”
“Eee!”
“Eesi var mı hocam anlasanıza!”
“Neyi anlayayım yavrum?”
“Hocam, Ahmet’le beni sözlediler yani.”
“Allah hayırlı uğurlu etsin, ne var bunda?”
“Hocam, ben Ahmet’in sözlüsü oldum ya! Anlayın yani.”
“Neyi anlayayım yavrum?”
“Öff hocam yaa! Siz Ahmet’in sözlüsüne yüz verdiniz ya...”
“Eeee!”
“Ahmetin sözlüsü de ben olduğuma göre, ona verdiğiniz yüz otomatikman bana verilmiş demektir...”


Yorumlar - Yorum Yaz